ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Rejyonel Anestezi Komplikasyonlarının Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi Evaluation of Regional Anesthesia Complications Retrospectively Aydan Çalışkan, Volkan Hancı, Dilek Okyay, Serhan Yurtlu, Hilal Ayoğlu, M. Çağatay Büyükuysal, Işıl Özkoçak TuranSayfalar 73 - 86 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda Ocak 2009 - Aralık 2010 tarihleri arasında, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi‘nde rejyonel anestezi altında opere edilen olgulara ait komplikasyonların retrospektif olarak araştırılması amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Belirlenen süre içerisinde 2000 hastanın bilgilerine ulaşıldı. Ek anestezik yöntem olarak genel anestezi almayan 1568 vakanın komplikasyonları analiz edildi. Komplikasyonlar preoperatif, perioperatif ve postoperatif olmak üzere üç başlık altında toplandı ve tedavileri kaydedildi. BULGULAR: Çalışmamızda 1568 olgunun 585’inde (%37,3) komplikasyon geliştiği tespit edildi. En çok görülen komplikasyon %16,8 (n=264) oranı ile hipotansiyondu. Diğer görülen komplikasyonlar ise bradikardi %9,5 (n=149), bulantı kusma %15 (n=235), disritmi %0,5 (n=8), kardiyak arrest %0,2 (n=3), kaza ile dura delinmesi %1,1 (n=17), hipertansiyon %2,7 (n=42), spinal anestezi sonrası baş ağrısı %0,2 (n=3), aşırı postoperatif ağrı %1,1 (n=17), motor defisit %0,3(n=5), duyusal defisit %0,1 (n=2), titreme %0,1 (n=1) oldu. Erkeklerde komplikasyon görülme oranı % 27,8 (n=243) iken bu oran kadınlarda % 49,2 (n=342) idi (p<0,001). Bradikardi (n=103) erkeklerde daha fazla görülürken; hipotansiyon (n=189), bulantı (n=189) ve aşırı ajitasyon (n=31) kadınlarda daha fazla görüldü. Çalışmamızda hipotansiyon görülen vakalarda tedaviye ihtiyaç duyulmayan hasta oranı %0,4 iken; bradikardi görülen vakalarda ise bu oran %0,7 olarak bulundu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Tüm hasta gruplarında en sık görülen komplikasyon hipotansiyon olmuştur. |
2. | Tip 1 Diyabetli Çocukların Klinik ve Epidemiyolojik Özellikleri Clinical and Epidemiological Features of Insulin-dependent Diabetes Mellitus Patients Duygu Sömen Bayoğlu, Narin Akıcı, Veysel Bayoğlu, Tamay Gürbüz, Çağatay NuhoğluSayfalar 87 - 92 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada son 7 yıldır servisimizde yatan, insüline bağımlı diyabet tanısı alan hastaların klinik ve epidemiyolojik özelliklerini incelemeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde 2006-2013 yılları arasında tip 1 diyabet tanısıyla izlenen 41 olgu çalışma kapsamına alındı. Olguların yaş, cinsiyet, başvuru mevsimi ve yakınması, klinik ve labaratuar bulguları, aile öyküleri kaydedildi. Olgular tanı anındaki klinik tablolarına göre hiperglisemi, ketozis, diabetik ketoasidoz ve ketoasidotik koma olmak üzere 4 gruba ayrıldı. BULGULAR: Tip 1 diyabetli hastalar yaş gruplarına göre incelendiklerinde en yüksek oran % 65 ile 10-15 yaş aralığında bulundu. En sık başvuru mevsimi kış, en sık başvuru yakınmaları ise poliüri, polidipsi ve bulantıkusma olarak saptandı. Olguların başvuru öncesi ortalama semptom süreleri 11,3 gün idi. HBA1C ölçümleri ise 32 olguda bakılabilmiş olup, ortalama 12,32 idi. Olgular gruplara göre sınıflandırıldığında ise %61’i ketoasidoz, %34,1’i ketozis, %2,4’ü ketoasidotik koma, %2,4’ü ise hiperglisemi, grubundaydı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocuklarda tip 1 diyabet sıklığı tüm dünyada artmaktadır. Çalışmamızda da % 61 gibi yüksek bir oranda bulunan diyabetik ketoasidoz, halen tip 1 diyabetlilerde en önemli mortalite ve morbidite nedenidir. Toplumumuzda tip 1 diyabet konusunda farkındalık oluşturulmalı ve böylece diyabetik ketoasidoz tablolarını azaltmak hedeflenmelidir. |
3. | Kuru Gözde Oküler Yüzey Hastalığı Semptomları İndeksi (OYHİ) ile Tanı Yöntemlerinin Uyumu Correlation Between Diagnosis Tests and Ocular Surface Disease Index (OSDI) in Dry Eye Disease Hatice Tekcan, Ayşe Burcu, Firdevs ÖrnekSayfalar 93 - 98 GİRİŞ ve AMAÇ: Kuru gözde kullanılan oküler yüzey hastalığı semptomları indeksi (OYHİ) ile Delphi paneli sınıflandırması ve tanı yöntemlerinin uyumunu değerlendirmek. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 6’sı primer Sjögren, 6’si sekonder Sjögren kuru göz, 42’si non-Sjögren kuru göz tanısı alan toplam 54 hasta dahil edildi. Olgulara göz yaşı kırılma zamanı testi, anestezili ve anestezisiz Schirmer testi yapıldı. Lissamin yeşili boyası ile oküler yüzey boyanması (0-4), fluoresein boyası ile korneal boyanma (0-3) skorlandı. Biyomikroskopik muayenede meibomian bez disfonksiyonu (MBD) değerlendirildi (0-3). Kuru göz semptomlarının araştırılması için oküler yüzey hastalık indeksi (OYHİ) anketi uygulandı. Kuru göz Delphi paneli sınıflandırmasına göre derecelendirildi (1-4). OYHİ ile tanı test sonuçları ve kuru göz ağırlık derecesi arasındaki ilişki araştırıldı. İstatistiksel değerlendirmede Ki-kare bağımsızlık testi kullanıldı. p < 0.05 anlamlı olarak kabul edildi. BULGULAR: Olguların 47’si kadın, 7’si erkek ve yaş ortalaması 52.1±9.7 (33-79) yaş idi. OYHİ skoru ile kornea fluoresein boyanması (p= 0.006) ve kuru göz Delphi paneli sınıflandırması (p= 0.003) arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulundu. OYHİ ile göz yaşı kırılma zamanı testi, anestezili ve anestezisiz Schirmer testi, meibomian bez disfonksiyonu ve Lissamin yeşili boyasıyla oküler yüzey boyanma skoru istatistiksel olarak uyumlu bulunmadı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Kuru göz olgularında semptomlar ve klinik bulgular değişkendir. Olguların pek çoğunda hastanın semptomları tanı testleri ve bulgularla uyum göstermemektedir. Bu çalışmada kuru gözde semptomları sorgulayan anket olarak kullanılan OYHİ ile Delphi paneli sınıflandırması ve kornea fluoresein boyanması uyumlu bulunmuştur. |
4. | Gebelerde Sigara Kullanımını Etkileyen Faktörler ve Pasif Sigara Dumanına Maruziyet Durumu Gebelerde Sigara Kullanımını Etkileyen Faktörler ve Pasif Sigara Dumanına Maruziyet Durumu Işık Gönenç, Zeynep Tuzcular Vural, Gültekin Köse, E. Can Tüfekçi, Nurettin AkaSayfalar 99 - 101 GİRİŞ ve AMAÇ: Sigara, fetüs ve anne sağlığını olumsuz yönde etkileyen çok önemli ancak önlenebilir bir nedenlerden biridir. Pek çok kadın hamileliliği sırasında sigara içmekte veya sigara dumanına maruz kalmaktadır. Bu çalışmada sosyodemografik faktörler ve eşlerin sigara içme davranışları ile gebelerin sigara içme davranışlarının araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya katılmayı kabul eden 204 gebeye15 sorudan oluşan yüz yüze bir anket uygulanmış, elde edilen veriler tanımlayıcı istatistiksel analizler ve Fisher’s exact test ile değerlendirilmiştir. BULGULAR: Otuz altı ( % 17,6) kadın gebelik öncesinde sigarayı bıraktığınÄ ± bildirirken, sekizi (%3,9) hala sigara içmekteydi. Pasif içicilik oranı %52.9 idi. Eğitim ve gebelik öncesi veya sırasında sigara içimi arasında istatistiksel olarak anlamlÄ ± ilişki bulunmamaktaydı (p=0,4639). Geçmişte sigara içen ve halen sigara içen kadınların eşlerinin de sigara içicisi olma olasılığı daha fazlaydı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Gebeler düzenli olarak sağlık kontrollerine geldiklerinden, her iki ebeveyn adayını aktif ve pasif sigara i çiciliği konusunda bilgilendirmek amacıyla gebe takip programına dahil etmek akıllıca olacaktır. |
5. | Romatoid Artritli Hastalarda Vizüel Analog Skalası (VAS) ile C Reaktif Proetin (CRP) İlişkisi The Relationship Between Visual Analogue Scale And C-Reactive Protein In Patients With Rheumatoid Arthritis Nalan Okuroğlu, Gül Babacan Abanonu, Feride Ocak, Refik DemirtunçSayfalar 103 - 109 GİRİŞ ve AMAÇ: Romatoid artritte (RA) tedavinin ana hedefi hastalığın semptomlarını kontrol altına almak ve eklem yapısını koruyarak remisyon sağlamaktır. Hastaların fonksiyonel olarak değerlendirilmesinde birçok ölçekler kullanılmaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmanın amacı RA’lı hastalarda subjektif bir ölçek olan vizüel analog skalası (VAS) ile hastalığın alevlenme dönemlerinin tanı ve izleminde kullanılan akut faz reaktanlarının ilişkisini incelemektir. BULGULAR: Çalışmaya hastanemiz İç Hastalıkları ve Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon polikliniklerinde, RA tanısı ile takip edilmekte olan 46 hasta (Grup I) ve 30 sağlıklı kontrol (Grup II) dahil edildi. Öncesinde olguların bilgilendirilmiş onamları alındı. Subjektif ağrı değerlendirmesi VAS ile yapıldı. Hasta grubunun 39’u kadın (%84.8), 7’si erkek (% 15.2), yaş ortalaması 49.15±10.09, ortalama hastalık süresi 9.17±9.79 yıldı. Kontrol grubunun 26’sı kadın (% 86.7) 4’ü erkek (% 13.3), yaş ortalaması 45.50±8.11 yıldı. Yaş ve cinsiyet açısından gruplar benzerdi (p>0.05). Grup I’de Grup II’ye oranla, Eritrosit Sedimentasyon hızı (ESH), C-reaktif protein (CRP), fibrinojen düzeyleri anlamlı yüksek bulundu (p<0.05). Ferritin, beyaz küre sayımı (WBC) ve albümin düzeyleri gruplar arasında benzerdi (p>0.05). VAS ile CRP arasında anlamlı pozitif korelasyon saptandı (p: 0.03, r: 0.31); diğer akut faz reaktanları ile VAS arasında anlamlı ilişki bulunmadı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, RA’lı hastaların klinik değerlendirilmesinde VAS basit ve subjektif bir ölçek olmakla birlikte, CRP gibi inflamasyon ve eklem hasarını iyi yansıtan bir belirteçle anlamlı korelasyon göstermektedir. |
6. | Tip 2 Diyabetiklerde Proton Pompa İnhibitörlerinin HBA1C Üzerindeki Olumlu Etkisi The Positive Effect of Proton Pump Inhibitors on HbA1c in Patients with Type 2 Diabetes Nalan Okuroğlu, Gül Babacan Abanonu, Seyit Uyar, Tayyibe Saler, Ali OkuroğluSayfalar 111 - 116 GİRİŞ ve AMAÇ: Son yıllarda proton pompa inhibitörü (PPİ) kullanımının Tip 2 diyabetli hastalarda kan şekeri kontrolüne olumlu etkisi olduğunu gösteren çalışmalar yayınlanmaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmadaki amacımız polikliniğimizde takip etmekte olduğumuz Tip 2 diyabetli hastalarda PPİ kullanımının HbA1c üzerinde etkisi olup olmadığını incelemektir. BULGULAR: Çalışmaya Kars Devlet hastanesi İç Hastalıkları Polikliniklerinde takip edilmekte olan199 kadın, 85 erkek toplam 284 Tip 2 diyabet hastası dahil edildi. Çalışma öncesinde hastalar bilgilendirilerek aydınlatılmış onamları alındı. İstatistiksel analizler için SPSS for Windows 16.0 programı kullanıldı. Hastaların yaş ortalaması 58.37±10.67; ortalama hastalık süresi 6.61±6.05 yıldı. Ortalama HbA1c %8.28±1.68, ortalama açlık kan şekerleri (AKŞ) 178.56±86.61 mg/ dl idi. Grup 1: 40 kadın, 20 erkek toplam 60 hastadan, Grup 2: 159 kadın, 65 erkek toplam 224 hastadan oluşmaktaydı. Gruplar arasında yaş, cinsiyet, hastalık süresi, sadece insülin kullanımı, sadece oral antidiyabetik (OAD) kullanımı, insülin ve OAD birlikte kullanımı, vücut ağırlığı, beden kitle indeksi, bel çevresi, sigara kullanımı, hipertansiyon varlığı açısından farklılık bulunmazken (p>0.05); AKŞ ve HbA1c düzeyleri PPİ kullanan grupta istatistiksel olarak anlamlı düşük bulundu (her ikisi için de p: 0.001). TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada PPİ kullanan Tip 2 diyabetli hastalarda AKŞ ve HbA1c düzeyleri anlamlı düşük bulunmuştur, PPİ’lerinin diyabet regülasyonunundaki muhtemel yararlı etkilerini göstermek için kontrollü prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. |
7. | Oküler Yüzey Hastalıklarında Otolog Serum Tedavisinin Etkinlik ve Güvenilirliği The Effiacy and Safety of Autologus Serum in the Treatment of Ocular Surface Disease Nilay Akagün, Hatice TekcanSayfalar 117 - 124 GİRİŞ ve AMAÇ: Oküler yüzey hastalıklarında otolog serum tedavisinin etkinlik ve güvenilirliğini araştırmak. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kuru göz tanısı alan 29 hastanın 58 gözü ile periferik fasial paraliziye (PFP) bağlı keratopati nedeniyle takip edilen 20 hastanın 20 gözü prospektif olarak çaiışma kapsamına alındı. Tedavinin 19. ayına kadar otolog serum izotonik sodyum ile, 19. ayından itibaren sodyum karboksimetilsellüloz ile dilüe edildi. Kuru göz olgularına otolog serum günde 8x1 dozda uygulandı. PFP’ ye bağlı keratopati hastaları 2 gruba ayrıldı, birinci grup günde 8x1 otolog serumla, ikinci grup günde 8x1 suni gözyaşı ve lubrikan jelle tedavi edildi. Kuru göz hastaları tedavi başlangıcından itibaren 1. ayda ve 25. aya kadar her 3 ayda bir değerlendirildi. PFP olguları tedavi başlangıcından 12. haftaya kadar her 3 haftada bir muayene edildi. BULGULAR: Kuru göz olgularında Schirmer testi ve gözyaşı kırılma zamanı testlerinde 1. aydan itibaren tedavi başlangıcına göre anlamlı artış, kornea boyanma skorlarında 1. aydan itibaren azalma saptandı. 19. Aydan itibaren gözyaşı menisküs düzeylerinde anlamtı artış izlendi. Farklı teknikle hazırlanan serum tedavi sonuçları arasında anlamlı fark bulunmadı. PFP’ye bağlı keratopati olgularında otolog serum ve suni gözyaşı tedavisi ile 3. Haftadan itibaren keratoepitelyopati skorlarında azalma, gözyaşı kırılma zamanında artma gözlendi. İki grup karşılaştırıldığında otolog serum tedavisinin keratoepitelyopati skorlarında daha fazla azalmaya, kırılma zamanında daha fazla artışa neden olduğu saptanmıştır TARTIŞMA ve SONUÇ: Otolog serum kuru göz ve PFP’ye bağlı keratopati olgularında suni gözyaşı preparatlarına göre daha etkili bir tedavi yöntemidir. Ancak hazırlanması ve uygulanması hasta ve hekim için zaman alıcı ve zordur. Otolog serumun sodyum karboksimetilsellüloz ile dilue edilmesi ve purite ile saklanması esasına dayanan yeni hazırlama tekniğimizin kolay, etkin ve güvenilir bir seçenek olduğu düşünülmektedir. |
8. | Romatoid Artritli Hastalarda Tiroid Fonskiyon Testleri ve Otoantikorlarının Ddeğerlendirilmesi Evaluation of Thyroid Function Tests and Auto-Antiboides in Patients with Rheumatoid Arthritis Seyit Uyar, Gül Babacan Abanonu, Nalan Okuroğlu, Alper Daşkın, Refik DemirtunçSayfalar 125 - 130 GİRİŞ ve AMAÇ: Romatoid artrit (RA) hastalığının otoimmün tiroid hastalığı ile birlikteliği bilinmekle birlikte, eşlik eden tiroid fonksiyon bozukluğu ile ilgili farklı görüşler mevcuttur. YÖNTEM ve GEREÇLER: Amacımız kliniğimizde takip ettiğimiz RA’lı hastalarda tiroid fonksiyon testlerini ve otoantikorlarını değerlendirmektir. BULGULAR: RA’lı 54 kişilik hasta grubu ve benzer yaş, cinsiyet dağılımı gösteren 80 kişilik sağlıklı kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. RA’lı 3 hastada TSH seviyesi 5 μIU/ mL’nin üzerinde saptanarak çalışma dışı bırakıldı; çalışmaya 51 kişilik hasta grubu ve 80 kişilik kontrol grubu ile devam edildi. Olgulardan açlık kan şekeri (AKŞ), TSH, serbest T4 (sT4), Anti-Tiroid peroksidaz (antiTPO), Anti-tiroglobulin (antiTG), Eritrosit Sedimentasyon Hızı (ESH) ve CRP için kan örnekleri alındı, kg/m2 cinsinden beden kitle indeksleri (BKİ) hesaplandı. Hastaların genel sağlık durumları vizüel analog skalası (VAS) ile, hastalık aktiviteleri DAS-28 indeksi ile değerlendirildi. Gruplar arasında yaş, cinsiyet, BKİ, AKŞ, sT4, antiTG açısından fark bulunmazken (p>0.05); TSH, antiTPO, ESH ve CRP hasta grubunda anlamlı yüksek bulundu (sırasıyla p’ler: 0.002, 0.043, <0.001, <0.001). Hasta grubunda sT3 ile DAS-28 skoru arasında anlamlı negatif korelasyon saptandı (p: 0.006). TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma RA’lı hastalarda, otoimmün tiroid hastalığı ve subklinik hipotroidiye eğilimin normal popülasyondan fazla olduğunu göstermiştir; klinik gereklilik halinde tiroid fonksiyonlarının belirli aralıklarla gözden geçirilmesinde yarar vardır. |
OLGU SUNUMU | |
9. | Ağrılı Total Oftalmoparezi ile Seyreden İndirekt Karotikokavernöz Fistül Olgusu I Indirect Carotid Cavernous Fistula Case Presenting with Painful Total Ophtalmoplegia Adile Özkan, Gürhan Adam, Halil Güllüoğlu, Celal Çınar, Fatma Uysal, Mustafa Reşorlu, Hüseyin ÖzdemirSayfalar 131 - 135 84 yaşında kadın hasta iki haftadır sağ göz kapağında düşme ve ağrı şikayeti ile başvurdu. Nörolojik muayenesinde sağ gözde her yöne hareketlerinin kısıtlılık ve pitoz saptandı. Sağ gözde direkt ve indirekt ışık refleksi pozitifti. Olgunun görme keskinliği tam olarak değerlendirildi. Kraniyal magnetik rezonans anjiografi tetkikinde 3 D TOF slab sekansında,superior oftalmik vende dilatasyon ve kavernöz sinüste sinyal artışı izlendi. Serebral anjiografide (DSA) sağda kavernöz sinüs düzeyinde bilateral eksternal karotid arterin multipl meningeal dalından beslenen sağ inferior petrosal sinüse ve superior oftalmik vene direne olan indirekt KKF saptandı. Transvenöz yolla kavernöz sinüs ve inferior petrosal ven koil embolizasyon yöntemi ile fistülde total oklüzyon sağlandı. Tedavi sonrası dördüncü haftada hastanın sağ göz ağrısı tamamen geçti, pitoz ve göz hareketlerindeki kısıtlılık tama yakın düzeldi. |
10. | Gastrik Taşlı Yüzük Hücreli Lenfoma: Olgu Sunumu Gastric Signet-Ring Cell Lymphome: A Case Report Ayşe Nur İhvan, Murat Hakan Karabulut, Gözde Kır, Müberra Seğmen Yılmaz, Cumhur Selçuk TopalSayfalar 136 - 138 Taşlı yüzük hücreli morfoloji klasik olarak adenokarsinom ile ilişkilidir. Non-Hodgkin lenfoma’nın ise nadir görülen bir varyantı olup, daha çok foliküler lenfomanın morfolojik bir paterni olarak tanımlanmıştır. Sıklıkla b hücreli foliküler lenfoma’nın bir varyantı olarak görülebilirken, t hücreli lenfomalarda da bu morfoloji olabilir1,3,6. Taşlı yüzük hücreli morfolojik görünüme sahip iki gastrik lenfoma olgusu literatür bilgileri ışığında tartışılmıştır. İlk olgu; periumblikal bölge sol yarısında ağrı ve kabızlık şikayetleri olan 68 yaşında bayan hastadır. Tümör işaretleyicileri (CA 125, CA 19 9, CA 15 3,karsinoembriyonik antijen (CEA)) normal olan hastaya gastrit ön tanısıyla endoskopi yapılmıştır. İkinci olgu; 64 yaşında erkek hasta olup, hastanemize dispepsi yakınması ile başvurmuştur. Yapılan endoskopide özofagus alt uçta ve kardia da malign görünümlü kitlesel lezyon tariflenmiştir. Her iki vaka H&E, histokimyasal ve immünohistokimyasal boyamalar ve klinik bilgiler ışığında değerlendirildiğinde “high grade diffüz büyük b hücreli lenfoma” tanısı almıştır. |
11. | Tanısız Lipid Depo Hastalığı Olgusunda Massater Kas Spazmı Masseter Spasm in an Undiagnosed Case of Lipid Storage Myopathy Güldem Turan, F. Dilek Subaşı, Asu Özgültekin, Murat Kurt, Çiğdem Tepe Karaca, Osman EkinciSayfalar 139 - 141 Masseter kas spazmı; güvenli havayolu sağlanması ve malign hipertermi gelişebilmesi açısından önemlidir. Anestezi esnasında masseter spazmı gelişen hastada altta yatan myotonik hastalık olabilir. Bu olguda; standart anestezi indüksiyonunu takiben masseter kas spazmı gelişen tanısı olmayan lipid depo hastalığı olan hastayı sunduk. |
12. | Larengeal Travma Sonrası Hayatı Tehdit Eden Pnömomediastinum Pneumomediastinum After Laryngeal Trauma Lütfü Şeneldir, Barış Naiboğlu, Ayşegül Verim, Önder İhvan, Fatma Gülüm, İvgin Bayraktar, Hakan Geden, Sema Zer TorosSayfalar 142 - 144 Larengeal travmalar mandibula, sternum ve sternokleidomastoid kasın korumasından dolayı ender görülen ancak ciddi ölümcül olabilecek yaralanmalardır. Travmanın şekil ve şiddetine, yaşla birlikte larenks elastikiyet ve kemikleşmesine bağlı olarak bu yaralanmalar, tiroid kıkırdağın basit kırıklarından, kıkırdak ayrılmaları, endolaringeal mukozal yırtıklar veya larengotrakeal ayrışmalar, bunlara eşlik eden ödem hematom ve üst hava yolunun bütünlüğünün kaybına kadar değişen aralıkta olabilir. Servikal subkutanöz amfizem, üst hava yolu bütünlüğünün kaybı ile ilişkilidir. Hava miktarı hafif bir yumuşak doku amfizeminden masif pnömomediastinuma kadar değişebilir. Klinisyen minimal ses değişikliği ve hafif ağrı şikayeti ile gelen laringeal travmalı hastada çok dikkatli olmalı; dakikalar, saatler içinde olası meydana gelebilecek solunum sıkıntısı açısından hastayı yakından takip etmelidir. Larengeal travmadan şüphe edilen hastada öncelikle hava yolunun stabilitesi sağlanmalı, fonksiyonun kazanılması ile hayatın korunması amaçlanmalıdır. Tedavi seçenekleri konservatif yaklaşımlardan cerrahi girişime kadar uzanan çeşitli öğeleri içermektedir. |