ISSN: 2630-5720 | E-ISSN: 2687-346X
HAYDARPAŞA NUMUNE MEDICAL JOURNAL - Haydarpasa Numune Med J: 55 (2)
Cilt: 55  Sayı: 2 - 2015
DIĞER
1. 
Front Matter

Sayfalar I - III

ARAŞTIRMA MAKALESI
2. 
Önceki Cerrahi Girişim Yöntemi Bilinmeyen Nüks Pterjiyum Olgularında Konjonktival Otogreft Uygulamalarımız
Conjunctival Autograf In Recurrent Pterygium Cases With Unknown Primary Surgical Intervention
İbrahim Bülent Buttanrı, Didem Serin, Esra Türkseven Kumral
Sayfalar 75 - 78
GİRİŞ ve AMAÇ: Önceki cerrahi girişim yöntemi bilinmeyen nüks pterjiyum olgularında konjonktival otogreft uygulamasının etkinliğini ve güvenilirliğini tespit etmek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2009 Kasım-2013 Ağustos arasında Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Kliniğinde nüks pterjiyum nedeni ile opere olan ve konjonktival otogreft uygulanan 43 olgunun 46 gözü çalışma kapsamına alındı. Olguların önceki cerrahi girişim yöntemi bilinmiyordu. Pterjiyum kresent bıçak yardımı ile eksize edildi. Oluşturulan çıplak sklera bölgesine üst veya üst temporalden alınan otogreft 8.0 vikril kullanılarak sütüre edildi. Olgular ameliyat son- rası en az 3 ay takip edildi. Komplikasyonlar ve cerrahi sonuçlar not edildi. Pterjiyum do- kusunun korneaya limbustan 2 mm ve daha fazla ilerlemesi nüks kabul edildi.
BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 52.8 ±10.2 (20-73) idi. Ortalama takip süresi 5.6±2.1 ay idi. Cerrahi sırasında gelişen en sık komplikasyon 6(%13.0) olguda gelişen subkonjonktival hematom idi. Operasyon sonrası 3 (%6.5) olguda kısmi greft kayması, 2 (%4.3) olguda tam greft kaybı görüldü. 4 (%8.6) olguda sütür granülomu görüldü. 1(%2.1) olguda sütür granülomu eksize edildi. 3 (%6.5) olguda granüloma neden olan sütürün alınması ve steroid tedavisi ile granülom kayboldu. 3 (%6.5) olguda nüks görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Önceki cerrahi girişim yöntemi bilinmeyen nüks pterjiyum olgularının cerrahisinde otogreft kullanımı komplikasyon oranı düşük ve etkili bir yöntem olarak bulunmuştur. Anahtar kelimeler: pterjiyum; nüks; otogreft

3. 
Akciğer Enfeksiyonlarında Trans Torasik İğne Aspirasyonunun (TTİA) Tanı Değeri
The Diagnostic Value Of Trans Thoracic Fine Needle Aspiration (TTFNA) In Pulmonary Infections
Çiğdem Başkara, Murat Kıyık, Hüseyin Cem Tigin, Naciye Mutlu, Ayşin Durmaz, Adem Çelik, Sadettin Çıkrıkçıoğlu
Sayfalar 79 - 82
GİRİŞ ve AMAÇ: Akciğer dokusundan histopatolojik, sitolojik ve bakteriyolojik örnek elde etmenin bir yolu da TTİA’dır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Pnömonilerde TTİA’nın tanı değeri %61-83, tüberkülozda ise %33-97 arasında değişmektedir. Çalışmamızda TTİA’nın akciğer enfeksiyonlarındaki tanı değerini ortaya koymayı amaçladık.
BULGULAR: Ayırıcı tanısında aktif pulmoner enfeksiyon düşünülen ve bilgisayarlı tomografi altında biyopsi işlemi uygulanan 54 hastaya yapılan 74 işlem retrospektif olarak değerlendirildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: TTİA’nın akciğer enfeksiyonlarındaki tanı değeri %37 olarak saptandı.

4. 
Adölesanlarda, Aktif ve Pasif Sigara İçiminin Solunum Fonksiyon Testleri Üzerine Etkisi
The Effects Of Active And Passive Smoking On Pulmonary Function In Adolescents
Gürkan Atay, Melike Topuz, Öznur Özdemir Arslan, Yıldız Dallar Bilge
Sayfalar 83 - 88
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı adolesanlarda aktif ve pasif sigara içiminin solunum fonksi- yon testleri üzerine etkisini belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi çocuk polikliniğine başvuran yaşları 13-18 olan 124 adolesanda Haziran 2013-Mart 2014 tarihleri arasında yapıldı. Olguların ve ailelerinin sosyodemografik özellikleri sorgulanarak, hazırlanan anket formu ebeveynler tarafından dolduruldu. Olgular, aktif sigara içenler (n: 43), pasif sigara içenler (n: 60) ve hiç içmeyenler (n: 21) olmak üzere üç gruba ayrıldı. Volumetrik spirometre ile solunum fonksiyon testleri yapıldı.
BULGULAR: Çalışma grubunda sigara içme sıklığı % 34 olarak bulundu. Aktif sigara içenlerin FEV 1 değerleri pasif sigara içenler ve hiç içmeyenlerle karşılaştırıldığında anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Pasif sigara içimi olan grubun FEV1,FEF2575 VE PEF parametreler sigara içmeyen gruba göre anlamlı olarak düşük saptandı (sırası ile; p=0,011,p=0,025 ve 0,041). Pasif sigara içenlerin baba sigara pa- ket yılı, aktif sigara içenlerin baba paket yılına göre anlamlı yüksek bulundu(p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Adolesan döneminde sigara içme oranı yüksek saptandı. Pasif sigara içen grubun solunum fonksiyon testleri, sigara içen gruba benzer, sigara içmeyen gruba göre anlamlı düşük çıkması sigaraya maruziyet oranının, maruziyet tipinden (aktif/pasif) daha etkili bir faktör olduğu kanısını ortaya koymuştur.

5. 
Subjektif Tinnitusla Hastalarda Tinnitus Engellilik Anketi İle Demografik ve Odyometrik Parametreler Arasındaki İlişki
The Relationship Between Demographic and Audiometric Parameters and Tinnitus Handicap Inventory In Subjective Tinnitus Patients
Mümtaz Taner Torun, Lütfi Kanmaz, Ümit Tuncel, Fatih Turan, Ender Seçkin
Sayfalar 89 - 95
GİRİŞ ve AMAÇ: Toplumda en yaygın görülen otolojik - nörootolojik belirtilerden birisi olan tinnitus, dışarıdan herhangi bir uyarı olmaksızın kulakta duyulan ses olarak tarif edilen fantom bir işitsel algıdır. Tinnitusun şiddet algısını ve olguların yaşamlarına olan etkisini araştırmak üzerine pek çok çalışma yapılmış olmakla birlikte, bunlar üzerinde son derece etkili olduğu bilinen epidemiyolojik, sosyoekonomik, klinik, odyolojik ve psikosomatik parametrelerin tinnitusun ölçülebilen parametrelerine etkisi konusunda sınırlı çalışma vardır. Çalışmamızın amacı; tinnitusta ölçülebilir parametrelerin ve yaş, cinsiyet gibi demografik parametrelerin psikosomatik duruma etkisini Tinnitus Engellilik Anketi (TEA) ile incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimize tinnitus nedeniyle başvuran hastalardan objektif tinnitus yapabilecek patolojiler ekarte edilerek subjektif tinnituslu hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. 31 hastanın demografik verileri incelenmiş ve odyometrik tetkikler yapılmıştır. Tüm hastalara TEA uygulanmıştır.
BULGULAR: Demografik ve odyometrik parametrelerle TEA arasındaki ilişkiler incelendiğinde sol saf ses ortalaması (SSO) dışında istatistiksel olarak anlamlı bulgu saptanmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: TEA’ nın demografik parametreler ve odyometrik bulgulardan etkilenmediği düşünülmüştür.

6. 
Konka Cerrahisi İle Kombine Uygulanan Septoplasti Sonuçlarımız
Septoplasty With Inferior Turbinate Surgery: Our Results
Önder İhvan, Lütfü Şeneldir, Sinan Oduncu
Sayfalar 96 - 100
GİRİŞ ve AMAÇ: Burun tıkanıklığının en sık ve en dikkat çeken nedeni mekanik tıkanıklıktır. En sık rastlanılan mekanik tıkanıklık nedenleri ise deviasyo septi nazi (DSN) ve alt konka hipertrofisidir. Çalışmamızın amacı kliniğimizde aynı seansta farklı tekniklerle yapılan septum ve konka cerrahisinin etkinliğini ve güvenilirliğini araştırmak, bulguları literatürler eşliğine tartışmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma burun tıkanıklığı ile baş vuran ve DSN ve konka hipertrofisi tanısıyla opere edilmiş 42 (%49) bayan, 43 (%51) erkek toplam 85 hastanın (ortalama yaş 32,75 en yüksek 66, en düşük 18) dosya kayıtları retrospektif incelenerek yapıldı. Hastalara endikasyonlarına göre septum cerrahisi olarak standart septoplasti, açık septoplasti veya endoskopik septoplasti uygulandı. Konka cerrahisi olarak yapılan işlemler, konka radyofrekans uygulaması, konka lateralizasyonu, endoskopik konka redüksiyonu veya konka submüköz rezeksiyonu (SMR’ı) olarak sınıflandırıldı. Septum cerrahisi yapılan 85 hastadan, 7 hastaya (%8) açık septoplasti, 5 hastaya (%6) endoskopik septoplasti, ve 73 hastaya (%86) standart septoplasti uygulandı. Konkaya yapılan girişimlerde 42 hastaya radyofrekans uygulaması (%49), 31 hastaya konka SMR’ı (%36), 12 hastaya da endoskopik konka redüksiyonu (%15) iş- lemi uygulandı. 21 hastaya da (%25) konkaya ikinci işlem olarak konka laterilizasyonu
yapıldı.
BULGULAR: Yapmış olduğumuz septum cerrahilerinden sonra takiplerde 1 kişide septal per- forasyon, altı hastada küçük miktarda burun kanaması görüldü. Bunların dışında septum cerrahisinde başka ciddi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Konka cerrahisi uygulanan hiçbir hastamızda önemli bir komplikasyon- la karşılaşılmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak DSN ve konka hipertrofisinin tedavisinde aynı seansta her iki bölgenin cerrahisinin yapılması hem etkinliği arttırmakta hem de komplikasyon yönünden önemli bir soruna yol açmamaktadır.

7. 
Koroner Ateroskleroz İle Chlamydia Pneumoniae ve Sitomegalovirus Enfeksiyonu İlişkisi
The relation between Chlamydophila pneumoniae and Cytomegalovirus infection and Coronary Atherosclerosis
Serap Süzük, Sebahat Aksaray, Okan Gülel, Alparslan Toyran, Engin Güvener
Sayfalar 101 - 106
GİRİŞ ve AMAÇ: Koroner ateroskleroz gelişiminde zorunlu hücre içi bakterilerin ve bazı virüslerin rolü olabileceği belirtilmektedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma koroner ateroskleroz ile Chlamydia pneumoniae ve Sitomegalovirüs enfeksiyonları arasındaki ilişkiyi araştırmak için yapılmıştır. Çalışma grubunda yer alan 100 hastanın 25’i kadın, 75’i erkek, kan donörlerinden oluşan kontrol grubundaki 100 sağlıklı kişinin 26’sı kadın 74’ü erkektir. Chlamydia pneumoniae’ye özgü IgG tipi antikorlar 67 hastada pozitifken kontrol grubundaki sağlıklı kan donörlerinin 33’ünde pozitif bulunmuştur.
BULGULAR: Sitomegalovirüs IgG antikor hasta grubunun tümünde pozitif bulunurken, kontrol grubunun 85’inde pozitif bulunmuştur. Chlamydia pneumoniae ve Sitomegalovirüs IgG antikor pozitifliği açısından çalışma grubundaki hastalarla kontrol grubundaki sağlıklı kişiler karşılaştırıldığında IgG antikorlarının koroner arter hastalarında anlamlı derecede yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.001, p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak koroner arter hastalıklar için enfeksiyonların tetikleyici olabileceği kanısına varılmıştır.

8. 
Türkiye'nin Batısında, 3, Basamak Bir Sağlık Kuruluşunda Kan Kültürlerinde Üreyen Candıda Türklerinin Dağılımının ve Atifungal Direnç Paternlerinin Değerlendirilmesi
Evaluation Of The Species Distribution And Antifungal Susceptibility Of Candida Bloodstream Isolates In a Tertiary Care Hospital In West Of Turkey
Sevgi Yılmaz Hancı, Yeşer Karaca Derici, Neval Ağuş, Nisel Yılmaz, Mümtaz Cem Şi&775;ri&775;n, Arzu Bayram, Seyran Koçyiğit
Sayfalar 107 - 115
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda, Türkiye’nin batısında yer alan 3. Basamak bir sağlık kuruluşu olan hastane- mizde kan kültürlerinden izole edilen Candida türlerinin tiplendirilerek dağılımı ve antifungal duyarlılığının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Aralık 2010 – Kasım 2013 tarihleri arasında, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde değerlendirilen kan örneklerin- den, Candida türleri üreyenler dahil edilmiştir. Candida türlerinin tiplendirilmesi,konvansiyonel yöntemler, kromojenik agardaki koloni rengi ve bazı kökenlerde tanımlama hazır kit ile yapıldı. Antifungal duyarlılığının tespiti için de hazır kit kullanıldı.
BULGULAR: Çalışma dönemi içerisinde değerlendirilen toplam 23813 kan kültürünün 268 (%1.12)’inde maya mantarı izole edilmiştir. Kan kültürlerinde en çok izole edilen türler C. parapsilo- sis (%59.7), C.albicans (%19.8), C. tropicalis (%8.2), C. glabrata (%7.1) ve C. krusei (%1.9) olarak göze çarpmaktadır. Kan kültürlerinde üreyen maya türü örneğin gönderildiği bölü- me göre değerlendirildiğinde,anesteziyoloji yoğun bakım, çocuk yoğun bakım ve nöroloji yoğun bakım, çocuk sağlığı kliniği, yeni doğan yoğun bakım, organ transplantasyon ünitesi, çocuk onkoloji ünitelerinde en sık üreyen maya türü C. parapsilosis olurken; dahiliye servisi ve dahiliye yoğun bakımda C.albicans, genel cerrahi ünitesinde C. glabrata olarak
göze çarpmaktadır. Kan kültürlerinden izole edilen candida izolatlarında direnç oranları flusitozin için %0.7, amfoterisin B için %0.7, flukonazol için %7.1, itrakonazol için %7.8, vorikonazol için %8.2 olarak tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, çalışmamızda kan kültürlerinde en sık izole edilen maya türünü C. parapsilosis olduğu tespit edilmiştir. Candida türlerinde vorikonazol için yüksek direnç oranı dikkat çekicidir. Bununla birlikte, üretilen maya türü ve antifungal duyarlılık paterni, örneğin gönderildiği kliniğe göre değişmektedir. Kliniklerde üreyen candidaların dağılımlarının ve antifungal duyarlılık paternlerinin bilinmesi, mortalitesi ve morbiditesi yüksek candidemi olgularında ampirik tedavi gerektiren septik şok gibi durumlarda, olası patojene yönelik hızlı ampirik antifungal tedavi seçiminde yardımcı olabilir.

9. 
Malign Melanom ve 10 Yıllık Klinik Deneyimlerimiz
Malignant Melanoma, Our Clinical Experience Of 10 Years
Nesibe Sinem Çiloğlu, Ayşe İrem Mert
Sayfalar 116 - 119
GİRİŞ ve AMAÇ: Kutanöz malign melanomun insidansı tüm dünyada artış göstermektedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamamızda Ocak 2003 ve Ağustos 2013 tarihleri arasında Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniğine başvuran; tedavi ve takip edilen 55 malign melanomlu hasta retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Olgular, yaş, cinsiyet, lezyonun yerleşimi, boyutu, histolojik tipi ve evresi, Breslow kalınlığı, lenf nodu tutulumu, premalign lezyon varlığı, metastaz ve nüks açısından değerlendirildi. Çalışmanın sonucunda, kliniğimize başvuran hastalar arasında yıllar içerisinde kutanöz malign melanom insidansının artış gösterdiği bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Erken tanı ve tedavi ile birlikte tüm kanser türlerinde olduğu gibi mortalite ve morbidite oranları azalmaktadır.

OLGU SUNUMU
10. 
Youssef Sendromu Vaka Takdimi: Tanı ve Tedavide Güncel Gelişmeler ve Literatürün Gözden Geçirilmesi
Youssef Syndrome Case Report: Current Diagnosis Treatment and Review of Literature
Ayşe Deniz Ertürk Çoşkun, Mehmet Akyüz, Selçuk Kaba, Fisun Vural
Sayfalar 120 - 123
Vezikouterin fistül sıklıkla alt segment insizyonlu sezaryen sonrası görülen nadir bir komplikasyondur. Amenore, siklik hematüri ve bazen üriner inkontinans bulguları görülebilir. Biz bu yazıda 32 yaşında üç kez sezaryen operasyonu geçirmiş bir hastada görülen vezikouterin fistül vakasını sunuyoruz. Hasta son sezaryen ameliyatını geçirdiği 6 yıl öncesinden itibaren aralıklarla idrar kaçırma, adet görmeme ve adet döneminde yoğun kanlı idrar şikayetleri ile başvurmuştur. Vajinal muayenede fistül ağzı görülmemiştir. Mesaneye verilen metilen mavisinin servikal gelişi ve sistoskopide fistül ağzının görülmesiyle tanı kesinleştirilmiştir. Laparotomi ile uterus ve mesane arasındaki fistül traktı eksize edilmiş, gerekli onarımlar yapılarak ve araya omentum interpozisyonu yapılarak operasyona son verilmiştir. Hasta postoperatif altıncı ayında semptomsuz olarak takip edilmektedir. Vezikouterin fistüllerin tedavi- sinde sıklıkla cerrahi yöntemler kullanılır. Nadiren hasta geçici amenore dönemine sokularak ekspektan tedavi ile de başarı sağlanabilir. Özellikle siklik hematüri ve/veya üriner inkontinans olgularında geçirilmiş uterin cerrahi de varsa Youssef sendromu (vesikoute- rin fistül) akla getirilmeli ve araştırılmalıdır. Tekrarlayan sezaryenlere eşlik eden skar do- kusunun beslenme problemleri olabileceği, fistül oluşumuna yatkın olabileceği akılda tutularak, optimal cerrahi kurallara uyulması cerrahi güvenliği açısından önemlidir.

11. 
Situs İnversus Totalisli Hastada Laparoskopik Appendektomi
Laparoscopic Appendectomy In a Patient With Situs Inversus Totalis: Case Report
Buşra Burcu, Jülide Sağıroğlu, Tuba Atak, Kıvılcım Orhun, Orhan Alimoğlu
Sayfalar 124 - 126
Situs inverus totalis nadir görülen anatomik bir anomalidir. Hastalar genelde tesadüfen tanı alırlar. Sol alt kadrana yerleşen apandisit SİT ve malrotasyonla ilişkili olabilir. Bu yazıda nadir görülen SİT’li apandisit olgusunu anlattık.

12. 
BARTH SYNDROME: Nadir Bir İnfantil Kardiyomiyopati
BARTH SYNDROME: A rare infantile cardiomyopathy
Nurdan Erol, Derya Büyükkayhan
Sayfalar 127 - 131
Barth sendromu; Xq28 bölgesinde yer alan Taffazzin genindeki mutasyona bağlı olarak gelişen X bağlı resesif geçiş gösteren nadir sendromdur. Sendromun klinik bulguları; kardiyomiyopati, proksimal kas miyopatisi, beslenme bozuklukları, gelişme geriliği, siklik nötropeni ve enfeksiyonlara eğilimdir.
Bu çalışmada; Barth Sendromu tanısı alan bir olgu sunulmaktadır. Yaşamının üçüncü gününde başlayan kusma, beslenme bozukluğu ile başvuran erkek olgu, yenidoğan döneminde ciddi enfeksiyonlar ve nötropeni tedavisi gördü.Bu evrede sol ventrikülde dilatasyon,hipertrofi ve nonkompakşın ve sistolik fonksiyonda azalma ile kardiyomi- yopati tanısı aldı. Yaşamının altıncı ayında tekrar beslenme bozukluğu,gelişme geriliği,- sağ kalça üzerinde geniş trombotik lezyon, septisemi ve konjestif kalp yetmezliği ile başvurdu ve kısa sürede hasta kaybedildi. Olguya Barth Sendromu tanısı hastanın klinik ve ekokardiyografi bulgularına, hikayesine ve hastane kayıtlarına göre konuldu. Bu sendroma sahip olgularda prognozun iyileştirilmesi zamanında teşhis edilmesi, kardiyomiyopati ve enfeksiyonların etkin ve hemen tedavisi esasdır.

13. 
Fulminan Seyirli Atipik Viral Ensefalit Olgusu
Viral Encephalitis With Atypical and Fulminant Prognosis (Case Report)
Aynur Bedel, Hatice Öztürk, Tamay Gürbüz, Dilşad Koca, Çağatay Nuhoğlu
Sayfalar 132 - 136
Çocukluk çağı ensefalitleri fulminan ve mortal seyredebilir. Tedavi edilen olgularda bile %35’in üzerinde kalıcı morbidite mevcuttur.
Bu çalışmada radyolojik olarak ensefalit ile uyumlu ancak serolojik olarak etkeni tespit edilemeyen fulminan seyirli, asiklovir tedavisinin yanında antibiyotik, steroid ve IVIG tedavisinden de fayda gören atipik ensefalit olgusu sunulmaktadir.

LookUs & Online Makale