ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Skov-3 Over Kanseri Hücre Hattında Fotodinamik Terapi Uygulaması Photodynamic Therapy Application In SKOV-3 Ovarian Cancer Cell Line S. Sibel Erdem, Rabia Edibe Parlar, Vildan Akgül Obeidin, Ubeydullah Şahindoi: 10.14744/hnhj.2017.25238 Sayfalar 119 - 124 GİRİŞ ve AMAÇ: Sürdürülen sayısız araştırmaya ve geliştirilen ilaçlara rağmen günümüzde kanser hala milyonlarca insanın ölümüne neden olan hastalıkların başında gelmektedir. Over kanseri en ölümcül kanserlerden biri olup kadınlarda en çok görülen beşinci kanser türüdür. Uygulanan tedavi yöntemleri arasından kemoterapiye nispeten daha iyi yanıt alınmasına rağmen over kanseri halen tam olarak tedavi edilememektedir. Bu nedenle geleneksel tedavi yöntemlerinin ağır yan etkilerinden sıyrılmış, kanser hücresine karşı seçicilik gösteren etkili yöntemlerin geliştirilmesi ve/veya var olan yöntemlerin birleştirilerek özgün tedavilerin geliştirilmesi gerekmektedir. Fotodinamik Terapi (FDT), ışıkla aktive olan molekül (fotosensitizer), oksijen ve uygun dalga boyundaki ışığın birleşmesi sonucu ortaya çıkan bir dizi fotokimyasal/fotofiziksel reaksiyonlar sonucu hücrenin ölümü prensibine dayanır. Özgün, suda çözünürlüğü yüksek fotosensitizerin SKOV-3 over kanser hattında FDT çalışmaları yapıldı. 100 µM konsantrasyona kadar karanlık toksisite görülmezken, aynı değerde ışıkla aktivasyonu sonucu fotosensitizerin reaktif oksijen türleri üreterek yüksek fototoksisiteye sebep olduğu görüldü. SKOV-3 over kanseri hücre hattında IC50 değeri 79 µM olarak belirlendi. YÖNTEM ve GEREÇLER: BULGULAR: TARTIŞMA ve SONUÇ: |
2. | Aksolotl Rejenerasyonunun Farklı Evrelerinde miRNA Profilinin Bulunması ve Bulunan miRNA’ların Görevlerinin In-siliko Analizi Identification of miRNA Profile and In-Silico Analysis of Identified miRNA Functions at Different Stages of Axolotl Tail Regeneration Turan Demircan, Mahmut Erhan Avşaroğlu, Gürkan Öztürk, İlknur Keskindoi: 10.14744/hnhj.2017.50251 Sayfalar 125 - 134 GİRİŞ ve AMAÇ: Rejenerasyon, fonksiyonel bir kayıp yaşamadan hasarlı dokunun, organın ya da uzvun restore edilmesi işlemidir. Su semenderlerinden olan Aksolotl kendisini öldürmeyecek iç organ, merkezi sinir sistemi ve uzuv hasarlarını başarı ile tamir edebilmektedir. miRNA’lar hedef mRNA’ların translasyon düzeyini düşürerek yazılım sonrası gen ifadesinin kontrolünde önemli roller üstlenirler. Biz de bu çalışmada Aksolotl’un kuyruk rejenerasyonu sırasında değişen miRNA profilini ve bu miRNA’ların moleküler yolaklara olası etkilerini araştırdık. YÖNTEM ve GEREÇLER: 6-8 aylık 60 adet Aksolotl’un kuyruk bölgesinden ampütasyon yapılmış ve hayvanlar 4 gruba ayrılmıştır. Ampütasyondan hemen sonra (0. gün) ve rejenerasyonun 1., 4. ve 7. günü örnek toplanmıştır. Toplanan örneklerden yeni nesil dizileme yöntemi ile miRNA tespiti yapılmıştır. Bulunan miRNA’lar içinde rejenerasyonun farklı evrelerinde miktarı anlamlı olarak değişenlerin hangi yolakları regüle ettiği analiz edilmiştir. BULGULAR: Bulunan miRNA’lar içinden 52 tanesinin miktarı 1.5 kat ve üzeri değiştiği (arttığı veya azaldığı) için bu miRNA’lar yolak analizlerinde kullanılmıştır. Rejenerasyon ile birlikte artış gösteren miRNA’ların hemostazla ilişkili yolakları regüle ettiği görülmüştür. Rejenerasyon sürecinde azalış gösteren miRNA’ların ise hücre bölünmesi ve hücre bölünmesinin kontrolü ile ilgili yolakları regüle ettiği bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: miRNA’lar canlılıkta birçok görev (hemostaz, gelişim, büyüme ve hastalık durumunun regülasyonu vb.) üstlenirler. miRNA profilinin değişmesi rejenerasyonun başarı ile sürmesi ve tamamlanması için gerekli bir mekanizmadır. Biz de bu çalışmada Aksolotl’un kuyruk rejenerasyonu sürecinde miktarı artan ve azalan miRNA’larının dinamik değişimini tanımlayıp, bu değişimin moleküler yolaklar üzerine etkisini araştırdık. |
3. | Hemodiyaliz ve Periton Diyalizi Hastalarında Rüya Bunaltısı Dream Anxiety in Hemodialysis and Peritoneal Dialysis Patients Sultan Özkurt, Ece Yazla, Ahmet Musmuldoi: 10.14744/hnhj.2017.07108 Sayfalar 135 - 140 GİRİŞ ve AMAÇ: Hemodiyaliz ve periton diyalizi hastalarında uyku bozuklukları sıkça rapor edilmekte olup, bu hastaların rüyalarını araştıran çalışma bulunmamaktadır. Biz hemodiyaliz ve periton diyalizi hastalarında rüya bunaltısı düzeyindeki farklılıkları araştırmayı planladık. Bu iki grup arasında depresyon ve anksiyete semptomları,uyku kalitesi ve uykusuzluk düzeylerini de karşılaştırmayı planladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu gözlemsel kesitsel çalışmaya nefroloji kliniğinde ayaktan takip edilen 49 hemodiyaliz hastası ve 29 peritoneal diyaliz hastası alındı. Gerekli özelliklerin değerlendirilmesi için Sosyodemografik Veri Toplama Formu, Van Rüya Bunaltısı Ölçeği (VDAS), Pittsburg Uyku Kalitesi İndeksi (PSQI), Uykusuzluk Şiddet İndeksi (ISI), Beck Depresyon ve Anksiyete Envanteri kullanıldı. Hemoglobin (Hb), Kt / V üre indeksi ölçüldü. BULGULAR: Rüya bunaltısı (p=0.517), depresyon (p = 0,889), uyku kalitesi (p = 0,221), uykusuzluk şiddeti (p = 0,152) ve hb (p = 0,505) açısından gruplar arasında anlamlı farklılık yoktu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda hemodiyaliz ve periton diyalizi hastaları arasında depreyon, anksiyete, uyku kalitesi ve uykusuzluk şiddeti düzeyleri açılarından anlamlı fark bulmadık. Benzer şekilde rüya bunaltısı düzeyi de bu bulgularla tutarlı bulundu. |
4. | Laparoskopik Parsiyel Nefrektomide Kendinden Dikenli Dikiş Materyali Kullanımının Perioperatif Parametlere ve Postoperatif Fonksiyonel Sonuçlara Etkisi The Impact of Self-Retaining Barbed Suture Use For Laparoscopic Partial Nephrectomy On Perioperative Parameters and Postoperative Functional Outcomes Serdar Aykan, İsmail Ulus, Mehmet Yılmaz, Serkan Gönültaş, Serhat Süzan, Atilla Semerciöz, Ahmet Yaser Müslümanoğludoi: 10.14744/hnhj.2017.01643 Sayfalar 141 - 147 GİRİŞ ve AMAÇ: Böbrek tümörü nedeniyle yapılan nefron koruyucu cerrahi yöntemlerin, radikal nefrektomi olguları ile benzer onkolojik sonuçlara ve uzun dönemde daha iyi fonksiyonel sonuçlara sahip olduğu bilinmektedir. Deneyimli merkezlerde minimal invaziv cerrahi yöntemlerle yapılan nefron koruyucu operasyonlar (Laparoskopik Parsiyel Nefrektomi, LPN) radikal nefrektomiye karşı güvenli ve etkin bir alternatif olarak kabul görmüştür. Bu çalışma ile laparoskopik operasyonlarda kendinden dikenli dikiş materyalinin (KDDM) kullanılmasının perioperatif parametreler ve postoperatif fonksiyonel sonuçlar üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği’nde Kasım 2008 ile Aralık 2016 tarihleri arasında, renal kitle nedeni ile tek cerrah tarafından LPN yapılan 83 hastanın verileri retrospektif olarak incelenmiştir. Hastalar operasyonlarda kullanılan dikiş materyalinin türüne göre iki gruba ayrılmıştır. Birinci grupta; renorafi ve/veya toplayıcı sistem onarımının 3/0 emilebilen polyglactin dikiş materyali ile yapıldığı 38 hasta, ikinci grupta; renorafi ve/veya toplayıcı sistem onarımının KDDM (V-Loc) ile yapıldığı 45 hasta bulunmaktadır. İki grup arasında; demografik özellikler, radyolojik bulgular, tahmini kan kaybı miktarı ve sıcak iskemi süresi (SİS) gibi perioperatif değerler, onkolojik sonuçlar, komplikasyonlar ve postoperatif fonksiyonel değerler karşılaştırılmıştır. BULGULAR: Yaş, Vücut kitle indeksi (VKİ), ASA (American Society of Anesthesiologists) skoru, tümör boyut ve tarafları, PADUA skoru, operasyon süresi, komplikasyon oranı ve hastanede kalış süresi gibi temel özelliklerin gruplar arasında benzer olduğu görülmüştür. İkinci grupta birinci gruba göre tahmini kan kaybı miktarı daha az olarak saptanmıştır (grup I: 202,1 cc; grup II: 179,77 cc, p=0,001). İkinci grupta SİS daha kısa olarak saptanmıştır (grup I: 23,81 dk.; grup II: 16,42 dk. p=0,001). Operasyon sonrası takiplerde böbrek fonksiyonları ikinci grupta daha iyi olarak saptanmıştır (p=0,003). TARTIŞMA ve SONUÇ: Böbrek tümörü tedavisinde uygulanan LPN’de kullanılan KDDM’nin sıcak iskemi süresi, tahmini kan kaybı ve postoperatif fonksiyonel sonuçlarda olumlu kazanımlar sağladığı görülmüştür. Laparoskopik parsiyel nefrektomi operasyonlarında KDDM’nin kullanılması etkin ve güvenilir bir seçenek olarak değerlendirilmiştir. |
5. | Metabolik Sendrom ve Mesane Tümörü Arasındaki İlişki Correlation of Metabolic Syndrome with Bladder Cancer Emrah Yakut, Mehmet Yılmaz, Serdar Aykan, İsmail Ulus, Suhejb Sulejman, Engin Kandıralı, Atilla Semerciözdoi: 10.14744/hnhj.2017.36855 Sayfalar 148 - 156 GİRİŞ ve AMAÇ: Kanser gelişimi ve kansere bağlı ölümde yakın ilişkisi birçok çalışmada gösterilen metabolik sendromun dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de insidansı her geçen gün artmaktadır. Kliniğimizde mesane tümörü nedeniyle değerlendirdiğimiz hastalarda; metabolik sendrom ve metabolik sendrom bileşenlerinin; mesane kanserinin evresi, derecesi, CIS (Carsinoma İn Situ) varlığı ve nüks sayısına olan etkilerini araştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Üroloji Kliniği’nde, Temmuz 2010 – Temmuz 2013 tarihleri arasında mesane kanseri ön tanısı ile sistoskopi ve doku rezeksiyonu yapılan hastalar değerlendirildi. İlk kez kliniğimizde mesane kanseri tanısı alan, 100’ü metabolik sendromlu ve 100’ü metabolik sendromlu olmayan toplam 200 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar yaş, cinsiyet, sigara kullanımı, ailede kanser öyküsü, HT, metabolik sendrom, metabolik sendrom bileşenleri (bel çevresi, trigliserid, HDL ( High Density Lipoprotein), kan basıncı, açlık kan şekeri), BMI (Body Mass İndex) parametrelerinin; mesane kanseri evresi, derecesi, CIS varlığı ve nüks sayıları ile ilişkisi retrospektif olarak değerlendirildi. BULGULAR: Metabolik sendrom ve metabolik sendrom bileşenlerinin mesane kanseri evresi, derecesi, CIS varlığı ve nüks sayısına olan etkilerini istatistiksel olarak değerlendirdiğimiz çalışmaya katılan hastaların 25’i kadın 175’i erkek olup yarısında metabolik sendrom tanısı mevcuttu. Yaş ortalaması 63±12 yıl olan hastaların 40’ında diyabet, 70’inde hipertansiyon, 49’unda ailede kanser öyküsü, 125’inde sigara kullanım hikayesi mevcuttu. Hastaların ortalama; sistolik kan basıncı 127±10 mmHg, diastolik kan basıncı 82±8 mmHg, Bel çevresi 97±10 cm, BMI 25,5±2,3 kg/m2, açlık kan şekeri 104±24 mg/dl, HDL 47±9 mg/dl, trigliserid 163±64 mg/dl olarak saptandı. Mesane tümörü patolojisi; 24 hastada Ta, 135 hastada T1 ve 41 hastada T2 iken tümör derecesi; 125 hastada düşük grade, 75 hastada yüksek grade saptandı. CIS (+)’liği 58 hastada saptandı. Ortalama 18±4,2 aylık takipte; 55 hastada mesane tümör nüksü gerçekleşmezken, 87 hastada 1 kez, 49 hastada 2 kez ve 9 hastada ise 3 kez nüks gerçekleşti. TARTIŞMA ve SONUÇ: Mesane kanseri evresi için, 40 paket/yıl üzeri sigara kullanımı (p=0,001) ve 60 üstü yaş (p=0,024) bağımsız risk faktörleri olarak belirlenirken; mesane kanseri derecesi için ise aile öyküsü (p=0,003) ve 40 paket/yıl üzeri sigara kullanımı (p=0,012), bağımsız risk faktörleri olarak belirlendi. 18±4,2 aylık takipte metabolik sendromun tüm tanı kriterleri ile bir bütün olarak, mesane kanseri parametreleri ile ilişkisi saptanmamıştır. Fakat sistolik kan basıncı yükseklikleri, düşük trigliserid ve HbA1c düzeyleri, mesane kanseri seyrini olumsuz yönde etkilemektedir. |
6. | Nörofibromatozis Tip 1: 49 Olgunun Değerlendirilmesi Neurofibromatosis Type-1: Evaluation of 49 Cases Kürşat Bora Çarman, Coşkun Yarar, Arzu Ekici, Sevgi Yimenicioğlu, Ozan Koçak, İlhan Işık, Cihan Şöhret, Sibel Laçinel Gürlevik, Ayten Yakutdoi: 10.14744/hnhj.2017.86580 Sayfalar 157 - 160 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı çocukluk çağı nörofibromatosis tip 1 olgularının klinik bulgularının değerlendirilmesi. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2010-2017 yılları arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalı tarafından takip ve tedavileri yapılan çocukluk hastaların klinik özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmaya 49 çocuk alındı. Olguların 23’ü erkek, 26’sı kızdı. Yaş ortalaması 11.71 ± 4.05 yıl saptandı 14 (%28.6) olgunun ailesinde nörofibromatosis öyküsü mevcuttu. Lisch nodülü 20 hastada, koltukaltı çillenmesi 15 hastada görüldü. Olguların 10’nunda nörofibrom vardı. Pleksiform nörofibrom hiçbir olguda yoktu. Dört çocukta skolyoz, bir çocukta tibiada psödoartroz mevcuttu. Olguların onunda öğrenme güçlüğü vardı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızdaki olguların semptom, bulgu ve komplikasyonları literatürle uygun¬luk göstermektedir. Komplikasyonların az olmasının olguların yaşlarının küçük olmasına bağlı olduğu düşünüldü. Bu çalışmada NF-l’in erken tanınmasının ailelerin hastalık hakkında bilgilen¬dirilmesi ve bu çocukların düzenli klinik takibiyle tedavi edilebilir komplikasyonların önlenmesi açısından önemini vurguladık. |
7. | İyot Eksikliğine Bağlı Endemik Bir Bölgede Yapılan Guatr Ameliyatlarında Tiroid Karsinomu Sıklığı ve Hücre Tipleri Incidence of Thyroid Carcinoma and the Cellular Type of Goiters in an Area of Endemic Iodine Deficiency Ali Sürmelioğlu, Metin Tilki, Onur Birsen, Pelin Bağcıdoi: 10.14744/hnhj.2017.27147 Sayfalar 161 - 166 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmamızdaki amaç iyot eksikliğine bağlı endemik bir bölgede yapılan guatr ameliyatlarından sonra tiroid kanser oranını saptamak ve histopatolojik hücre tiplerini belirlemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalıştığımız endemik bir bölgede ameliyat edilen 332 guatr olgusu değerlendirmeye alınmıştır. Tüm olgular fizik muayene, tiroid hormon seviyeleri (sTSH,FT3,FT4 ) ve tiroid ultrasonografisi (USG) ile değerlendirildi. Bazı olgulara ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) ve tiroid sintigrafisi uygulanarak preoperatif tanılara ulaşıldı. Postoperatif histopatolojik incelemelere göre tiroid kanser oranı ve hücre tipleri ortaya kondu. BULGULAR: Ardışık olarak tiroidektomi yapılan hastaların yaş ortalaması 43.6 + 13.7 (17-67), Kadın/Erkek dağılımı ise sırasıyla %84 (n=279) ve %16 (n=53) olarak saptandı. Olgularımızın preoperatif tanıları multinodüler guatr %77.4 (n=257), soliter tiroid nodülü %20.8 (n=69), toksik diffüz guatr %1.8 (n=6) olarak belirlendi. Hastalara cerrahi prosedürler % 80.4 (n=267) total tiroidektomi, % 6 (n= 20) unilateral total kontrlateral totale yakın tiroidektomi, %3 (n=10) unilateral total tiroidektomi, istmektomi, % 10.6 (n=35) bilateral subtotal tiroidektomi şeklinde uygulandı. Postoperatif histopatolojik değerlendirmeye göre papiller karsinom oranı %77.8 (n=21), Folliküler karsinom oranı %7.4 (n=2), diğer karsinom oranları %14.8 (2 olgu malign potansiyeli belirsiz folliküler tümör, 1 olgu malignite potansiyeli belirsiz iyi differansiye tümör, 1 olgu iyi differansiye karsinom –NOS grubu) saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: İyot eksikliğine bağlı endemik bir bölgede yapılan bu çalışmada guatr nedeni ile ameliyat edilen hastalarda tiroid karsinom oranı %8.1 olarak bulunmuştur. Kontrolsüz iyot profilaksisi uygulanmakta olan endemik bu bölgemizdeki çalışmada, tiroid kanser histopatolojik hücre oranlarındaki değişiklik literatür ile uyumlu olarak; papiller karsinom oranının arttığı, folliküler karsinom oranının azaldığı yönündedir. |
8. | Hemodiyaliz Hastalarında Gastroözefageal Reflü Hastalığı Sıklığının Değerlendirilmesi Evaluation of the Frequency of Gastroesophageal Reflux Disease in Hemodialysis Patients Sultan Özkurt, Yasemin Sağlan, Handan Gölgeli, Ramazan Sağlan, Hüseyin Balcıoğlu, Uğur Bilge, İlhami Ünlüoğludoi: 10.14744/hnhj.2017.30602 Sayfalar 167 - 171 GİRİŞ ve AMAÇ: Hemodiyaliz hastalarında üst gastrointestinal sistem yakınmaları sık görülmektedir ve ülkemizde diyaliz hastalarında gastroözefageal reflü hastalığı (GÖRH) prevelansı araştırılmamıştır. Bu çalışmada hemodiyaliz hastalarında GÖRH sıklığını ve ilişkili olduğu faktörleri araştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel tipteki bu çalışmaya 107 standart hemodiyaliz tedavisi uygulanan hasta dahil edildi. Hastaların gastrointestinal sistem şikayetleri, özgeçmiş özellikleri ve kullandıkları ilaçlar yüz yüze görüşme yöntemi ile elde edildi. Anket formu, bireylerin sosyodemografik özelliklerini, gastroözefageal reflü hastalığı (GÖRH) ile ilişkili olduğu düşünülen bazı faktörler ile ilgili soruları içermekteydi. Çalışmada gastroözofageal reflü hastalığının değerlendirilmesinde National İnstitutes of Health (NIH) PROMİS GERD Ölçeği kullanılmıştır. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen hastaların 59’u (%55.1) erkek, 48’i (%44.9) ise kadındı. Hastaların yaşları 30-89 arasında değişmekte olup, yaş ortalamaları 61.3±12.2 yıl idi. Hastalarda GÖRH sıklığı % 14,0 oranında tesbit edildi. Hastaların %72.9’u gastroprotektif ajan kullanmakta idi. GÖRH olanlarla olmayanlar arasında yaş, cins, vücut kitle indeksi, sigara kullanımı, medeni durum, gastroprotektif ilaç kullanımı, nonsteroid antienflamatuar ilaç kullanımı, diyaliz süresi açısından fark bulunmadı. Eğitim düzeyi arttıkça gastroözofageal reflü hastalığı sıklığının azaldığı bulundu (p<0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Genel Türk popülasyonu ile karşılaştırıldığında (%33.9), hemodiyaliz hastalarında GÖRH sıklığı daha az (%14) bulunmuştur. Hemodiyaliz hastalarında yüksek gastroprotektif ilaç kullanım oranı daha az GÖRH sıklığı ile ilişkili olabilir. |
DERLEME | |
9. | Piriformis Sendromu Piriformis Syndrome Nilgün Mesci, Duygu Geler Külcüdoi: 10.14744/hnhj.2017.93685 Sayfalar 172 - 175 Piriformis sendromu (PS), siyatik sinirin piriformis kası tarafından tuzaklanması ile oluşan bir klinik tablodur. Siyatik sinir ile piriformis kasının anatomik ilişkisi ile ilgili çeşitli varyasyonlar görülebilir. Piriformis kası kalça eklemine uyluk ekstansiyondayken dış rotasyon, kalça fleksiyondayken abduksiyon yaptırır. Piriformis kasında miyofasial tetik nokta, hipertrofi, inflamasyon, travmatik yaralanmalar, piriformis kası ve/veya siyatik sinirin anatomik varyasyonları ve myositis ossifikans gibi nedenler PS’na yol açabilmektedir. Siyatik ağrısı vakalarının %5-6’sının PS olduğu gösterilmiştir. Ancak radiküler ağrı ile karıştığı için bu oranın daha fazla olduğu düşünülmektedir. Bu derlemede nondiskojenik siyatalji ayırıcı tanısında düşünülmesi gereken PS ve ultrasonografinin PS tanı ve tedavisindeki öneminden bahsedilmiştir. |
OLGU SUNUMU | |
10. | Kolloidal Bizmut Subsitrat İntoksikasyonu ve Akut Böbrek Hasarı: Olgu Sunumu A Case Presentation of Colloidal Bismuth Subcitrate Intoxication and Acute Renal Failure Hasan Kayabaşı, Zeyneb Başpehlivan Tuzcu, M. Hanefi Aytekin, Damla Karataş, Mürselin Güney, Dede Şitdoi: 10.14744/hnhj.2017.40427 Sayfalar 176 - 178 Kolloidal bizmut subsitrat gastrit ve helikobakter pilori eradikasyonu tedavisinde sık kullanılan bir bileşiktir. Gastrointestinal emilimi az olmakla birlikte yüksek dozlarda alındığı zaman hepatik ensefalopati veya daha nadiren nefropati şeklinde yan etkiler gelişebilir. Bizmut intoksikasyonuna bağlı akut nefrotoksisite tedavisinde hemodiyaliz ve şelasyon tedavilerini erken uygulamak önemlidir. Bu vakada intihar girişimi amaçlı yüksek doz bizmut alımı sonrası akut böbrek yetmezliği gelişen bir hasta sunuldu. |
11. | Temiz Aralıklı Kateterizasyona Bağlı Gelişen İntraperitoneal Mesane Perforasyonu Olgusu ve Literatürün İncelenmesi Intraperitoneal Bladder Perforation Due to Clean Intermittent Catheterization: A Case Report and Literature Review Serkan Akan, Ahmet Ürkmez, Çağlar Yıldırım, Özgür Haki Yükseldoi: 10.14744/hnhj.2017.25338 Sayfalar 179 - 182 Temiz aralıklı kateterizasyon uygulayan hastalarda, katetere bağlı mesane perforasyonu nadir görülen bir komplikasyondur. Biz burada 6 ay önce geçirdiği ateşli silah yaralanması sonrası (servikal spinal kord hasarı) tetraplejik olan ve nörojenik mesane nedeniyle kazadan bu yana sondalı olup; son 5 gündür hasta yakını tarafından TAK yapılan 40 yasında erkek hastada oluşan ve akut abdomen bulguları ile acile başvuran mesane perforasyonu olgusunu raporladık. |
12. | Nadir Bir Olgu: Kabuki Make-Up Sendromu A Rare Case: Kabuki Make-Up Syndrome Esra Türe, Abdullah Yazar, Fatih Akın, Ayşe Gül Zaimoğlu, Dursun Odabaşdoi: 10.14744/hnhj.2017.74745 Sayfalar 183 - 185 Kabuki make-up sendromu (KMS) multipl konjenital anomaliler ve mental retardasyonla seyreden, kalıtım şekli tam bilinmeyen ancak otozomal dominant bir mutasyonun sebep olduğu düşünülen nadir bir sendromdur. Bu yazıda, mental-motor retardasyon, geniş alın, yukarı doğru kavisli kaş kemeri, lateral 2/3’si dökük kaşı, çekik ve ayrık gözleri, alt göz kapak lateralinde dışa dönüklüğü, basık ve geniş burun kökü, gaga burnu, bilateral geniş ve düşük kulak sayvanları, seyrek ve kırılgan saçları, dar ve yüksek damağı, dismorfik dişleri, belirgin el parmak pulpaları, 5. parmak kısalığı ve karaciğer enzim yüksekliği saptanan 27 aylık bir kız çocuğu literatüre katkıda bulunmak amacıyla sunulmuştur. |