ISSN: 2630-5720 | E-ISSN: 2687-346X
HAYDARPAŞA NUMUNE MEDICAL JOURNAL - Haydarpasa Numune Med J: 57 (1)
Volume: 57  Issue: 1 - 2017
RESEARCH ARTICLE
1.Risk Factors and Treatment Modalities in Ectopic Pregnancy Cases
Alim G. Kuşgöz, Nurettin Aka, A. Deniz E. Coşkun, Gültekin Köse, E. Can Tüfekçi
Pages 1 - 5
GİRİŞ ve AMAÇ: Ektopik gebelik tespit edilen olguların başvuru şikayetleri, risk faktörleri ve tedavi yönetimleri açısından retrospektif analizini yapmak.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde ektopik gebelik tanısı alıp tedavi edilen toplam 59 hasta retrospektif analiz edildi.Tüm olgular ektopik gebelik etiyolojisinde rol oynayan risk faktörleri açısından ve kliniğe başvuru şika- yetleri açısından değerlendirildi. Cerrahi ve medikal tedavi alan hastalar, tedavi başarıları, ultrasonografik bulguları ve kan değerleri açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmada hastaların yaş ortalaması 32±6.0 idi. Hastaların başvuru şikayetleri vajinal kanama(%32.2), pelvik ağrı (%28.8), vajinal kanama ve pelvik ağrı bir arada (%27,1), sadece adet rotarı (%5,1) ve acil servise hipovolemik şok tablosu ile getirilen (%5.1) dir. Olguların %40,7 ‘sinde özgeçmişlerinde özellik saptanmazken, %13,6’sı pelvik inflamatuar hastalık,%1,7 ’si geçirilmiş tubal cerrahi, %11,9 ‘u ektopik gebelik öyküsü, %15,3 ‘ü rahim içi araç (RİA) kullanımı, %1,7 ‘si levanorgestrelli RİA kullanımı,%1,7’si uterin anomali, %13,6’sı ise geçirilmiş sezaryen operasyonu öyküsüne sahipti. Hastaların %54,3’üne Metotreksat tedavisi verildi, %3,4 hasta spontan
takip edildi, %40,7 ‘sine cerrahi uygulandı. Tek doz Metotreksat tedavisi verilen gruptan 6 hastaya ikinci doz Metotreksat teda- visi verildi, 2 hastada tedaviye cevap alınamayıp cerrahi yapıldı. Toplamda Metotreksat tedavisi %93.7 hastada etkili bulundu.
BULGULAR:
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma grubumuzda geçirilmiş pelvik inflamatuar hastalık ve RIA kullanımı en sık karşılaşılan risk faktörleri olarak bu- lunmuştur. Tedavi yöntemleri içerisinde de, iyi seçilmiş vakalarda Metotreksat tedavisi konservatif tedavi imkanı sağlayan, olduk- ça başarılı bir yöntem olarak bulunmuştur.
INTRODUCTION: To analyse the ectopic pregnancy cases retrospectively considering their initial complaits, risc factors and treatment methods.
METHODS: The data of 59 patients who were seen at the Haydarpaşa Numune Education and Research Hospital Obstetrics and Gynecology Clinic were analysed retrospectively. All cases were analysed considering their etiological risc factors and complaints. The patients that received surgical or medical treatment were compared in terms of their ultrasonographic findings, labaratory results and treatment success.
RESULTS: The mean age of the patients was 32±6.0. The initial complaints of the patients were vaginal bleeding (32.2%), pelvic pain (28.8%), vaginal bleeding and pelvic pain(27,1%), delayed menstruation only (5,1%), and admittance to emergency room with hypovolemic shock findings (5.1%). 40,7 % of the cases had non-specific histories, 13.6 % had pelvic inflammatory disease,1.7% had prior tubal surgery, 1.9% had history of ectopic pregnancy,15.3% had intra uterine device (IUD), 1.7% had levanorgestrel IUD, 1.7% had uterine anomaly, 13.6% had prior cesarean section. 54.3% were treated with Methotrexate, 3.4% were followed without treatment, 40.7% had surgical treatment. Among patients treated with Methotrexate 6 patients required a second dose, and two patients required surgery. Methotrexate was effective for 93.7% of those given the treatment..
DISCUSSION AND CONCLUSION: History of pelvic inflammatory disease and IUD use were commonly encountered risk factors in our study group. Among the treatment modalities, Methotraxate was a quite effective method for conservative treatment of selected cases.

2.Cerebral Palsy: Sociodemographic and Clinical Features
Kürşat Bora Çarman, Çoşkun Yarar, Arzu Ekici, Sibel Laçiner Gürlevik, Sevgi Yimencioğlu, Ozan Koçak, Burca Ayvacı, İlhan Işık, Didem Arslantaş, Ayten Yakup
Pages 6 - 10
GİRİŞ ve AMAÇ: Serebral palsi (SP) çocuk nöroloji pratiğinde yer alan önemli hastalıklarında biridir. Retrospektif olarak yapılan bu çalışmamıza hastalarının demografik ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Son on iki ay içerisinde en az bir kez takip ve kontrol muayenesi yapılan 134 SP hastası dahil edildi. Ortalama yaşları 6.73 ± 3.45 yıl saptanan hastaların %38.1’i kızdı. Hastaların %15.7’si prematür olarak doğmuştu. Serebral palsi tipinin 123 hastada spastik ve olguların 18’inde tek taraflı serebral palsi olduğu belirlendi.
BULGULAR: SP hastaların büyük çoğunda kaba motor işlev ölçeği seviye 5 olarak değerlendirildi. Hastaların %54.5’ü epileptik nöbet geçirmekteydi ve %32.8’inde ağır zeka geriliği mevcuttu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak serebral palsinin sosyodemografik ve klinik özelliklerinin belirlenmesi hastalığın patofizyolojisinin anlaşılması ve multidisipliner bir yaklaşımla tedavi edilmesi bakımından önemlidir.
INTRODUCTION: Cerebral palsy (CP) is one of the important diseases in child neurology practice. The aim of this retrospective study was to evaluate the demographic and clinical proper-ties of patients.
METHODS: One hundred and thirty-four patients who came to the control visit were taken into study. The mean age of patients was 6.73 ± 3.45 and 38.1% of cases were girl. The 15.7 % of patients were premature. The CP type was spastic in 123 patients and eighteen of them were unilateral. The gross motor activity scale was level 5 in most of patients.
RESULTS: The frequencies of epilepsy and mental retardation were 54.5% and 32.8% respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In conclusion, the determination of demographic and clinical features of CP is important for the development of multidisciplinary treatment modalities.

3.Retrospective Evaluation Of Patients With Kawasaki Syndrome
Nurdan Erol, Yusuf İzzet Ayhan, Hilal İmamoğlu
Pages 11 - 15
GİRİŞ ve AMAÇ: Kawasaki sendromu; çogunlukla 5 yaştan küçük çocukları tutan, etyolojisi bilinmeyen, küçükorta çaplı damarları etkileyen çocukluk çağı vaskülitidir. Tedavi edilmediğinde % 25 oranına kadar koroner damarları da etkileyen ve giderek daha iyi tanınan bir hastalıktır. Bu çalışmada; çocuk kardiyoloji polikliniğimizde takip edilmekte olan Kawasaki olgularımızı retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kawasaki tanısı almış ve çocuk kardiyoloji polikliniğinde dosya açılıp takip edilen olguların dosyalarından olgulara ve hastalığa ait bilgiler retrospektif olarak olarak incelendi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 69 olgunun 45 (% 65) erkek, 24 (% 35) kız idi. Olguların hastalığa yakalanma yaş ortalaması 40;4 ay ±2,3 (2- 144ay) idi. Kawasaki tanı kriterlerinde kullanılan belirtilerin tamamına sahip olgu sayısı 25 (% 36) idi. Bu kriterlerden ateş, tüm olgularda görülen tek semptomdu. Hastalık sırasında 30 (%46) olguda ekokardiyografi bulgusu vardı. Bunların 22’sinde (% 30) koroner tutulumu vardı. Koro- ner tutulumu gösteren olguların 7 tanesinde sol koroner arter, 4 tanesinde sağ koroner arter, 11 tanesinde her iki koroner arterde tutulum görüldü. Bu olguların 7’sinde (% 10) takipte koroner tutulum devam etti. Olguların 45(%69) ’ında IVIG tedavisi 10 günden önce verilmişti. Olguların laboratuvar bulguları tartışıldı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tanı için kesin diyagnostik laboratuvar bulgularının olmaması, tanıda gecikme ve inkomplet olguların olması ve koroner tutulumunun olması bu hastalığın önemini artırmaktadır.
INTRODUCTION: Kawasaki syndrome; is childhood vasculitis with unknown etiology affecting small – medium sized vessels, mostly small children under 5 years.The Syndrome affects coronary arteries up to 25 % of untreated cases, andI t is increasingly well known. In this study; We aimed to investigate Kawasaki Syndrome cases who followup at the pediatric cardiology clinics.
METHODS: The datas of findings Kawasaki Syndrome and cases with this syndrome obtained from their files at the our pediatric cardiology policlinic.
RESULTS: In this study There were 45 (65%) male and 24 (35%) female totally 69 patients. The age of disease of patients was 40; 4 months ± 2.3 (2-144ay) at mean. The number of cases have all the symptoms of Kawasaki diagnostic criteria in 25 (36%). The number of cases have all the symptoms of Kawasaki diagnostic criteria used in 25 (36%), respectively. The only criterion was fever that in all cases. 30 ( 46 %) patients had echocardiographic findings during illness. 22 (30%) of these had coronary involvement. There were left coronary artery involvement in 7 cases, coronary artery in 4 cases, in both coronary artery involvement in 11 cases.The coronary artery involvement had improvement in 7(10%) patients at the follow-up.The IVIG treatment was given before 10 days in 45(%69) of cases. Laboratory findings of the cases were discussed also.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The lack of definitive diagnostic laboratory findings for diagnosis, being incomplete cases and causing delay in diagnosis and having involvement coronary artery increases the importance of this disease.

4.Forensic Anthropological Evaluation of II. Area Skeletes in İstanbul Küçükçekmece
Ömer Turan, Hasan Demirel, Aksel Özdemir
Pages 16 - 21
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada İstanbul Avcılar ve Küçükçekmece ilçelerinde yer alan Küçükçekmece Gölü havzasında
“arkeolojik kazılarda, mezarların açılması ve çıkarılan insan buluntularının adli antropolojik sonuçlarının, kimliklendirme ve ölüm nedenlerinin belirlenmesi hedeflenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çıkarılan 15 farklı bireye ait iskeletlerin 5’inin erişkin erkek, 4’ünün erişkin kadın, 4’ünün çocuk, 2’sinin fetus olduğu değerlendirilmiştir. 15 iskeletin boy ölçümleri %93 oranla, yaş aralığı tespitleri ise %100 oranla yapılabilmiştir.
BULGULAR: Çalışmada elde edilen kategorik veriler kikare testi ile nonparametrik veriler Mann Whitney U testi ile değerlendirilmiş olup veriler ortalama ve standart sapma olarak verilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Birey sayısının net belirlenmesi, cinsiyet, boy ve yaş tayininde yüksek tespit oranlarına ulaşılmasında mezarların kazı öncesi tahmini olarak yerlerinin tespit edilmesi, iskeletlerin bir mezarlık içinde gömülmeleri, mezar boylarının ölçülebilmesi, mezarların araştırmacı gözetiminde açılması, mezar başında ölçümlerin yapılması ve insitu olarak iskeletlerin pozisyonlarının gözlenebilmesi katkı sağlamıştır.
INTRODUCTION: The aim of this research was to identify and determine the cause of death for the archeo- logical excavations, grave openings and the anthrolpologic results of the human remains found in the districts of Avcılar and Kucukcekmece situated in the Kucukcekmece basin in İstanbul province.
METHODS: Of the excavated 15 different skeletons, we analysed that five of them belonged to adult male, four were adult female, four were children and two of them were fetus skeletons. We were able to carry out 93% of the height measurements of the 15 skeletons and 100% of their age range.
RESULTS: The categoric data of the reseach were analysed using chi-square test, non parametric data with Mann-Whitney U test and the data is given as mean and standard deviation.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The determinations of the exact location of the graves before excavation, the burial of all the skeletons in single grave, the ability to measure the grave sizes, the opening of the graves under the supervition of experts, the measurements being done at the grave site and the insitu observation of the skeleton positions contributed much to the determination of the exact number of bodies,the high accuracy rate of height and age determination.

5.Evaluation Of The Agreement Between Histopathology Results Of Transnrectal Biopsy, And Radical ProstatecTomy Specimens Using Parameters Effecting Gleasın Scores
Özgür Haki Yüksel, Aytaç Şahi&775;n, Ahmet Ürkmez, Ayhan Veri&775;t
Pages 22 - 27
GİRİŞ ve AMAÇ: Prostat kanserine yönelik olarak tedavi planının oluşturulmasında en önemli parametrenin Gleason skoru olduğunu bilmekteyiz. Çalışmamızın amacı Gleason skoruna etki eden parametreleri gözden geçirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza, Fatih Sultan Mehmet Eğitim Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniğinde 2008 ve 2016 yılları arasında transrektal ultrason (TRUS) eşliğinde ince iğne prostat biyopsisi ile prostat kanseri tanısı alıp, radikal ret- ropubik prostatektomi (RRP) yapılan toplam 114 erkek hasta dahil edildi. Hastaların yaş, biyopsi öncesi prostat spesifik antijen (PSA) düzeyleri, biyopsi öncesi vücut kitle indeksi (VKİ), biyopsi işlemine başlamadan TRUS ile ölçülen prostat volümleri ile TRUS eşliğinde yapılmış olan prostat biyopsileri sonucu elde edilmiş patoloji sonuçları ve cerrahi işlem sonrası patoloji sonuçları retrospektif olarak incelendi. Karşılıklı uyumun değerlendirilmesinde kappa katsayısı kullanıldı.
BULGULAR: Tüm olgularda biyopsi ve cerrahi spesmenleri arasında orta düzeyli (%38.3) uyum görülmektedir (Kappa uyum katsayısı: 0.383; p: 0.001; p<0.01). Toplamda olguların %66.7’sinde (76/114) sonuçlar uyumlu bulunmuştur. PSA, prostat volümü, yaş ve VKİ ayrı ayrı değerlendirildiğinde de bu uyumun buna paralel olarak %60 ile %70 arasında değiştiği gözlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Literatürde bu uyuma yönelik çok sayıda çalışma ve buna paralel olarak çok geniş aralıkta oranlar mevcuttur. Bizim çalışmamızda da literatürle uyumlu sonuçlar mevcuttur. Ancak Gleason skoruna etki eden parametreler ayrı ayrı değerlendirildiğinde benzer uyum oranları gözlense de tek değişkenli analizler ile nomogramlara eklenebilecek yeni parametrelerin bulunabileceğini düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: We know that Gleason score is the most important parameter in the decision-making process for the construction of a treatment plan for prostate cancer. The objectiv e of our study is to review the parameters effecting Gleason score.
METHODS: A total of 114 male patients who had undergone radical retropubic prostatectomy (RRP) in the Urology Clinics of Fatih Sultan Mehmet Training and Research Hospital between the years 2008, and 2016 with the diagnosis of prostate cancer based on the histopathology results of transrectal ultrasound-guided (TRUS) fine-needle transrectal biopsy specimens were included in the study. Age, pre-biopsy prostate specific antigen (PSA) levels, body mass indices (BMIs), and prostate volumes of the patients measured with the help of TRUS, histopathology results of prostate biopsy, and RRP specimens were retrospectively analyzed. For the evaluation of mutual agreement kappa coefficient was used.
RESULTS: In all cases, a moderate level (38.3 %) of agreement was seen between biopsy, and surgical specimens (kappa coefficient of agreement: 0.383; p: 0.001; p<0.01). Overall, in 66.7 % (76/114) of the cases the results were in agreement. When PSA, prostate volume, age, and BMI were evaluated separately, this rate of agreement changed between 60, and 70 %, in parallel with these results.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In the literature, sample number of studies on the agreement between these parameters with agreement rates varying within a wide spectrum. In our study we also obtained results consistent with those cited in the literature. Although when parameters effective on Gleason score were evaluated separately similar rates of agreement have been observed, we think that new parameters, which can be included in univariate analyses, and nomograms will be identified in the near future.

6.Predictive Value Of Glasgow Prognostic Score On Transrectal Prostate Biopsy Results
Özgür Haki Yüksel, Çağlar Yıldırım, Ahmet Ürkmez, Serkan Akan, Aytaç Şahi&775;n
Pages 28 - 34
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda, inflamasyon tabanlı ve minimal invaziv prognostik bir gösterge olan Glasgow prognostik skoru (GPS)’ nun, prostat iğne biyopsisi öncesi prostat kanserini öngörebilme değerini saptamayı ve bu sayede prostat iğne biyopsisinin olası komplikasyonlarını azaltıp kansere spesifikliğini arttırabilmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Prostat spesifik antijen (PSA) düzeyi 4-10 mg/dl arasında olan, rektal tuşede malignite şüphesi olmayan, prostat iğne biyopsisi yapılan toplamda 160 hasta içerisinden patoloji sonucu prostat adenokarsinomu gelen 30 hasta ve geri kalanlar içerisinden patoloji sonucu kronik prostatit olarak raporlanan hastalardan rastgele seçilen 30 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların işlem öncesi serum PSA, Creaktif protein (CRP), albümin düzeyi, prostat hacmi, vücut kitle indeksi (VKİ), uluslararası prostat semptom skorları (IPSS) ve diğer komorbiditelerin varlığı (diyabet, hipertansiyon, koroner arter hastalığı) belirlenip raporlandı.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 60 hastanın yaşları 56 ile 75 yıl arasında değişmekte olup, ortalaması 66.05±5.48 yıldır. Gruplara göre olguların yaş ortalamaları, serum PSA ve CRP düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0.05). Kronik prostatit (KP) grubunun serum albümin düzeyi ortalaması, prostat kanseri (PK) grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti (p: 0.005; p<0.01).Bunun yanında PK grubunun GPS ortalaması, KP grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptandı (p: 0.008; p<0.01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu öncü çalışmada serum total PSA düzeyi 4-10 mg/dl arasında olan ve rektal tuşede malignite şüphesi olmayan hastalarda, prostat iğne biyopsisi yapma kararı verilirken GPS yüksekliğinin kanser tanısını öngörebilme yeteneği olabileceğini gördük. Bu çalışmanın sonuçlarını dikkate alarak günümüzde geçerliliği kanıtlanmış bu prognostik parametrenin diyagnostik kullanımına ilişkin çalışmaların önü açılabilir. Bu sayede kimi komplikasyonları ve yanlış tanı olasılıkları olabilen prostat iğne biyopsisinin gerçekten kanser olan hastalara uygulanma oranının artabileceğini düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: We aimed to determine predictive value of an inflammation-based, minimally invasive prognostic marker of Glasgow prognostic score (GPS) in the diagnosis of prostate cancer (PCa) before performing prostate needle biopsy so as to decrease possible complications of prostate needle biopsy and increase its prostate cancer-specificity.
METHODS: Among a total of 160 patients whose prostate specific antigen (PSA) levels were between 4-10 mg/dl without any suspicion of malignancy on digital rectal examination (DRE) who also underwent prostate needle biopsy. 30 patients whose histopathology results were reported as prostatic adenocarcinoma and 30 randomly selected patients with histologically evidenced chronic prostatitis were included in the study. Before the procedure, serum PSA, C-reactive protein (CRP) and albumin levels, prostate volume, international pros- tate symptom score (IPSS) and presence of other comorbidities were reported.
RESULTS: Sixty patients aged 56-75 years (mean: 66.05±5.48 years) were included in the study. Mean ages of the cases, serum PSA and CRP levels were not statistically significantly different between groups (p>0.05). Mean albumin level of the chronic prostatitis (CP) group was statistically sig- nificantly higher relative to the PCa group (p: 0.005; p<0.01). In addition, mean GPS was statistically significantly lower in the CP group (p: 0.008; p<0.01).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this pilot study, we have seen that while deciding to perform prostate needle biopsy in patients with total PSA levels between 4-10 mg/dl without any evidence of suspect malignancy on DRE, higher GPSs may predict diagnosis of prostate cancer. In consideration of the results of this study, diagnostic use of this validated prognostic parameter may pave the way for the conduction of further relevant studies.

7.Investigation Of The Role Of Inflammatory Cytokins In Patients With Angina Pectoris
Tolga Yakar, Refik Demirtunç
Pages 35 - 41
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada kararsız angina pektoris hastalarında enflamasyonun rolünün ortaya koyulması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 23 kadın ve 49 erkek hasta olmak üzere toplam 72 hasta alınmıştır. Hastalar kararlı-angina pektoris (n=29) ve kararsız-angina pektorisi (n=43) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Her bir grupta duyarlılığı yüksek C-reaktif protein (hs-CRP), fibrinojen, interlökin-6 (İL-6) düzeyleri ölçülerek her iki grup arasındaki farklar araştırıldı.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 57.3±8.1, vücut kitle indeksi ortalaması 27.5±3.1 idi. Kararsız angina pectoris’li hastaların hs-CRP, fib- rinojen ve İL-6 seviyeleri (sırası ile; 16.68±10.8 mg/dL, 451.2±119.8 mg/dl, 21.2±13.3 pg/mL) kararlı-angina pektoris’li hastalarda ise (sı- rası ile 6.61±4.4 mg/dL, 383.7±109.6 mg/dl, 7.5±2.8 pg/mL) göre daha yüksekti (tamamı için p<0.05). Ayrıca fibrinojen ve hs-CRP arasında (r=), fibrinojen ve İL-6 arasında (r=), İL-6 ve hs-CRP arasında (r=) anlamlı bir korelasyonlar bulundu (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma sonucunda kararsız-angina pektorisin gelişiminde inflamasyonun önemli rolünü gösteren önemli bulgular elde edilmiştir.
INTRODUCTION: The role of acut inflammatoryu reaction in unstable angina pectoris was investigated in this study.
METHODS: A total of 72 patients including 23 women and 49 men patients have been included in the study. The patients were divided into two groups, as patients with stable angina pectoris (n=29) and patients with unstable angı- na pectoris (n=43). High-sensitivity C-reactive protein (hs-CRP), fibrinogen and interleukin-6 (IL-6) levels were investigated and compared between two groups.
RESULTS: The mean age of patients was 57.3±8.1. Mean body mass index was 27.5±3.1. hs-CRP, Fibrinogen, and IL-6 levels of patients with unstable-angina pectoris (16.68±10.8 mg/dL, 451.2±119.8 mg/dl, 21.2±13.3 pg/mL, respectively) were significantly (p<0.05) higher than patients with stable angina pectoris (6.61±4.4 mg/dL, 383.7±109.6 mg/dl, 7.5±2.8 pg/mL). There were significant correlations between fibrinogen and hs-CRP (r=), between fibrinogen-IL-6 (r=) and between IL-6 ve hs-C- RP arasında (r=) (p<0.05 for all).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, significant findings that show the role of inflammation in unstable angina pectoris were found.

8.Urinary Excreations of Calcium, Magnesium, Phospahate, Uric Acid in 2-16 Years Old Healthy Turkish Children
Behçet Şimşek, İsmail İşlek
Pages 42 - 47
GİRİŞ ve AMAÇ: Üriner sistem taş hastalığı, hematüri, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu gibi hasta- lıkların patogenezinde rol alan minerallerin idrar atılımlarının, ülkelere, yaşa, cinsiyete ve diyet alışkanlıklarına göre değiştiği bildirilmiştir. Türk çocukları için ilgili mineral atılımlarını bildirir bir referans tespit çalışmasına rastlanmamıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, Türkiye’de ilk olarak, Samsun ilinde yaşayan 2-16 yaş grubu sağlıklı çocuklarda 24 saatlik ve sabah ilk idrar örneklerinde kalsiyum, magnezyum, fosfat, ürik asit, kreatinin atılımla-rının standart referans değerlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
BULGULAR: 2-16 yaşında 203 sağlıklı çocuk (88 kız, 115 erkek) çalışmaya alınmıştır. Söz konusu minerallerin diyetle alımları ve sa- bah ilk idrar ve 24 saatlik idrar örneklerindeki atılımları arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bulgular: İdrarda kalsiyum atılımı 50p ve 95 p değerleri sırasıyla 2.60 ve 6.73 mg/kg/gün; magnezyum için 1.16 ve 2.43 mg/kg/gün; fos- fat için 19.21, ve 37.11 mg/kg/gün; ürik asit için10.21 ve 19.71 mg/kg/gün; kreatinin için 20.61 ve 29.58 mg/kg/gün idi. Çalışmaya katı- lan çocukların %3.4’ünde asemptomatik hiper- kalsiüri, %4.4’ünde hiperürikozüri tanımlanmış- tır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Minerallerin diyetle alımları ile idrar atılımları
arasında anlamlı ilişki gösterilememiştir. Mine- rallerin sabah ilk idrarındaki atılımları ile günlük idrarda atılımları arasında anlamlı ilişki göste- rilememiş; sabah ilk idrarının 24 saatlik idrarın yerini tutamayacağı belirlenmiştir.
INTRODUCTION: Previous studies indicate that nor- mal values for urinary excretions of the consti- tuents that are responsible in the pathogenesis of diseases like urinary stone disease,hematu- ria, reccurent urinary tract infection may vary according to age, sex, diet traditions in different regions. Reference values of the related cons- tituents were not available for Turkish children.
METHODS: The aim of this study was, for the first time in Turkey, to determine the standart reference values for excretions of calcıum, magnesium, phosphate, uric acid and creatinine in the first morning and 24-h urine samples in 2-16 years old healthy children in Samsun region.
RESULTS: A total of 203 children (88 girls, 115 boys), aged 2-16 years partici- pated in the study. The relationships between the dietary intake and the urinary excretion of the minerals in the first morning and 24-h urine samples were investigated.The 50p and 95p values for urinary excretions of calcium were 2.6 and 6.73 mg/ kg/day; for magnesium 1.16 and 2.43 mg/kg/ day, for uric acid 10.21 and 19.71 mg/kg/day, for phospate 19.21 and 37.11 mg/kg/day,for creatinine 20.61 and 29.58 mg/kg/day respe- ctively. Asemptomatic hypercalciuria and hy- peruricosuria were diagnosed in 3.4% and 4.4 %of children who were enrolled in the study respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: There was no significant correla- tion between the dietary intake and the urinary excretions of the constituents. There was also no significant correlation between the urinary excretions of the constituents in the first mor- ning and 24-h urine samples, therefore we su- ggest that the first morning urine samples can not replace the 24-h urine sample measure- ments.

CASE REPORT
9.A Rare Etiology in A Patient Admitted For Abdominal Pain Syndrome Isolated Idiopathic Hypercalciuria
Adem Yaşar, Belma Yaşar, Muhittin Atar
Pages 48 - 49
İdiyopatik hiperkalsiüri (İH), serum kalsiyum değerinin normal, idrarla atılan kalsiyum miktarının fazla olması ile karakterize, çoğu hastada semptomsuz seyretmesi nedeniyle tanıda atlanılan, ancak ilerleyen dönemlerinde tekrarlayan üriner sistem patolojilerine sebep olan bir hastalıktır. Tekrarlayan karın ağısı olan çocuklarda akılda tutulması gereken bir hastalık olması nedeniyle sunduk.
Idiopathic hypercalciuria is a disease characterized by normal serum calcium levels and high levels of calcium excreted in urine, that is overlooked in most patients due to being asymptomatic but which recurs in its later stages and leads to urinary system pathologies. We presented it because it is a disease that should be kept in mind in the case of children with recurrent abdominal pain.

10.Necrotizing fasciitis of the abdominal wall due to pseudomonas aeruginosa enfection successfully treated by negative pressure wound therapy
Emre Günay, Hacı Hasan Abuoğlu, Hacı Mehmet Odabaşı, Erkan Özkan, M. A. Tolga Müftüoğlu
Pages 50 - 55
Nekrotizan fasiit, subkutan dokunun ve fasyanın enfeksiyonu olup, hızlı ilerleyen ve geniş açık yaralarla sonuçlanabilen bir hastalıktır. “Et yiyen bakteriler” olarak bilinen mikroorganizmaların yol açtığı nadir ve ağır bir enfeksiyon tablosudur. Hayatı tehdit eden ve yüksek mortalite ile seyreden bir durumdur. Nekrotizan fasiitin diabet hastalığı ve kronik alkol bağımlılığı olan kişilerde daha sık geliştiği gözlenmiştir. Acil cerrahi debridman, bu hızlı ilerleyen hastalığın yönetiminde esas tedavi modalitesidir. Cerrahi debridmandan sonra genellikle geniş bir açık yara kalır ve bu yarayı kapatmak için ikincil bir cerrahi girişim gerekir. Yara yatağının genellikle kirli ve unstabil olmasından dolayı iyileşme uzun sürer ve ikincil müdahale gecikir. Negatif basınçlı yara terapisi, doku perfüzyonunu artırıcı ve yara ödemini azaltıcı etkisinden dolayı kronik yaraları kontrol etmek için kullanılmaktadır. Biz bu olgu sunumu ile uygun anbiyotik ve cerrahi debridman, negatif basınçlı yara terapisi ve geç dönemde cerrahi rekonstrüksiyon ile tedavi edilen bir karın duvarı nekrotizan fasiit vakasını sunmayı amaçladık.
Necrotizing fasciitis is the infection of subcutaneous tissue and fascia. It’s a rapidly progressive disease that can result with wide-open wound caused by microorganisms known as “flesh-eating bacteria”. The most common causes are group A beta-hemolytic streptococcus. Emergency surgical debridement combined with early diagnosis is the main treatment modality in the management of rapidly progressive disease. But often a large open wound remains after surgical debridement for infection management and secondary surgical procedures such as skin grafts, local flaps or free flaps would be needed to close the wound. The delay in closing the open wound may result in delayed infection, deterioration of the patient’s general condition and generalized sepsis. Prolonged recovery is expected due to the dirty and unstable wound bed after skin grafting. Negative pressure wound therapy (NPWT) is getting used to control chronic wounds due to the effect of reducing the wound edema and increasing the tissue perfusion. We ai- med to present an abdominal wall necrotizing fasciitis case (a 60 year -old immobile, schizophrenic woman) which has been tre- ated in few weeks by 3 steps [1-antibiotics and surgical debridement, 2- negative pressure wound therapy, 3-Late surgical reconstruction (skin graft)].

11.A patient with cyst hydatid operated laparoscopically due to intraabdominal rupture after trauma: A case report
Nuriye Esen Bulut, Mehmet Mahir Fersahoğlu, Fatih Kılıç, Bülent Kaya
Pages 56 - 59
Kist hidatik ülkemizde sık görülen bir hastalıktır.En sık karaciğer ve akciğer dokusuna yerleşen ekinokoklar çoğunluk kronik bir enfeksiyona sebep olur. Son yıllarda özellikle cerrahi tedavide laparoskopik işlemler ön plana geçmiştir.Yine travma sonrası batın içine yayılım nadir görülen ancak ciddi bir durumdur.Bu olgu sunumunda travma sonrası batın içi yayılım gerçekleşmiş kist hidatik olgusu ve laparoskopik tedavisi sunulmuştur.
Cyst hydatid is the frequent morbidity in our country. Echinococus commonly localized in liver and lung and it causes chronical infection. In last years laparascopic operations are gained popularity in surgical practice.Intraabdominal rupture after trauma is a rare but serious event. In this case report a patient with cyst hydatid, intraabdominl rupture after trauma and treated with laparoscopic surgery was reported.

12.A premature infant who is 30 weeks gestational age with Ring Chromosome 13 and Ambiguous Genitalia: A case report
Selçuk Gürel
Pages 60 - 62
Kromozom Ring 13 sendromu; bir çift 13. Kromozomunun sadece birinin kısa kolunda meydana gelen bir grup gen kaybı sonrası, uzun ve kısa kollarının birleşerek halka şeklini alması ile bazı gelişimsel ve morfolojik değişimlerin görüldüğü bir hastalıktır. Bu hastalık klinik olarak 1968 yılında gösterilmiş olsadailk defa genetik analizlerinin yapılmasından sonra tanımlanabilmiştir1. (Resim 1)
Gelişim sürecinde gecikme, beslenme bozuklukları, özellikle ayakta olmak üzere iskelet anomalileri, yüksek damak, anüs anomalileri, küçük alçak çene, böbrek anomalileri, kalp bozuklukları, normal olmayan beyin yapısı ve anormal göz yapısı gibi belirtiler bu hastalığa eşlik etmektedir2.
Bizim olgumuz; aralarında akrabalık bağı bulunmayan 28 yaşındaki anne ile 30 yaşında ki bir babanın ilk çocuklarıdır. 30 haftalık olarak C/S ile erken doğumla meydana gelen bebekte doğduğu zaman prematürite+ RDS’sinin yanında imperfore anüs, ambigusgenitalia ve prenatal dönemde saptanan kardiak ve serebralanomalilermevcuttu. İlk yapılan gözlemlerde kromozom 13 sendromunun mevcut olduğu düşünülmüştür. Bu çalışmanın amacı; sunulacak olan olgumuzla hastalığı literatür ışığında tekrar gözden geçirmektir.
Ring chromosome 13 syndrome is a disease where some developmental and morphological changing have been seen, because of a group of missing geneononlyone of the 13 chrosome pair at short arm, small and long arms have fused together to form a ring. Although this syndrome were showe dupclinically in 1968, the first describing of it has been defined after analysis of genetic.
Development delay, feding difficulties, unusual bone structure most commonly footanomaly, highpalate, anus anomalies, small lowjaw, kidney anomalies, heart defects, abnormal brain structure and abnormal eye structure accompany this disease.
Ourfact is a firstbaby of a mother at theage of 28 and a father 30 who do not haveanyline of descent. When the baby was born at just 30 weeks by C/S,(sezeryan) along side being prematüre + RDS it had also imperforate anus, ambigus genitalia, cardiac and cerebral anomalies which were determined at prenatal period. During the first monitoring, it was thought that there was chromosome 13 syndrome. The purpose of this essay is to reconsider this disease in thelight of literature with our fact will be presented.

LookUs & Online Makale