ISSN: 2630-5720 | E-ISSN: 2687-346X
HAYDARPAŞA NUMUNE MEDICAL JOURNAL - Haydarpasa Numune Med J: 51 (1)
Cilt: 51  Sayı: 1 - 2011
ARAŞTIRMA MAKALESI
1. 
Pamukkale Üniversitesi Hastanesi Anestezi Yoğun Bakım Ünitesindeki Alet İlişkili Hastane Enfeksiyonları
Device-Associated Hospital İnfections in Anesthesiology İntensive care Unit of Pamukkale University Hospital
Ahmet Gürbüz, Hülya Sungurtekin, Melahat Gürbüz, Suzan Saçar, Simay Serin
Sayfalar 1 - 8
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, hastanemiz Anestezi Yoğun Bakım ünitesinde (AYBÜ) iki yıllık bir sürede alet ilişkili enfeksiyon hızlarının ve enfeksiyon etkeni mikroorganizmaların yıllara göre dağılımlarının saptanması ve sonuçlarının irdelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma iki yıllık bir sürede gerçekleştirilmiştir. Yoğun bakım ünitemizde 48 saatten fazla kalan hastalar çalışmaya dahil edilmiş olup, günlük vizitlerle elde edilen veriler enfeksiyon takip formuna kaydedilmiştir. Hastalar prospektif olarak laboratuvara ve hastaya dayalı, aktif sürveyans yöntemi ile değerlendirilmiştir. Nozokomiyal alet ilişkili enfeksiyon tanıları Centers for Disease Control and Prevention (CDC) kriterleri esas alınarak konulmuştur. Enfeksiyon hızlarının hesaplanmasında National Nosocomial Infections Surveillance (NNIS) kriterleri kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışmanın yapıldığı iki yıllık sürede toplam 718 hasta AYBÜ’de takip edildi. Takip edilen hastaların 58’inde (%8) 75 AİHE saptandı. Alet ilişkili hastane enfeksiyonu gelişen grupta ortalama mortalite oranı %56,8 olarak bulundu. Alet ilişkili hastane enfeksiyonu dağılımına bakıldığında en fazla mekanik ventilatör ilişkili pnömoni (%53,2) görülür iken ikinci sıklıkta üriner kateter ilişkili enfeksiyonu (%33.7) üçüncü sırada ise santral kateter ilişkili bakteriyemi (%10.3) rastlandı. Çalışmamızda 2004 yılında 378 hasta, 1481 yatış gününde takip edildi. İnvaziv girişim gün sayı sı mekanik ventilatör için 1279, üriner kateter için 1332 ve santral kateter için 947 gün idi. Bu süre içinde 22 MVİP, 16 ÜKİE ve 3 SVKİB meydana geldi. 2005 yılında ise 340 hasta 1545 yatış gününde takip edildi. İnvaziv girişim gün sayısı mekanik ventilatör için 1112, üriner kateter için 1313, santral kateter içinse 911 gün idi. Aynı yıl 19 MVİP, 10 ÜKİE ve 5 SVK‹B meydana geldi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım üniteleri gibi kritik hastaların takip ve tedavilerinin yapıldığı ünitelerde daha sık olarak uygulanan invaziv işlemlerin endikasyonları iyi konulmalı, kullanım süreleri minimuma indirgenmeli ve sterileteye azami ölçüde dikkat edilmelidir.

2. 
Bogata Bag ile Batın Duvarının Geçici Olarak Kapatılması Güvenli Bir Yöntemdir
Temporary Abdominal Closure With Bogata Bag is a Safe Procedure
Ali Aktekin, Günay Gürleyik, Kazım Kazan, Güneş Örgün, Abdullah Sağlam
Sayfalar 9 - 14
GİRİŞ ve AMAÇ: Batın içi yaygın enfeksiyonlarda veya artmış batın içi basınç durumunda batın duvarının geçici olarak kapatılması gerekebilir. Barsakların canlılığının şüpheli olduğu durumlarda veya batın içinin tekrar gözden geçirilmesi gerektiği durumlarda da batının geçici olarak kapatılması planlanabilir. Batının Bogota bag ile kapatılması, batın içine kolayca ulaşılmasını sağlayan bir teknik olarak görünmektedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Batın duvarı Bogota bag ile kapatılan 15 hasta retrospektif olarak incelendi. Bogota bag olarak 3L’ lik steril irrigasyon sıvısı torbası kullanıldı. Bogota bag subkutan dokuya 1 numara polipropilen ile kotüne olarak tespit edildi. Batın içi genel anestezi altında 24 ila 72 saat aralıklarla tekrar değerlendirildi. Batın içi yıkandı, gerekli olan cerrahi işlemler uygulandı ve batın duvarı yeni bir Bogota bag ile tekrar kapatıldı. Batın duvarı batın içi enfeksiyon düzeldiğinde ve/veya barsakların canlılığında şüphe kalmayınca kalıcı olarak kapatıldı.
BULGULAR: Bogota bag her hasta için bir ila dokuz kes değiştirildi. Ortalama hastanede yatış zamanı 22 gündür. Üzücü olarak 15 hastanın 6’ sı (%40) hastanede yatarken sepsisten veya diğer ek hastalıklardan dolayı öldü. Hastaların hiçbirinde Bogota bag ve batın içi organlar arasında yapışıklık görülmedi. Hastaların hiçbiri yeni fistül geliştirmedi ve batın içi enfeksiyonda artma görülmedi. Bogota bag yara dudaklarının birbirine yakın durmasını sağlayarak batının kalıcı olarak kapatılmasında kolaylık sağladı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Batının geçici olarak kapatılmasında ideal yöntem batın içi organları korumalı ve zarar vermemeli, kontaminasyonu engellemeli, eviserasyon riskini azaltmalıdır. Bogota bag ile batın duvarının geçici olarak kapatılması güvenli, basit, ucuz ve etkili bir yöntemdir. Batın içine kolayca ulaşmamızı sağlar.

3. 
Kanama ile Hipovolemi Oluşturulan Sıçanlarda Resüsitasyon Sıvılarının Hemodinamik Parametreler ve Kan Biyokimyasi Üzerine Etkileri
Yhe Effects of Resusciation Fluids on Hemodynamic Parameters and Blood Biochemistry of Rats Bled to Hypovolemia
Fethi Gül, Osman Ekinci, Tuba Pelit, Berna Terzioğlu, Gülşen Bosna, Mehmet Erşahin, Neşe Aydın, M. Zafer Gören
Sayfalar 15 - 22
GİRİŞ ve AMAÇ: Hemorajik şok nadir rastlanılan ancak hemodinamik bozukluk, oksijen taflınımında ve doku perfüzyonunda azalma, hücresel hipoksi, organ hasarı ve ölüme neden olan ciddi bir komplikasyondur. Bu çalışma, kanama ile hipovolemi oluşturulan sıçanlarda tam kan, düşük moleküler ağırlıklı nişasta solüsyonu ve dekstranlı hipertonik saline solüsyonlarının hemodinamik parametreler, koagülasyon ve doku perfüzyonu üzerine olan etkinliklerini araştırmak amacıyla tasarlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Deneylerde 200–250 g Sprague Dawley sıçanlar (her grupta n=7) kullanılmıştır. Sıçanlar, sol iliak arterden 20 dakikalık üç birbirini takip eden basamakla kanama yapılarak ortalama kan basıncı yaklaşık 20 mmHg da stabilize edilene kadar düşürülmüştür. Gruplardaki sıçanlara sonrasında dekstranlı hipertonik saline solüsyon (4 ml/kg; i.v.), düşük moleküler ağırlıklı nişasta solüsyonu (4 ml/kg; i.v.) ya da saklanmış tam kan transfüzyonu (2 ml/100 g; i.v.) 30 dakika süresince uygulanmıştır.
BULGULAR: Tam kan ya da dekstranlı hipertonik saline solüsyonu uygulanan sıçanlardaki ortalama kan basıncı düşük moleküler ağırlıklı nişasta solüsyonu uygulanan sıçanların ortalama kan basıncından yüksek bulunmuştur. Gruplar arasında kalp hızı değerleri arasında anlamlı bir farklılık görülmedi. Düşük moleküler ağırlıklı nişasta solüsyonu koagülasyonu olumsuz yönde etkilerken (p<0.01), diğerlerinde böyle bir etki görülmedi. Kan gazlarını parsiyel basıncı ve oksijen saturasyonu gruplar arasında farklılık göstermedi. Baz fazlalılığı tedavi öncesi ve sonrasında farklı bulunmadı. Dekstranlı hipertonik saline solüsyonu grubunda metabolik asidoz görüldü. Tam kan uygulanan sıçanlarda laktat düzeyi anlaml› olarak düşük bulundu (p=0.03).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Dekstranlı hipertonik saline solüsyonu ve tam kan kombinasyonu daha olumlu geniş profilli hemodinamik etkiler sunmakta, hemorajik şokta daha iyi hemostaz ve daha iyi doku perfüzyonu sağlamaktadır.

4. 
Çocukluk Çağı Pnömoni Etyolojisinde Mycoplasma Pneumoniae Sıklığı
Mycoplasma Pneumonia in Etiology of Childhood Pneumonia
Fırat Erdoğan, Mustafa Çiftçi
Sayfalar 23 - 26
GİRİŞ ve AMAÇ: Pnömoni çocukluk çağının en önemli mortalite sebeplerinden biridir. Pnömonide etyolojik ajanın saptanması, sık rastlanılan etkenlere yönelik kesin ve hızlı tanı yöntemlerinin olmaması nedeniyle zordur. Bu nedenle pnömonilerde genellikle ampirik antibiyotik tedavisi başlanmaktadır. Sıklıkla seçilen antibiyotiklerin Mycoplasma pneumoniae tedavisinde etkili olamaması tedavi başarısını azaltmaktadır. Bu çalışma sık karşılaşılan pnömoni etkenlerinden biri olan Mycoplasma pneumoniae (MP) sıklığını araştırarak daha isabetli tedavi seçimine yardımcı olmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Pnömoni tanısı alan hastaların kan örneklerinde Mycoplasma pneumoniae‘ya karşı gelişen serum spesifik İmmunglobulin M indirekt immünofloresan yöntemiyle araştırıldı.
BULGULAR: Pnömoni tanısı konan hastaların % 18,6’sında Mycoplasma pneumoniae hastalık etkeni saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Pnömoni tanısı konan çocuk yaş grubu olgularda ampirik antibiyotik tedavisi başlanmasında seçilecek ajanın M. pneumoniae’yı da kapsayacak şekilde etkin bir spektruma sahip olmasına dikkat edilmelidir.

5. 
Abdominal Cerrahide Total İntravenöz Anestezi (TİVA) İle ve Epidural Anestezi Kombinasyonu Karşılaştırılması
The Comparison of Total Intravenous Anaesthesia (TİVA) and the Combination of Tiva and Epidural Anaesthesia in Abdominal Surgey
Özcan Pişkin, Gül Ebru Geren, Nurettin Kurt, Volkan Hancı, Neşe Aydın
Sayfalar 27 - 34
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda abdominal cerrahi uygulanan hastalarda propofol ile sağlanan total intravenöz anesteziye (T‹VA) epidural yoldan perfüzyon şeklinde % 0.5 bupivakain-fentanil kombinasyonu eklenmesinin hemodinamik stabilite ve propofol tüketimi üzerine etkilerini karşılaştırdık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya alt ve üst batın cerrahisi planlanan 40 olgu kabul edildi. Hastalar sadece TİVA uygulanacak olanlar (Grup TİVA) ve TİVA ile birlikte lumbal epidural anestezi uygulanacak (Grup TİVA+LE) olanlar olmak üzere rastgele 20’şerli 2 gruba ayrıldı. Monitörizasyon sonrası Grup TİVA+LE hastalarına epidural kateter yerleştirilerek % 0.5 bupivakain 6 cc bolus olarak epidural kateterden yapıldı. Tüm hastalara anestezi indüksiyonu için 1 Ìg.kg-1 fentanil, 2 mg.kg-1 propofol ve 0.1 mg.kg-1 veküronyum İV uygulandı. Her iki gruba anestezi idamesi için 6 mg.kg- 1.st-1 propofol infüzyonu ile TİVA yapılırken; Grup TİVA+LE’deki olgulara ek olarak epidural kateterden 6 ml.st-1 bupivakain-fentanil kombinasyonu (% 0.5 bupivakain 62.5 mg, fentanil 100 μg ile % 0.9 NaCl 35.5 ml) infüzyon şeklinde başlandı. Hastaların hemodinamik verileri, anestezik madde tüketimleri ve anestezi maliyetleri karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmamızda tüketilen ortalama propofol miktarı TİVA grubunda anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.05). Gruplar arasında OAB ve KAH değişiklikleri açısından anlamlı farklılık bulunmamaktadır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Major abdominal cerrahi uygulanan hastalarda, genel anestezi uygulamalarına ek olarak hem ilaç tüketimini azaltmak hem hemodinamik stabiliteye katkıda bulunmak amacıyla epidural anestezi uygulamalarının eklenmesinin faydalı olacağı düşünüldü.

6. 
Sistematik Lupus Eritematozus ve Romatoid Artritli Hastaların Serum Prolaktin Düzeylerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of Serum Prolactin Levels of Patients with Systemic Lupus Erythematosus and Rheumatoid Arthritis
Seyit Uyar, Seval Masatlıoğlu Pehlevan, Gül Babacan Abananonu, Nalan Okuroğlu, Refik Demirtunç
Sayfalar 35 - 40
GİRİŞ ve AMAÇ: Son yıllarda yapılan bazı çalışmalar, Romatoid Artritli (RA) ve Sistemik Lupus Eritematozuslu (SLE) hastaların bazılarında hiperprolaktinemi varlığına işaret etmektedir ancak serum prolaktin düzeyi ile bu hastalıklar arasındaki ilişki net değildir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, sistemik organ tutulumu olmayan RA ve SLE’li hastalarda serum prolaktin düzeyleri sağlıklı kontrol grubuyla karşılaştırılarak değerlendirilmiştir. RA’lı 23 hasta, SLE’li 41 hasta ve her iki hasta grubu ile yaş ve cinsiyet açısından uyumlu 25 sağlıklı gönüllü çalışmaya dâhil edilmiştir.
BULGULAR: Son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda RA’lı hastaların sedimentasyon hızı (ESH) ve C-reaktif protein (CRP) düzeyleri, SLE grubundaki hastalardan anlamlı yüksek bulunmuş (p>0.05), serum prolaktin düzeyleri açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır (p<0.05). Her iki hasta grubunda ve kontrol grubunda prolaktin düzeyi ile ESH, CRP ve beyaz küre sayısı (WBC) arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastaların sistemik organ tutulumu olmayan remisyondaki hastalar olması sebebiyle prolaktin düzeylerinin yükselmemiş olabileceği, hastalık aktivitesi yüksek hastalardan oluşan geniş hasta populasyonlu çalışmaların bu konuyu aydınlatmada faydalı olabileceği yorumu yapılmıştır.

DERLEME
7. 
Akut İskemik Hepatit Güncel Yaklaşım
Current Approach to Acute Ischemic Hepatitis
Cumali Karatoprak, Refik Demirtunç, Kadir Kayataş, Mehmet Tepe, Seyit Uyar
Sayfalar 41 - 42
Akut iskemik hepatit; karaciğerde ani gelişen dolaşım yetmezliği veya hipoksiye bağlı olarak gelişir. Genellikle 1 hafta içinde gerileyen, subklinik seyirli ve iyi prognoza sahiptir, çok nadir olarak fulminan seyredebilir. En yaygın nedenler sistemik hipotansiyona yol açan myokard enfarktüsü sonrası kardiyopulmoner kollaps, dekompanse konjestif kalp yetmezliği veya pulmoner embolidir. İskemik hepatitin ayırıcı özeliği aspartat aminotransferaz (AST), alanin aminotransferaz (ALT) ve laktat dehidrogenez (LDH) düzeyinin bir hipotansiyon atağından 1 ile 3 gün sonrasında aşırı artışıdır. Hemodinamik stabilite sağlandıktan sonra AST, ALT ve LDH düzeyleri 1 ile 3 gün içerisinde pik yapar ve 7 ile 10 gün içinde normale döner. LDH düzeyi hızlı şekilde artmaya eğilimlidir ve ALT/LDH oranı akut hepatitin diğer nedenlerinden farklı olarak iskemik hepatit de 1.5’in altındadır. İskemik hepatit için spesifik bir tedavi yoktur. Bu hastalarda amacımız kardiak outputu düzeltmek ve dolayısıyla hemodinamik bozukluğun altında yatan durumu düzeltmek olmalıdır. Prognoz çoğunlukla altta yatan sistemik hastalığın ağırlığı ile ilişkilidir.

OLGU SUNUMU
8. 
Kusmayla Başvuran Bir Hipokalemik Metabolik Alkaloz Olgusu
The Patient Presented With Vomiting and Hypkalemic Metabolic Alkolosis: Case Report
Nevzat Aykut Bayrak, Evrim Karakaya, Çağatay Nuhoğlu, Duygu Sömen Bayoğlu, Veysel Bayoğlu, Ömer Ceran
Sayfalar 43 - 44
Çocukluk çağında hipokalemik metabolik alkaloz sıklıkla kusmayla mideden kayıplara yol açan nedenler ile, kistik fibrozis, tübulopati veya endokrinopati varlığında görülmektedir. Sıvı tedavisine cevap vermeyen hipokalemisi olan hastalarda hiperaldosteronizm saptandığında, kan basıncı normal veya normalden düşük olarak bulunursa tuz kaybettiren tübulopatilerin araştırılması gerekir. Bu makalede, kliniğimize kusma yakınmasıyla başvuran ve dirençli hipokalemik metabolik alkalozu olan, Gitelman sendromu düşündüğümüz bir hasta sunulmuştur.

9. 
Antenatal Gastroşizis: Olgu Sunumu
Antenatal Gastroschisis: Case Reports
Mustafa Kara
Sayfa 45
Amaç: Doğum anında tanısı konan Gastroflizis’li bir olguyu sunmayı amaçladık.
Olgu: 31 yaşında, gravida 3, parite 3 olan hasta kliniğimizde sezaryen seksiyo ile doğum yaptı. Canlı doğan ve 1. dakikadaki APGAR’ı 4 olan bebek doğumdan 24 saat sonra ex oldu. Yeni doğanın makroskopik bulguları ve otopsisine göre tanı kondu.
Tartışma: Gastroflizis nispeten nadir karşılaşılan karın ön duvarı anomalilerinden biri olup 3/10.000 sıklıkta görülür. Önceleri yalnızca doğum anında tanınan bir patoloji iken, ultrasonografinin yaygın olarak kullanılmasıyla birlikte artık prenatal dönemde tanısı konulabilmektedir. Prenatal tanısı konabilen vakalarda yeni doğanın doğumunun optimal şartlarda ve tersiyer merkezlerde yapılması ile yeni doğanların sağ kalımında artış bildirilmektedir.

LookUs & Online Makale