ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Fare Östrus Siklusu'nun Farklı Fazlarında PLIN2 ve PLIN3 Ekspresyonu Expression of PLIN2 and PLIN3 During The Different Phases of Estrous Cycle in Mouse İlknur Keskin, Turan Demircan, Nejda Bedri, Nadiye KöroğluSayfalar 131 - 142 GİRİŞ ve AMAÇ: Puberteye kadar birinci mayozun profaz evresinde bekleyen primordiyal foliküllerden birkaçı puberte ile birlikte, hormonal uyarı altında her ay tekrarlayan bir serüvene başlar. Bu süreçte ovaryumun stromal hücreleri de farklılaşarak, lipid droplet (LD) açısından zengin teka hücrelerine farklılaşırlar. Farede bu süreç çok kısadır ve ortalama 4 günde tamamlanır. Hücre içi sitoplazmik yapılar olan LD’ler, hücre içi birçok olayda enerji kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Perilipin yağ damlacıklarının yüzeyine lokalize olan fosforilasyon bağımlı bir proteindir ve LD’leri hormona duyarlı lipazın etkisinden korur. YÖNTEM ve GEREÇLER: Seksüel olarak matür, düzenli östrus siklusuna sahip 24 adet dişi fare vajinal smear sonuçlarına göre 4 gruba ayrıldı; proöstrus, östrus, metöstrus, ve diöstrus. Sakrifiye edilen farelerin overleri alındı. Bir over Hematoksilen Eozin boyama ve PLIN2-PLIN3 çift floresan boyama için, diğer over ise Western Blot analiz için kullanıldı. BULGULAR: Western Blot analiz sonuçlarına göre PLIN2 ekspresyonu en fazla diöstrus, PLIN3 ekspresyonu ise en fazla diöstrus ve proöstrus fazında ölçüldü. Proöstrus antral folikül oositinde PLIN3 ekspresyonunun aynı gruptaki faklı hücre gruplarına göre anlamlı olarak daha fazla olduğu saptandı (p<0,05). Östrus antral folikül oositinde eksprese olan PLIN3 atretik folikül PLIN3 ekspresyonuna göre anlamlı olarak daha yüksek ölçüldü (p=0,031). Sekonder folikül granüloza hücrelerinde diöstrus fazında PLIN3 ekspresyonu proöstrus (p=0,000), östrus (p=0,001) ve metöstrus (p=0,023) fazlarından anlamlı olarak daha yüksek saptandı. Sekonder folikül oositinde PLIN3 ekspresyonu diöstrus fazında metöstrus fazından anlamlı olarak daha yüksek saptandı. Preantral folikül granüloza hücrelerinde eksprese olan PLIN3’ün östrus fazında proöstrus (p=0,005), metöstrus (p=0.045) ve diöstrus (p=0,025) fazlarına göre anlamlı derecede daha yüksek olduğu saptandı. Atretik folikül granüloza hücrelerinden eksprese olan PLIN3 miktarının östrus fazında proöstrus fazına göre anlamlı olarak daha yüksek olduğu görüldü (p=0.023). TARTIŞMA ve SONUÇ: Komleks bir süreç olan oosit matürasyonu, ovulasyon ve fertilizasyon aşamalarında gelişen olaylar enerji gerektirir. Bu süreçte hücre içi lipid mobilizasyonunu düzenleyen yollar ile oositi aktive eden yolların yakından ilişkili olduğu çeşitli çalışmalarla ortaya konmuştur. Biz de çalışmamızda östrus siklusunu oluşturan dört fazda PLIN2 ve PLIN3 ekspresyonlarının fazlar arasında ve aynı faz içinde farklı hücre gruplarında ekspresyon farklılıkları gösterdiklerini gösterdik. Bu da bize bu düzenleme ile oosit ve granüloza hücrelerinin enerji ihtiyacına göre perilipin ekspresyonunu ayarladığını ve enerji rezervini koruduğunu göstermiştir. |
2. | Üsküdar Devlet Hastanesi'nde 11 Yıllık İntraoperatif Konsultasyon Deneyimimiz Eleven Year Evaluation of Intraoperative Consultations in Üsküdar State Hospital Ayşe Nur İhvan, Leyla ÇıtakSayfalar 143 - 146 GİRİŞ ve AMAÇ: Frozen incelemenin tanısal değerini ve yanlışlıkların nedenini tespit etmeye çalıştık. YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ocak 2005-1 Ocak 2016 tarihleri arasında Üsküdar Devlet Hastanesinde patoloji kliniğinde incelenen 167 intraoperatif konsültasyon olgusu yeniden değerlendirildi. BULGULAR: Frozen sonuçlarının sensitivitesi, %92,6, spesifitesi %97,8, pozitif prediktif değeri %96, negatif prediktif değeri %96, testin geçerliliği %96’dır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Kurumumuzda frozen uygulamasının spesifite ve sensitivitesi oldukça yüksek saptanmış olup, güvenilir bir yöntemdir. |
3. | Ümraniye Çocukluk Çağı Zehirlenmelerinin Retrospektif Değerlendirilmesi Retrospective Analysis of Childhood Poisoning in Ümraniye Caner Araz, Mustafa Özgür Toklucu, Şirin Güven, Emin Pala, Tuğba OkurSayfalar 147 - 160 GİRİŞ ve AMAÇ: Ocak 2010-Aralık 2012 tarihleri arasında Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi çocuk acil servise başvuran 17 yaş altı zehirlenme olguları geriye dönük incelendi. YÖNTEM ve GEREÇLER: BULGULAR: Zehirlenmeler, çocuk acile olan tüm başvuruların % 0,3’ünü oluşturmaktaydı. Hastaların (n: 1129) yaşları 1 ay-16 yaş (5,37±5,02 yıl) arasındaydı; 590’u kız, 539’u erkekti (1,09/1). Zehirlenmeler 5 yaş altında en sıktı; tüm olguların %39,4’ü 13 ay-4 yaş, %21,7’si 0-12 ay arasındaydı. Kaza ile zehirlenmeler (%82,5), intiharlara (%17,5) göre daha sıktı. Kaza ile zehirlenmeler 5 yaş altındaki erkeklerde; intiharlar ise 12-16 yaş grubunda kızlarda sıktı. Yaş gruplarına göre zehirlenme etkenleri değerlendirildiğinde ilaç alımı en sık zehirlenme nedeniydi ancak 8-11 yaş grubunda CO/NFIA maruziyeti en sıktı. Zehirlenmeler en sık Mart ayında ve ilkbaharda oluştu. İlaçlar (%62) en sık görülen zehirlenme etkenleri idi. Analjezik-antipiretikler (%21,17) ve MSS etkili ilaçlar(%13.64) ile zehirlenmeler diğer ilaçlar içinde başı çekmekteydi. CO/NFIA(%16,8) ve kostik-korozif maddeler (%9,4) en sık ilaç dışı zehirlenme etkenleriydi. Bulantı-kusma ve taşikardi en sık rastlanan belirti-bulgulardı ancak çoğunluk asemptomatikti. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız bölgemizdeki zehirlenmelerin demografik özelliklerini yansıtmaktadır ve Türkiye’deki çocukluk çağı zehirlenmelerinin önlenmesinde alınacak önlemlere katkısı olacaktır. |
4. | Çocuk Kardiyolojisi Poliklinğine Başvuran Hastaların Geriye Dönük Değerlendirilmesi Retrospective Evaluation of the Patients Admitted to the Pediatric Cardiology Outpatient Clinic Esra Akyüz Özkan, Haşim Hüsrevşahi, Perihan BeyseSayfalar 161 - 167 GİRİŞ ve AMAÇ: Polikliniğimize başvuran hastaların başvuru şikayetleriyle birlikte ekokardiyografi bulgularının değerlendirilmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2013-2015 tarihleri arasında çocuk kardiyoloji polikliniğine başvuran 2522 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. BULGULAR: Tüm yaş gruplarında en sık normal ekokardiyografi saptandı. Patolojik ekokardiyografi bulgusu olarak ise yenidoğanlarda en sık patent foramen ovale (PFO), infantlarda atriyal septal defekt (ASD), 2-6 yaş ve 6-12 yaş grubunda ASD, 12-18 yaş grubunda ise en sık mitral valve prolapsusu (MVP) görüldü. Üfürüm yenidoğan, infant, 2-6 yaş ve 6-12 yaş grubunda en sık başvuru şikayeti iken 12-18 yaş arasında en sık başvuru şikayeti göğüs ağrısı olarak izlendi. Üfürümle başvuran hastaların %72.1 inde, göğüs ağrısıyla başvuranların %77’sinde, siyonozla başvuranların % 65 inde, çarpıntıyla gelenlerin % 40.5 inde, senkopla gelenlerin ise % 71.9 unda normal ekokardiyografi tespit edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocuk kardiyoloji polikliniğine başvuran hastaların büyük bir kısmının ekokardiyografisi normal olarak değerlendirilmiştir. En sık görülen anomali ASD idi. En sık şikayet olarak üfürüm saptandı ve üfürümle başvuran hastaların büyük bir kısmı normal olarak değerlendirildi. |
5. | Ölümle Sonuçlanan Zehirlenmelerde Tıbbi Yaklaşım ve Yoğun Bakım Sürecinin Analizi Posioning Resulting in Death in Intensive Care Medical Approach and Process Analysis Eyüp Kandemir, Habib Bostan, Muhammed Nabi KantarcıSayfalar 168 - 174 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmada ölümlerin hangi tür zehirlenmelerde daha çok yoğun bakımda, hangilerinde daha çok olay yerinde ölümlerin fazla olduğunu ortaya çıkararak, olay yerinde ölüme neden olan zehirlenmelere karşı önleyici tedbirler alınmasına ve yoğun bakımda ölüme neden olan zehirlenmelerin tedavisine yönelik öneriler oluşturmayı amaçlamıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesin olarak zehirlenme nedeniyle öldüğü tespit edilen 103 ceset değerlendirmiş, 13 farklı zehir türü tespit edilmiş, mix grup dahil 14 ayrı grup belirlenmiştir. 7 ayrı yaş grubu ile birlikte zehirlenme nedeni ile yaş, cinsiyet ve yoğun bakım tedavisi alıp almaması arasındaki ilişki istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. BULGULAR: En sık zehirlenme nedeninin (n=46; %44,7) tıbbi ilaç olduğu bulunmuştur. Zehirlenme nedeni ile yoğun bakım tedavisi görenler arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmaktadır (p=0,05); ilaç, amanita phalloides, metanol, organofosfat ve diğer zehirlenmelerde yoğun bakım tedavisi görme oranı anlamlı şekilde yüksek saptanmıştır. Eroin, karbonmonoksit ve koroziv maddeden zehirlenenler ise daha çok olay yerinde veya hastaneye yetişemeden ölmüşlerdir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Eroin, karbonmonoksit ve koroziv maddelerle insanların temasını önlemeye yönelik tedbirlerin artırılması gerektiği, tıbbi ilaç, amanita phalloides, metanol, organofosfat gibi maddelerle zehirlenenler için ise yoğun bakım koşulları ve imkanlarının geliştirilmesi gerektiğini, özellikle mantar zehirlenmelerinin sıkça görüldüğü bölgelerde cerrahi transplantasyon ekibi bulundurmanın faydalı olacağını düşünmekteyiz. |
6. | Normal Kilolu ve Obez Hastalarda Fleksibl Üreterorenoskopi Cerrahisinin Etkinlik ve Güvenilirliklerinin Karşılaştırılması Comparison of the Safety and Effectiveness of Flexible Ureterorenoscopy in Obese and Normal Weight Patient Eyüp Veli Küçük, Resul Sobay, Ahmet Tahra, Ahmet Bindayı, Fikret Fatih ÖnolSayfalar 175 - 180 GİRİŞ ve AMAÇ: Fleksibl üreterorenoskopi(f-URS)’nin böbrek taşı olan normal kilolu ve obez hastalarda etkinlik ve güvenirliğinin karşılaştırılması amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2010-2015 yılları arasında f-URS yöntemiyle böbrek taşı cerrahi tedavisi uygulanan 75 normal kilolu ve 28 obez hasta retrospektif olarak incelendi. Obez (VKİ≥30 kg/m2) hastalar ile normal kilolu (18-25 kg/m2) hastaların başarı oranları ve komplikasyonları karşılaştırıldı. Hastalar operasyondan 12 hafta sonra bilgisayarlı tomografi ile değerlendirildi. Başarı, görüntülemede tamamen taşsızlık veya 5 mm altında rezidü fragmanlar olarak kabul edildi. BULGULAR: Obez hasta grubunda 28 hastaya ve normal kilolu hasta grubundaki 75 hasta f-URS ile tedavi edildi. Başarı oranı normal kilolu hasta grubunda %88 iken obez grupta %89.2 olarak belirlendi ve gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi(p=0.07). Postoperatif morbidite normal kilolu hasta grubunda %8 iken obez hasta grubunda %7 oranında görüldü ve her iki grupta benzerdi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Böbrek taşı cerrahisinde fleksibl üreterorenoskopi yöntemi obez ve normal kilolu hasta gruplarında benzer başarı oranlarına sahiptir. Toplam morbidite eşit derecede görülmektedir. |
7. | Perkütan Nefrolitotomide Spinal ile Genel Anestezi Yöntemlerinin Karşılaştırılması Comparison of Spinal Versus General Anesthesia in Percutaneous Nephrolithotomy Eyüp Veli Küçük, Ümit Yıldırım, Ahmet Bindayı, Ahmet Tahra, Fikret Fatih ÖnolSayfalar 181 - 185 GİRİŞ ve AMAÇ: Perkütan nefrolitotomi(PNL) operasyonunda spinal ile genel anestezi yöntemlerinin etkinlik ve güvenirliliklerinin karşılaştırılması. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2012-2015 yılları arasında böbrek taşı nedeniyle PNL uygulanan 316 hasta restrospektif olarak değerlendirldi. Genel anestezi grubunda 206 hasta (grup 1), Spinal anestezi grubunda 110 (grup 2) hasta mevcut idi. Grup 1’de standart genel anestezi uygulanırken, Grup 2’de bulunan hastalara L3-4 spinal aralıklarında oturur pozisyonda bupivakain ve fentanil enjeksiyonu uygulandı. Litotomi pozisyonunda spinal anestezi seviyesi belirlendikten sonra üreteral kateter yerleştirildi ve standart PNL operasyonu uygulandı. Komplikasyonlar kayıt edildi ve analiz retrospektif olarak gerçekleştirildi. BULGULAR: Ortalama taş boyutu grup 1’de 32.2 ± 8.6 mm iken grup 2’de 31.5 ± 8.2 mm idi. Operasyon süresi ve hemoglobin seviyesindeki düşüş grup 1 ve grup 2 arasında benzer olarak bulundu (83.4 dk ile 86 dk, p= 0.31 ve 0.9 g/dl ile 1 g/dl, p=0.27). İntraoperatif hipotansiyon ve postoperatif baş ve sırt ağrısı spinal anestezi grubunda istatisktiksel olarak daha fazla idi (p<0.5). Her iki grupta da nörolojik komplikasyon tesbit edilmedi. Narkotik analjezik ihtiyacı grup 1’de 11.3 ± 3.1 mg iken grup 2’de 7.6 ± 2.5 mg morfin sülfat olarak tesbit edildi(p= 0.03). TARTIŞMA ve SONUÇ: Bupivakain ve fentanil ile kombine spinal anestezi yöntemi ile PNL operasyonu, genel anestezi ile PNL’ye benzer sonuçları ile etkin ve güvenilir bir yöntemdir. |
8. | Adli Tıp Kurumu'nda Değerlendirilen Havayolu Yönetimi Sırasında Ortaya Çıkan İstenmeyen Durumlar Adverse Outcomes During Management Evaluated By Council of Forensic Medicine Habib Bostan, Ayşegül Ertan, Hüseyin Öz, Ziya SalihoğluSayfalar 186 - 190 GİRİŞ ve AMAÇ: Ülkemizde, genel anestezi uygulamaları esnasında oluşan hava yolu yönetimi ile ilgili sorunları adli yönden inceleyen bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada hava yolu yönrtimi sırasında istenmeyen durumların yaşandığı iddiası ile dava konusu olan ve bilirkişi incelemesi için Adli Tıp Kurumu’na gönderilen olgular incelenmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Adli Tıp Kurumu’nda 2006-2012 yıllarına ait hava yolu yönrtimi sırasında istenmeyen durumların yaşandığı iddiası ile dava konusu olan ve görüş bildirilen 37 dosya retrospektif olarak incelendi. BULGULAR: Olguların 27’si (% 72.98) kadın, 10’u (% 27.02) erkekti. Klinik branşlara dağılımı incelendiğinde; 16 olgu Kadın Hastalıkları ve Doğum (% 43.23), 7 olgu Kulak Burun Bogaz (%18.91), 6 olgu Genel Cerrahi (%16.21) ’yi ilgilendiriyordu. Olguların 27’sinde (% 72.97) müdahale planlı, 10’unda (% 27.03) acil idi. Olguların 20’sinde preoperatif hazırlığın tam olarak yapıldığı, 17 olguda da bu hazırlıkta eksiklikler olduğu saptandı. Anestezi uzmanı veya anestezi uzmanı ile birlikte anestezi teknisyeninin anestezi uyguladığı olguların (% 75,67) oranının cerrahın kontrolünde anestezi uygulayan anestezi teknisyeninkilere göre daha fazla olduğu görülmektedir. Zor entübasyon ile birlikte zor ventilasyon (% 37.83) en sık karşılaşılan istenmeyen durum olarak bulundu. Bunu trakeal yaralanmalar (% 18.91) ve özefagus yaralanmaları (% 10.81) takip etti. Zor entübasyon nedeniyle entübe edilemeyen ve trakeostomi açılan olgular tüm olguların %16.21’ ini oluşturmaktadır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Zor entübasyon kriterleri saptanmasa bile zor hava yolu gelişme riski göz önünde bulundurularak gerekli hazırlıklar yapılmalıdır. Ayrıca zor havayolunun tanınması ve yönetilmesine yönelik eğitimin yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyoruz. |
DERLEME | |
9. | Postanestezik Bakım Ünitesi (PABÜ): Gelişimi ve Standartları Postanesthetic Care Unit (PACU): Its Development and Signigicance Düriye Gül İnal, Dilek Ömür, Volkan HancıSayfalar 191 - 196 Yoğun bakım üniteleri (YBÜ) için, farklı hasta gruplarından geniş bir yelpaze içerisinde artan talepler, yoğun bakım ünitelerinin kapasitelerinde sınırlamalara yol açabilir. Bu sınırlamalar artmış mortalite ve morbiditeyle beraber acil servisten hasta kabulünde gecikmelere ve yoğun bakım endikasyonu konulmuş, elektif cerrahi için bekleyen cerrahi olguların operasyon süreçlerinde ertelenmelere neden olabilir. Yoğun bakım maliyetlerinin yüksek oluşu, cerrahi işlemlerin sayı ve çeşitliliğinin çoğalması, yandaş hastalıkları olan, daha yaşlı olguların cerrahi girişimlerinin giderek artması gibi nedenler özel erken postoperatif bakım ünitelerine ihtiyaç duyulmasına neden olmaktadır. Bu amaçla postanestezik bakım ünitesi (PABÜ), hastalara cerrahi ve anestezi sonrası gerekli müdahalelerin yapılması ve olguların kısa süreli yakın ve yoğun izlenmesi için kurulmuş ve geliştirilmiştir. Bu derlememizde PABÜ’nün tarihsel gelişimi ve standartları özetlenmeye çalışılmıştır. |
OLGU SUNUMU | |
10. | Melas Sendromlu Olguda Anestezi Yönetimi Anesthesia Management of a Case with Melas Syndrome Derya Arslan Yurtlu, Murat Aksun, Bedriye Özdikiciler, Uğur Özgürbüz, Pınar Ayvat, Gülçin Önder Aran, Mehmet KızılkayaSayfalar 197 - 200 MELAS sendromu mitokondrial miyopati, ensefalopati, laktik asidoz ve stroke benzeri epizodlarla karakterize olan mitokondriyal düzeyde nokta mutasyonu sonucunda gelişen bir hastalıktır. MELAS sendromu tanısı olan hastalarda cerrahi ve anestezi uygulamaları hastaların hipotermi, metabolik asidoz ve malign hipertermi gibi klinik durumlara yatkın olmaları nedeniyle özellik oluşturur. Sendromun tablosuna sıklıkla diyabetus mellitus ve kardiyak iletim anomalileri eşlik eder ve durumu daha da karmaşık hale getirir. Bu yazıda elektif tiroidektomi operasyonu geçiren ve diyabetus mellitus, hipertrofik kardiyomiyopati tanılarının eşlik ettiği MELAS sendromlu bir olguda anestezi yönetimi sunulmuş ve anestezik yaklaşım tartışılmıştır. |
11. | Geçici Benign Hiperfosfatazemili İki Olgu Two Cases With Benign Transient Hyperphosphatemia Esra Akyüz Özkan, Haşim Hüsrevşahi, Adem Yaşar, U. Aliye GeçitSayfalar 201 - 204 Benign geçici hiperfosfatazemi çoğunlukla 5 yaşından küçük çocuklarda serum alkalen fosfataz düzeyinin karaciğer ve kemik hastalığı olmaksızın normal değerlerin 3-50 kat yükselmesiyle karakterize bir klinik durumdur. Alkalen fosfataz düzeyleri 2-6 ay içinde kendiliğinden normale dönmektedir. Bu yazıda rutin tetkikler sırasında ALP düzeyinde yükseklik saptanan, takiplerinde kendiliğinden normale dönen, karaciğer ve kemik hastalığı bulunmayan ve bu yüksekliğin sebebinin viral enfeksiyonlara bağlı benign geçici hiperfosfatazemi olduğu düşünülen iki olgu sunulmuştur. Benign geçici hiperfosfatazemi benign, geçici ve kendini sınırlayabilen bir durumdur. Klinik ve laboratuar bulgusu olmadan izole ALP yüksekliği durumunda, geçici hiperfosfatemi ayırıcı tanıda mutlaka akılda tutulmalıdır. Bu hastalar gereksiz ve pahalı testlere gerek kalmadan ve ileri bir merkeze sevk edilmeden genel çocuk polikliniklerinde izlenebilirler. |
12. | Olgu Sunumu: Antibiyotik Etkenlere Karşı Spesifik Ige Araştırması Olgu Sunumu: Antibiyotik Etkenlere Karşı Spesifik Ige Araştırması Gülbu IşıtmangilSayfalar 205 - 208 İlaç allerjisi; bazı ilaçların kullanılmasından sonra istenmeyen bulguların ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır. Bireylere göre değişmekle birlikte; antibiyotikler, antiinflamatuvar ilaçlar, ağrı kesici, ateş düşürücü, lokal ve genel anestezik ilaçlara karşı allerji oluşabilmektedir. İlaç allerjisi nadiren anafilaksi ile birlikte olabilir ve fatal seyredebilir. İlaç allerjisinin tanısı için iyi bir anamnez, muayene, klinik bulguların değerlendirilmesi ve allerji testleri gereklidir. Bu olgu sunumunda allerji şikayetleri olan bir olgunun anamnezi dikkate alınarak 10 antibiyotik etkene karşı spesifik IgE antikoru araştırıldı. |