ISSN: 2630-5720 | E-ISSN: 2687-346X
HAYDARPAŞA NUMUNE MEDICAL JOURNAL - Haydarpasa Numune Med J: 54 (3)
Cilt: 54  Sayı: 3 - 2014
DIĞER
1.
Front Matter

Sayfalar I - III

ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
A Comparison of the Ank Nail to Conventional Fixation Techniques in Weber B and C Ankle Fractures
Weber B ve C Ayak Bileği Kırıklarında ANK Çivisinin Mevcut Tespit Yöntemleri ile Karşılaştırılması
Hasan Bombacı, Hasan Feyzi Katıöz, Mucahit Görgeç
Sayfalar 145 - 155
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı sidesmoz yaralanması olan Weber B ve C ayak bileği kırıklarının işlevsel ve radyolojik sonuçlarını ortaya koymak ve sindesmoz vidası ile ANK çivisini karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Sindesmoz yaralanması olan 31 hastanın 16 tanesine açık redüksiyon ve ANK çivisi ile tespit yapılırken, 15 tanesine plak ile tespit yapıldı ve sindesmoz vidası kullanıldı. Her bir grubun klinik, anatomik ve artritik değerlendirilmesi Philips’in ayak bileği değerlendirme kriterlerine göre yapıldı.
BULGULAR: İki grup arasında klinik ve anatomik skor açısından fark yok iken (p>0.05), ortalama artritik skor açısından fark mevcuttu (p<0.005). En sık komplikasyon (ANK grubunda dört hasta, plak-vida grubunda iki hasta) fibular kısalık idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak sindesmoz vidası ayak bileğindeki biyomekanik stresi arttırabilir. Fibular kısalmayı önleyemeyen ANK çivisi, ayak bileği kırıklarının büyük bir çoğunluğunu oluşturan oblik ya da parçalı fibula kırıklarında, plak-vida uygulamasına alternatif bir tedavi
yöntemi gibi durmamaktadır.
INTRODUCTION: The aim of this study was to determine the functional and radiographic outcome of Weber B and C ankle fractures with syndesmotic injury and compare the syndesmotic screw and the ANK nail.
METHODS: Of thirty-one patients with syndesmosis injury, sixteen were treated with open reduction and internal fixation with an ANK nail, and fifteen patients with a plate and supplemental syndesmotic screw. A clinical, anatomical and arthritis grading ankle scoring system according to Phillips was used to study the outcomes of each group.
RESULTS: There was no statistically significant difference between the two groups with respect to clinical score and anatomical score (p>0.05) but in the mean arthritis grading scoring (p<0.005). The most frequent complication (four patients from the ANK group, two patients, in the plate and screw group) was fibular shortening.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We conclude that syndesmotic screw might put some biomechanical stresses on the ankle joint. And also, if the fibular fracture is oblique and comminuted, which represents most of the ankle fractures, the ANK nail, which cannot prevent fibular shortening, does not seem an alternative technique to the syndesmotic screw and plate fixation in the ankle fractures with syndesmosis rupture.

3.
Brucella Tanısıyla Takip ve Tedavi Edilen Çocukların İncelenmesi
Evaluation of Children who are Followed and Treated with the Diagnosis of Brucellosis
Duygu Sömen Bayoğlu, Dilda Calhan, Tamay Gürbüz, Zehra Esra Önal, Narin Akıcı, Çağatay Nuhoğlu
Sayfalar 156 - 160
GİRİŞ ve AMAÇ: Brusellozis temelde bir hayvan hastalığı olup, insanlara genelde enfekte hayvanların etleri, sütleri ve süt ürünleri ile bulaşır, çok farklı klinik tablolarla seyredebilir. Bu çalışmamızda kliniğimizde brucella tanısıyla takip ve tedavi ettiğimiz 16 hastamızı geriye dönük olarak inceledik.
YÖNTEM ve GEREÇLER:
BULGULAR: Olgularda %75’le en sık saptanan şikâyet eklem ağrısı idi. Diğer sık saptanan şikâyetler %63 ile ateş, %56 ile halsizlik, %38 ile eklemde şişlik, %32 ile karın ağrısı, terleme, kusma, vücut ağrısı idi. Olgularda en sık saptanan fizik muayene bulgusu %63 ile ateşti. Olgulardan%50’sinde hepatomegali ve/ veya splenomegali, %13 ünde lenfadenomegali saptanmıştır. Olguların hepsi en az ikili tedavi almış olup, %13 (n=2) hasta üçlü tedavi almıştır. Tedaviye başlandıktan üç gün sonra bütün hastaların şikâyetleri gerilemiştir. Bütün hastaların tedavileri altı haftaya tamamlanmıştır. Olgulardan ikisinde relaps görülmüştür (%13). Bu hastalardan biri daha önce başka bir şehirde bir yıl tedavi görmüş olan hastadır. Diğer hasta ikili tedavi almıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ:
INTRODUCTION: Brucellosis is primarily an animal disease, is transmitted to humans by meats, milk and milk products of infected animals, can be seen in very different clinical presentations. In this study, 16 patients who were followed up and treated with the diagnosis of Brucellosis in our clinic were evaluated retrospectively.
METHODS:
RESULTS: The most frequent complaint of the cases was joint pain by 75%. Other frequent complaints were fever by 63%, weakness by 56%, joint swelling by 38%, abdominal pain, sweating, vomiting, body pain by 32%. The most frequent physical examination finding of the cases was fever by 63%. Hepatomegaly and/or splenomegaly were determined in 50% of the cases and lymphadenopathy was
seen in 13% of them. All patients received treatment with two types of antibiotics, 13% of them (n=2) received three types of antibiotics. Three days after the initiation of treatment, the complaints of all patients were decreased. The treatments of all patients have been completed in six weeks. In two cases (13%), relapse was observed. One of these patients had been treated previously for a year in a different city. Other patient received dual therapy.
DISCUSSION AND CONCLUSION:

4.
Kuru Göz Tedavisinde %0.05'lik Topikal Siklosporin A'nın Etkinliği
The Effiacy of %00.5 Topical Cyclosporin A in the Treatment of Dry Eye Disease
Hatice Tekcan, Nilay Akagün, Ayşe Burcu, Firdevs Örnek
Sayfalar 161 - 168
GİRİŞ ve AMAÇ: Kuru göz tedavisinde %00.5’lik topikal Siklosporin A’nın etkinliğini araştırmak.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kuru göz sendromu (KGS) tanısı almış 62 hasta prospektif olarak çalışma kapsamına alındı. Hastalar Sjögren ve Sjögren dışı kuru göz şeklinde gruplandırıldı. Delphi paneli sınıflandırmasına göre evrelendirildi. Rutin göz muayeneleri yapıldı. Anestezili ve anestezisiz Schirmer testi, Fluoresein ve Lissamin Yeşili ile boyanma skorları, Fluoreseinle gözyaşı kırılma zamanı (GKZ) değerlendirildi. İmpresyon sitolojisi alındı. Semptomlarının subjektif değerlendirmesi için Oküler Yüzey Hastalığı İndeksi (OYHİ) anketi kullanıldı ve günlük suni gözyaşı damla ihtiyacı şikayetlerin şiddetine göre hastanın kendisine bırakıldı. 3. ve 6. aylarda rutin göz muayenesi ve testler tekrarlandı. %0.05’lik Siklosporin A (Restasis®, Allergan, Waco, TX) tedavisinin etkinliği Sjögren ve Sjögren olmayan kuru göz olguları arasında klinik bulgu ve subjektif semptomlara dayanılarak karşılaştırıldı. Tedavinin etkinliğine kuru göz hastalığının evresinin
etkisi araştırıldı.
BULGULAR: Sjögren ve Sjögren olmayan grubun her ikisinde 3.ay ve 6.ayda tekrarlanan anestezili ve anestezisiz Schirmer testi ve GKZ skorlarında anlamlı artış, Fluoresein ve Lissamin Yeşili ile oküler yüzey boyanma skorlarında azalma, sitolojide düzelme saptandı. OYHİ skorlarında ve günlük suni gözyaşı kullanımında tedavi süresine paralel azalma izlendi. İki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Farklı KGS evrelerinin tedaviye verdiği cevap karşılaştırıldığında bulgularda düzelmenin en fazla evre 3’te olduğu gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: 6 aylık %00.5’lik topikal Siklosporin A kullanımı sonunda klinik bulgular ile subjektif parametrelerin anlamlı şekilde düzelmesi, 1, 2 ve özellikle de 3. evredeki kuru göz hastalarında etkili olması ilacın kuru göz hastalığında etkin olduğunu göstermektedir.
INTRODUCTION: To evaluate the efficacy of %00.5 topical Cyclosporin A in the treatment of dry eye disease.
METHODS: Sixty-two patients with dry eye disease were studied. Patients were divided into two groups: Sjögren and non-Sjögren dry eye. Dry eye severity was graded based on Delphi panel classification. At ocular examination Schirmer’s test with and without topical anesthesia, tear breakup time (TBUT) test with Fluorescein were applied. Lissamine green and Fluorescein staining were scored. Impression cytology samples were collected. To evaluate the subjective symptoms Ocular Surface Disease Index (OSDI) was performed. All tests were repeated at 3 and 6. months. The efficacy of %00.5 topical Cyclosporin A (Restasis®, Allergan, Waco, TX) was compared between Sjögren and non-Sjögren groups according as subjective and clinical symptoms. The effect of dry eye severity to efficacy of treatment was analyzed.
RESULTS: Schirmer’s test with and without topical anesthesia, tear breakup time (TBUT) test results, Lissamine green and Fluorescein staining scores, cytology findings showed improvement in both Sjögren and non-Sjögren groups. Reduction at OSDI scores and daily use of artificial tears were determined. The greatest symptomatic benefit occured in the grade 3 patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study after the use of Cyclosporin A in the treatment of dry eyes for a period of six months; significant improvement in clinical findings and OSDI scores was observed suggesting that Cyclosporin A is effective in tratment of grade1.2 and especially grade 3 dry eye disease.

5.
Gergi Bandı Tekniği ile Osteoentez Uygulanan Olekranon Kırıklı Hastalarda Klinik Sonuçlarımız
Clinical Results After Operative Treatment of Olecranon Fracture Using Tension Band Wire Technique
Levent Adıyeke, Meriç Uğurlar, Atila Polat, Serdar Günday
Sayfalar 169 - 175
GİRİŞ ve AMAÇ: Deplase olekranon kırıklarının tedavisinde gergi bandı tekniği ile osteosentez kabul edilmiş seçenekler arasındadır. Bu tedavi yöntemiyle tedavi edilmiş hastaların sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2006 ve 2010 yılları arasında olekranon kırığı nedeniyle açık redüksiyon ve gergi bandı yöntemi ile tedavi edilen ve takipleri yapılan 24 hasta incelemeye alındı. Hastalardan 15’i erkek ve 9’u kadın ortalama yaş 45 (17-90 yaş) idi. Yaralanma mekanizması trafik kazası, düşme ve direk travma idi. Schatzker sınıflama sistemine göre 17 olgu Tip A (transvers), 6 olgu Tip C (oblik) ve 1 olgu Tip D (parçalı) idi.
BULGULAR: Tüm hastalar ortalama 29 ay (13-58 ay) takip edildi. Son takip değerlendirmesinde dirsek flexionu ortalama 128 derece (95-130 derece) ve ekstansiyon kısıtlılığı 15 derece (10-40 derece) idi. Dirsek fonksiyonel değerlendirmesi Murphy kriterlerine göre 16 olgu mükemmel, 6 olgu iyi, 1 olgu makul, 1 olgu kötü idi. İyi ve mükemmel olgu oranı %91 idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Farklı tipte deplase olekranon kırıklarının tedavisinde uygulanan açık redüksiyon ve internal fiksasyon tekniklerinden biri olan gergi bandı tekniği ile memnun edici ve etkili sonuçlar elde edilmiştir.
INTRODUCTION: Tension-band wiring has been accepted as the treatment of choice for displaced olecranon fractures. The aim of this study was to evaluate the results of the treatment.
METHODS: Between 2006 and 2010 years, 24 patients with displaced olecranon fractures underwent open reduction and internal fixation with tension band wiring methods. There were 15 males and 9 females with an average age of 45 years (range, 17-90 years). The injury mechanism included traffic accident, falling, and direct trauma. According to Schatzker classification, 17 fractures were rated as type A (Transverse), 6 as type C (Oblique), and 1 as type D (Comminuted).
RESULTS: All patients were followed up 12-58 months with an average of 45 months. At last follow-up, the average flexion of the elbow was 128 degrees (range, 95-130 degrees) and average extension deficiency of the elbow was 15 degrees (range, 10_40 degrees). According to elbow functional evaluation criteria by Murphy, the results were excellent in 16 cases, good in 6, fair in 1, and worse in 1; the excellent and good rate was 91%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In treatment of displaced olecranon fractures, open reduction and internal fixation can be performed with tension band wiring based on different fracture types and the effectiveness is satisfactory.

6.
Doğum Mevsimlerine Göre Bebeklerin Antropometrik Ölçüm Değerlerindeki Değişiklikler
Comparison of Anthropometric Measurements of Infants Who Were Born in Different Seasons
Muharrem Bostancı
Sayfalar 176 - 180
GİRİŞ ve AMAÇ: Bizim bu çalışmayı düzenlemedeki amacımız, gebelik sürecinin büyük bölümünü kış aylarında geçiren annelerde muhtemel D vitamini eksikliğinin bebeklerin doğum antropometrik ölçümlerine etkisi araştırılacaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif olarak yaptığımız araştırmamızın çalışma grubunu Ardahan Devlet Hastanesinde 2011 ve 2010 yıllarında Nisan- Mayıs ve Haziran aylarında doğan bebekler oluştururken, kontrol grubunu Eylül- Ekim ve Kasım ayında doğan bebekler oluşturmaktadır. Bu iki
grubunu ortalama doğum kilosu ve boyları karşılaştırılarak istatistiksel veriler elde edilmiştir.
BULGULAR: Yapmış olduğumuz araştırmada toplam 1218 bebeğin verilerine ulaşılmıştır. Araştırmamıza katılan 1218 bebeğin 632 tanesi çalışma grubunu oluştururken, 586 tanesi de kontrol grubunu oluşturmaktadır. İstatistiksel olarak anlamlı olmakla birlikte, çalışma grubunun ortalama doğum kilosu 2950±457,2gr olup, çalışma grubunun ortalama doğum kilosu 3080±407,0gr olarak tespit edilmiştir(p<0,05). Araştırmamıza katılan bebeklerin doğum boyları karşılaştırıldığında, istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte, çalışma grubunun
ortalama boy uzunluğu 48,5±2,8cm olup, kontrol grubunun ortalama boy uzunluğu 50,1±1,7cm olarak tespit edilmiştir(p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: D vitaminin in utero dönemde bebeklerin boy ve kilo gelişimi üzerine etkisi noktasında farklı sonuçlara varan çalışmalar bildirilmiştir. Bazı araştırmalarda D vitaminin fetal büyüme üzerine olumlu etkisi olduğu ifade edilirken, bazı araştırmalara göre de herhangidir etkisinin olmadığı ifade edilmiştir. D vitaminin başta kemik metabolizması olmak üzere, bağışıklık sisteminin gelişiminde, solunum sistemi sağlığında, santral sinir sistemi hastalıklarının önlenmesinde, üreme sağlığı üzerinde, kanser ve önlenmesinde önemli etkilere sahip olduğu kesin olarak bilinen önemli bir vitamindir.
INTRODUCTION: Our aim is to compare anthropometric measurements of infants whom their mothers likely suffering vitamin D deficiency because the mothers had spend large part of pregnancy in winter.
METHODS: We compared retrospectively anthropometric measurements of infants who were born in April, May and June of 2010 and 2011 years to infants who were born in December, October and November of 2010 and 2011 years at Ardahan State of Hospital.
RESULTS: We achieved 1218 infant’s data about their anthropometric measurements. 632 of them were in study group and 586 of them were in control group. It is statistically significant that mean birth weight of study group was 2950±457,2gr and we detected mean birth weight of control group was 3080±407,0gr(p<0,05). Although not statistically significant, mean birth height of the study group was 46,5±2,8cm and control group’s mean birth height was 50,1±1,7cm(p>0,05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to previous researches, there are different results whether vitamin d affects the development of infants during gestational period. Some results show that vitamin D has positive effects on birth weight and height of infants in utero and some results show that there are no effects of vitamin D on birth weight and height of infants. However, vitamin D has important role especially in bone mineralization, improvement of immune system, prevention from central nervous system diseases and cancer treatment and
prevention.

7.
Orta Derecede Yüksek Rakımda (Ardahan-200 m) Yaşayan Çocuklarda Yüksekliğin Hematolojik Değerlere Etkisi
Differences of Hematological Values Between Children Who Admitted to Pediatric Departments From Different Altitutes
Muharrem Bostancı, Murat Aydın
Sayfalar 181 - 187
GİRİŞ ve AMAÇ: Bizim amacımız yüksek rakımın çocuklarda hematolojik parametrelere olan etkisini değerlendirmek ve bu bölgede görülen anemi sıklığını tespit etmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ardahan Devlet Hastanesi (rakım ~2000 metre) ve Ankara Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi (rakım~750 metre) çocuk kliniklerine başvuran çocukların hematolojik verileri karşılaştırılarak aradaki farklılıklar ortaya konulmuştur.
BULGULAR: Araştırmaya katılan 1600 çocuğun 677 tanesi kontrol grubunu oluştururken 923 tanesi çalışma grubunu oluşturmaktadır. Yaş ve cinsiyete göre normal referans değerleri kıyas alınarak anemi sıklığına baktığımızda, çalışma grubunda %25,4 (n=234) oranında
anemi tespit edilirken, kontrol grubunda %18,3 (n=124) oranında anemi tespit edilmiştir. İstatistiksel olarak anlamlı olmakla birlikte, çalışma grubunun ortalama RBC değeri 5,0±0,4 x106/μL, kontrol grubunun ortalama RBC değeri 4,6±0,3 x106/μL olarak tespit edilmiştir. Diğer parametreler arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Dünya genelinde anemi sıklığı giderek azalan bir eğilim göstermesine rağmen, ülkemizde özellikle kırsal kesimin yoğun olduğu, beslenme ve ekonomik düzeyin düşük olduğu bölgelerde anemi sıklığı %30’lara kadar çıkmaktadır. Yaşanılan bu yüksek rakımın neden olduğu hematolojik adaptasyon neticesinde RBC ve hemoglobulin değerleri yükselerek anemi tablosunu gölgelemekte ve yanlış negatif sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
INTRODUCTION: Our aim is to evaluate effects of high altitude on hematological values and to demonstrate the prevalence of anemia on this rural area.
METHODS: We demonstrated differences of hematological values between children who admitted to pediatric department of Ardahan State Hospital (altitude ~2000meter) and Ankara Atatürk Univetsity Faculty of Medicine (altitude~750meter).
RESULTS: Totally 1600 children were investigated in this study. 923 of them were in study group and 677 of them were in control group. According to age and gender reference values, the prevalence of anemia in study group was 25, 4% and in control group the prevalence of anemia was 18, 3%. It is statistically significant that mean RBC value of study group was 5, 0±0,4x106/μL and mean RBC value of control group was 4,6±0,3 x106/μL. Additionally, there was no statistically significant differences on other hematological values between these groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although the prevalence of anemia has decreasing around the world, especially in rural areas of our country the prevalence of anemia has increasing up to 30% level due to low socioeconomic status, low level of education and lack of sufficient nutrition intake. Additionally, living at high altitude causes some hematological adaptations so that RBC and hemoglobulin values increase. Therefore, this increase may overshadow some patient who has actually low hemoglobulin level.

8.
Lasik Cerrahisi Sonrası Proflaksi İçin Kullanılan Tobramisin Dekzametazon Kombinasyonunun Etklinlik ve Tolaribilitesinin İncelenmesi
Comparison of the efficacy and tolerability of Tobramycin and Dexamethasone combination for prophylaxis in a laser-assisted in situ keratomileusis (LASIK) population
Mustafa Eliaçık, Göktuğ Demirci, Mustafa Özsütçü, Banu Arslan, İbrahim Gökhan Gülkılık
Sayfalar 188 - 195
GİRİŞ ve AMAÇ: Lasik cerrahisi sonrası proflaksi için reçete edilen Tobramisin ve Dekzametazonun ayrı ayrı kullanımları ile tek bir kombine preparatta kullanımlarının etkinlik ve uyum açısından karşılaştırılması.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Prospektif, randomize, tek kör ve paralel grup olarak yapılan çalışmada her iki gözünden LASİK cerrahisi geçirmiş 58 hasta oküler enflamasyon ve infeksiyon açısından izlenirken Grup A (28 hastanın 56 gözü) %0.3 Tobramisin (3mg/ml) + %0.1 Deksametazon (1mg/ml) (TobraDex® Alcon) kombine formunu, Grup B (30 hastanın 60 gözü) ise %0.1 Deksametazon (Maxidex® Alcon ) ve %0.3 Tobramisin (3mg/ml) (Tobrex® Alcon) etken maddelerini içeren preparatları tekli formlarda göze topikal olarak uygulamışlardır. Ameliyat
öncesinde ve ameliyat sonrası dönemde 1,3 ve 10 günlerde görme keskinliği,göz içi basıncı,kornea, konjonktiva ve kapaklarda ki
inflamasyon ile oküler yakınmalar ve belirtile ri(yanma,batma,sulanma,yabancı cisim hissi ve ağrı) değerlendirildi.
BULGULAR: İki grup arasında yapılan karşılaştırmalarda postoperatif dönemde oküler enfeksiyon yada uzun süren enflamasyon belirtilerine rastlanılmaz iken elde edilen objektif ve subjektif şikayetler arasında da istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Bunun yanında ilaçları kombine olarak kullanan grup da batma ve yanma açısından 3. günde farklılık olmakla beraber istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunamadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Lasik ameliyatı sonrasında proflaksi için kullanılan tobramisin ve dekzametazonun kombine edilmiş hali ile etken maddeyi içeren tekli formlarının kullanımı arasında etkinlik ve tolaribilite açısından fark bulunamadı. Kombine formun kullanımı da bu iki ilacın ayrı ayrı
kullanımı kadar etkili olmaktadır.
INTRODUCTION: To compare the efficacy and tolerability of a fixed-dose combination of 0.3% Tobramycin and 1% Dexamethasone formulation versus the same agents administered separately for prophylaxis in a laser-assisted in situ keratomileusis (LASIK) population.
METHODS: In a prospective, randomized, onemasked, parallel-group study, 97 patients were evaluated for signs and symptoms of ocular infection or inflammation after bilateral LASIK. Group A (28 patients, 56 eyes) received a combined formulation of 0.3% tobramicin + 1% dexamethasone (Tobradex). Group B (30 patients, 60 eyes) received conventional treatment with the same agents from separate vials. Baseline and postoperative assessments were made on surgery days -2, 1, 3, and 15 and consisted of visual acuity; intraocular pressure; severity of inflammation of eyelids, conjunctiva, and cornea;tearing; ocular discomfort (foreignbody sensation, itching, or photophobia); and ocular pain.
RESULTS: No ocular infection or persistent inflammation was detected in either group at any time. All objective and subjective criteria of efficacy were similar regardless of treatment, with no significant differences between the groups. More patients who were dosed with the combined agent complained of mild ocular discomfort on day 3, but this different has no signifigant statistical difference between two groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Post-LASIK topical prophylaxis with combined tobramicin + dexametazon eye drops (Tobradex) was well tolerated. This formulation appears to be therapeutically equivalent to conventional dosing with tobramicin and dexametazon from individual bottles for topical prophylaxis after laser refractive surgery.

9.
Koroner Ater Bypass Graft Yapılan Tip 2 Diyabetik Hastalarda Posoperatif Dönemde İntensif İnsulin Tedavisi
Intensive Insulin Therapy in Postoperative Period in Type 2 Diabetics Undergoing Coronary Artery Bypass Grafting
Sevil Özkan, Kadir Kayataş, Refik Demirtunç, Oğuz Uğur, Fatih Özdemir, Ahmet Yavuz Balcı, Mehmet Kızılay, Ünsal Vural, Yavuz Şenöz, İlyas Kayacıoğlu, İbrahim Yekeler
Sayfalar 196 - 201
GİRİŞ ve AMAÇ: Diabetes mellitus (DM) kardiyovasküler hastalık gelişiminde önemli ve bağımsız bir risk faktörüdür. Koroner ateroskleroz rastlanma oranı diyabetiklerde, diyabetik olmayanlara göre daha yüksek olup; hızlı bir seyir gösteren, daha yaygın damar tutulumu ve daha çok damar hastalığı insidansı vardır. Bu çalışmanın amacı koroner arter bypass graft yapılan tip 2 diyabetik hastaların demografik ve laboratuar bulgularının değerlendirilmesi ve taburcuk sırasında düzenlenen bazal–bolus insülin dozlarının belirlenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Koroner arter bypass cerrahisi yapılan tip2 diyabetli 99 hasta çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan tüm hastalardan 10-12 saatlik gece açlığını takiben, sabah saat 08: 00-08: 30 saatlerinde açlık kan şekeri, BUN, kreatinin, HbA1c(%), TSH, serbest T4, serbest T3 testleri için kan örnekleri alındı. Hastaların arteryel kan basıncı değerleri, vücut ağırlıkları, boyları, bel çevreleri ölçülerek kaydedildi. Hastaların
diyabet süresi, diyabet başlangıç yaşı, oral antidiyabetik ilaç kullanımı, dozu, kullanım süresi, insulin kullanımı, dozu (ü/kg), kullanım süresi sorgulanarak kaydedildi. İstatistiksel analizler için SPSS for Windows 16.0 programı kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmaya Dr Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesine koroner arter bypass graft (CABG) yapılan 99 tip 2 diyabetik hasta alındı. Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalamaları 59,74±8,51 yıl olup, %25,3‘ü kadın ve %74,7’si erkekti. Hastaların ortalama diyabet süresi 7,9±6,68 (yıl) olup, ortalama vucut kitle indeksi 28,64±4,11(kg/m²), boy 168,09±8,26(cm), kilo 80,91±12,69 (kg) idi. Preoperatif dönemde hastaların %14,1’i insulin, %58,6’sı oral antidiyabetik ilaçlar, %4’ü diyabetik diyet, %23,2 ‘si diyabet açısından hiçbir tedavi görmüyordu. Hastalar taburcu edilirken düzenlenen bazal insulin dozu Unite (U) 20,2±5,81 U, bazal insulin U/kg 0,25±0,08, bolus insulin 22,11±7,11U, bolus insulin U/kg 0,28±0,1 idi. Hastalar tiroid disfonksiyon sıklığı açısından incelendiğinde; subklinik hipertiroidizm 20 hastada (%20,2), subklinik hipotiroidizm 3 hastada (%3) ve overt hipotiroidizm 2 hastada (%2) görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Koroner arter bypass graft yapılan tip 2 diyabetik hastaların postoperatif glisemi regulasyonu major komplikasyonları, mortaliteyi ve enfeksiyon riskini belirgin olarak azaltır. Koroner arter bypass cerrahisi geçiren hastalarda insulin direnci yüksekliği postoperatif dönemde bir veya iki hafta devam edeceğinden hastalar taburcu edilirken bazal ve bolus insülin ihtiyacının yüksek olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
INTRODUCTION: Diabetes mellitus is an independent risk factor for cardiovascular disease. Incidence of coronary atherosclerosis is higher in diabetics than non-diabetics; it has a rapid course and shows more frequent vascular involvement and disease. This study aims to evaluate
laboratory and demographic data and to determine basal-bolus insulin dosages at discharge.
METHODS: The study included in 99 type 2 diabetics undergoing coronary artery bypass grafting (CABG). Overnight fasting blood samples (10-12 hours) were collected between 08: 00 and 08: 30 a.m for testing fasting blood glucose, BUN, creatinine, HbA1c (%), TSH, free T4, free T3.Arterial blood pressure, body weight, height, waist circumference were measured and recorded. Duration of diabetes, the age at its onset, oral antidiabetic medication, its dosages, duration of use, insulin use, dosage (U / kg) and duration were noted.. The statistical
analyses were performed using SPSS for Windows 16.0 software.
RESULTS: The study included 99 type 2 diabetics undergoing coronary artery bypass graft (CABG) at Dr Siyami Ersek Thoracic and Cardiovascular Surgery Training and Research Hospital. The mean age was 59.74 ± 8.51 years, 25.3% were females and 74,7% were males. The mean duration of diabetes was 7.9 ± 6.68 yrs and BMI 28.64 ± 4.11 (kg / m²), height 168.09 ± 8.26 (cm), weight 80.91 ± 12.69 (kg). In the preoperative period, 14.1% patients were on insulin therapy, 58,6% were on oral antidiabetic drugs; 4% were on the diabetic diet, 23.2% were without any treatment for diabetes. Patients were discharged on basal insulin dosage unit (U), 20.2 ± 5.81 U; basal insulin U / kg 0.25 ± 0.08; bolus insulin 22.11 ± 7.11 U; bolus insulin U / kg 0, 28 ± 0.1.As to the incidence of thyroid dysfunction, 20 patients had subclinical hyperthyroidism, 3 subclinical hypothyroidism and 2 overt hypothyroidism.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Regulating of glycemia in type 2 diabetics undergoing CABG significantly reduces the major postoperative complications, mortality and risk of infection. As high insulin resistance in patients undergoing coronary artery bypass surgery continues for a week or two in the postoperative period, basal and bolus insulin need should be taken into account at discharge.

OLGU SUNUMU
10.
ST Elevasyonlu Miyokard Enfarktüsü ile Persistan Thebesian Sinusoidleri Birlikteliği
Togetherness with ST Elevated Myocardial Infarction and Persistent Thebesian Sinusoids
Adem Bekler, Emine Gazi, Ahmet Temiz, Burak Altun, Ahmet Barutçu
Sayfalar 202 - 205
Epikardiyal koroner arterler ile ventriküller arasında direkt bağlantı sağlayan koroner arter fistülleri çoğunlukla herhangi bir nedenle yapılan koroner anjiyografi sırasında tespit edilmekte ve koroner çalma sendromuna neden olarak iskemiye yol açabilmektedir. Biz burada, akut inferior miyokard enfarktüsü ile başvuran ve yapılan primer perkütan koroner girişim için yapılan koroner anjiografide sirkumflex ve sol ön
inen arterden sol ventriküle fistüle neden olan kalıcı Thebesian sinusoidleri tespit edilen 65 yaşındaki bayan bir vakayı sunmayı amaçladık.
Coronary artery fistulas connecting epicardial coronary arteries to the ventricles can be found generally during coronary angiography which performed for any reason and can cause ischemia by leading coronary steal syndrome. Here we aimed to present a 65 year-old woman who presented with acute inferior myocardial infarction and performed coronary angiography for primary percutaneus coronary intervention showing persistent Thebesian sinusoids due to fistulas to left ventricle from circumflex and left anterior descending artery.

11.
Apendiks Mukoselinin Laparoskopik Eksiyonu: İki Olgu Sunumu
Laparoscopic Excision of Appendix Mucocele: Two Cases Report
Buşra Burcu, Tuba Atak, Mustafa Demir, Oktay Yener, Orhan Alimoğlu
Sayfalar 206 - 209
Apendiks mukoseli; nadir görülen, potansiyel risklere sahip, lümende mukus birikimiyle karakterize bir patolojidir. Ameliyat öncesi kesin tanısı zordur. Operasyon bulgularına ve patolojik incelemeye bağlı olarak tedavisi appendektomiden sağ hemikolektomiye kadar uzanır. Bu yazıda; karın ağrısı ile tarafımıza başvuran, mukosel tespit edilerek başarıyla laparoskopik appendektomi uyguladığımız iki olguyu sunmayı amaçladık.
Appendix mucocele is a rare condition in which mucus is accumulates in the lumen. It has some potential risks. Definite diagnosis is difficult preoperatively. Depending on the operative findings and the pathological evaluation, the spectrum of surgery extends from appendectomy to right hemicolectomy. In this study; patients who admitted hospital with abdominal pain diagnosed with appendix mucocele and treated with laparoscopic appendectomy successfully, were presented.

12.
Conn Sendromunda Venöz Örnekleme Sonrası Laparoskopik Sol Sürrenalektomi
Left Laparoscopic Adrenalectomy in Conn’s Syndrome After Venous Sampling
Öztekin Çıkman, Ömer Faruk Özkan, Hasan Ali Kiraz, Hacer Şen, Gürhan Adam, Faruk Özkul, Şükrü Taş, Umut Ercan, Muammer Karaayvaz
Sayfalar 210 - 213
Primer Hiperaldosteronizm; Aldosteron hormonunun adrenal kortexten genellikle soliter adenom veya bilateral adrenal hiperplaziye bağlı otonom aşırı salgılanması, plazma renin aktivitesinin (PRA) baskılanması ve bunun sonucunda da hipertansiyon ve hipopotasemi ortaya çıkmasıdır. 30-50 yaş kadınlarda daha sık olduğu bildirilmektedir. Cerrahi tedavi planlanan hastalara, adrenal venöz örnekleme (AVÖ) önerilmektedir. AVÖ unilateral hastalığı bilateral hastalıktan ayırmada altın standart olarak görülmektedir. Çalışmamızda, kliniğimizde ilk kez yapılan venöz örnekleme sonrası tanısı konulan sürrenal adenomu olgusunun sunulması amaçlanmıştır.
Primary Hyperaldosteronism is considered as autonomous excessive secretion of aldosterone hormone via adrenal cortex, usually due to solitary adenoma or bilateral adrenal hyperplasia and suppression of Plasma Renin Activity (PRA) resulting in hypertension and hypokalemia. Typically, it is reported in women at the age of 30-50. Adrenal Venous Sampling (AVS) is recommended to patients whom are planned to have surgical treatment. AVS is known as the best procedure that helps distinguish unilateral disorder from bilateral disorder. Our study aims to present adrenal adenoma diagnosed via venous sampling which has been done for the first time ever at our clinic.

13.
Uzun Etkili Kalsiyum Kanal Blokeri Zehirlenmeleri
Intoxications of Long Acting Calcium Channel Blockers
Volkan Hancı, Rahşan Dilek Okyay, Özer Kandemir, Hilal Ayoğlu, Bülent Serhan Yurtlu, Feray Tavukçu, Işıl Özkoçak Turan
Sayfalar 214 - 219
Giriş: Özkıyım amaçlı verapamil intoksikasyonu olan iki olguda kalsiyum kanal blokerleri intoksikasyonu ve tedavisinin irdelenmesi
amaçlanmıştır. Olgu 1: Toplam 5,04 gr verapamil ve 56 mg trandolapril peroral alınımından 14 saat sonra hastaneye getirilmiş. Genel durumu kötü, bilinci konfü, arteriyel tansiyon 60/30 mmHg, kalp atım sayısı 65.dk-1’di. Dopamin, dobutamin, adrenalin ve kalsiyum infüzyonu, nazogastrik lavaj ve aktif kömür başlandı. Olgumuza 3 mg glukagon uygulandı. Pacemaker sonrası plazmaferez uygulanırken kalp atım sayısının 45.dk-1’ya düşmesi ve desatüre olması üzerine entübe edildi. Kardiopulmoner resüsitasyona (CPR) başlandı ve CPR’ın 2. saatinde femoral ven-femoral arter yoluyla ekstrakorporeal dolaşım uygulandı. 10 saat ekstrakoorporeal dolaşımda kalan, plazmaferezi devam eden, kalsiyum replasmanı süren hasta, intraaortik balon pompası ve maksimum dozda inotropik
ve vazokonstrüktör destek ile ekstrakorporeal dolaşımdan çıkartıldı. Maksimum dozda inotropik desteğe rağmen arteriyel tansiyon
değerleri düşen, trombositopeni, ARDS, renal yetmezlik tablosu gelişen hasta kabulünün 5. günü arrest oldu. CPR’a cevap vermedi, exitus olarak kabul edildi. Olgu 2: Toplam 3,6 gr verapamil peroral alımından 12 saat sonra hastaneye getirilmiş. Genel durumu orta, bilinç açık, arteriyel tansiyon 60/30 mmHg, kalp atım sayısı 44.dk- 1’di. Nazogastrik lavaj, aktif kömür ve dopamin infüzyonu başlandı. Kalsiyum replasmanı yapıldı. Pacemaker takıldı. Hemoperfüzyon uygulandı. İlaç alımından 15 saat sonra, arteriyel tansiyon değeri 50/30 mmHg, kalp atım sayısı 30.dk-1 olan, bilinci kapanan ve kardiak arrestgelişen hasta entübe edildi. CPR`a başlandı ve yanıt alındı. Kalsiyum infüzyonuna devam edilen hasta mekanik ventilatörde takip edildi. Tekrar kardiak arrest gelişen ve CPR uygulanan
hastanın ilaç alımından 17 saat sonra idrar çıkışı başladı ve arteriyel tansiyon değeri 24. saatte 120/50 mmHg’a yükseldi. 5,5 saat
hemoperfüzyon uygulandı. Yoğun bakımda 2. gününde vitalleri stabilleşen hasta 15. gününde extübe, 50. gününde taburcu edildi.
Sonuç: Kalsiyum kanal blokeri zehirlenmeleri yaşamı tehdit eden komplikasyonlara neden olabilecek, acil ve agresif destek ve antidotal tedavi gerektiren zehirlenmelerdir. Agresif resüsitasyon, plazmaferez, intraaortik balon pompası ve ekstrakoorporeal dolaşım uygulamalarının da destek tedavide yeri vardır.
Introduction: The aim is to evaluate calcium channel blocker intoxication and treatment of two cases of verapamil intoxication with
suicidal intention. Case 1: The patient was brought to hospital 14 hours after oral intake of a total of 5.04 g verapamil and 56 mg trandolapril. General situation was bad, the patient was confused, arterial blood pressure was 60/30 mmHg, and heart rate was 65 min-1. Dopamine, dobutamine, adrenaline and calcium infusion, nasogastric lavage and activated carbon were begun. The case was given 3 mg glucagon. After pacemaker while administering plasmapheresis, heart rate fell to 45 min-1 and upon desaturation the patient was intubated. Cardiopulmonary resuscitation (CPR) was begun and in the 2nd hour of CPR extracorporeal circulation was applied through the femoral vein-femoral artery. Extracorporeal circulation lasted for 10 hours, while plasmapheresis and calcium replacement continued. The patient was removed from extracorporeal circulation with support of intraaortic balloon pump and maximum doses of inotropics and vasoconstrictors. Despite support with maximum dose inotropics arterial blood pressure values fell and a tableau of
thrombocytopenia, ARDS and renal failure developed. On the 5th day after admission the patient arrested, did not respond to CPR and
was declared dead. Case 2: Twelve hours after oral intake of a total of 3.6 g verapamil the patient was brought to hospital. General condition was moderate, aware with arterial blood pressure of 60/30 mmHg, and heart rate of 44 min-1. Nasogastric lavage, activated carbon and dopamine infusion were begun. Fifteen hours after medication intake arterial blood pressure was 50/30 mmHg, heart rate was 30 min-1, the patient lost consciousness and developed cardiac arrest and was intubated. CPR was begun and the patient responded. Calcium infusion continued while the patient was monitored with a mechanic ventilator. Cardiac arrest developed again and CPR was administered. Seventeen hours after medication intake urination began and arterial blood pressure values in the 24th hour rose to 120/50 mmHg. Hemoperfusion was administered for 5.5 hours. On the 2nd day in intensive care the patient’s vital signs stabilized, on the 15th day they were extubated and on the 50th day they were discharged. Conclusion: Calcium channel blocker poisoning may cause life-threatening complications and requires emergency, aggressive support and antidotal treatment. Aggressive resuscitation, plasmapheresis, intraaortic balloon pump and extracorporeal circulation all have a place in supportive treatment.

LookUs & Online Makale