ISSN: 2630-5720 | E-ISSN: 2687-346X
HAYDARPAŞA NUMUNE MEDICAL JOURNAL - Haydarpasa Numune Med J: 60 (2)
Cilt: 60  Sayı: 2 - 2020
DIĞER
1. 
Front matter

Sayfalar I - VII

ARAŞTIRMA MAKALESI
2. 
Kladikasyo İntermittansı Olan Hastalarda İnfrapopliteal Arterlerin Perkütan Translüminal Anjiyoplastisi: Akut ve Altı Aylık Sonuçlar
Percutaneous Transluminal Angioplasty of Infrapopliteal Arteries in Patients with Intermittent Claudication: Acute and Six-Month-Results
Cesur Samancı, Yılmaz Önal
doi: 10.14744/hnhj.2019.46514  Sayfalar 107 - 112
GİRİŞ ve AMAÇ: Kritik bacak iskemisi, aterosklerotik periferik arter hastalığının (PAH) son aşamasını temsil eder. Kritik bacak iskemisinden etkilenen hastalar, PAH'ın en karmaşık alt kümesidir ve tipik olarak hipertansiyon, hiperlipidemi, diyabet ve böbrek yetmezliğinin kronik patolojik sonuçlarını taşır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Biz çalışmamızda infrapopliteal seviyede darlığı veya oklüzyonu olan hastalarda perkütan transluminal anjiyoplasti (PTA) nin erken dönem ve 6.aydaki sonuçlarını değerlendirdik. Hastalara bir seansta yalnızca bir bacağa tedavi uygulandı. Hiç bir hastada infrapopliteal stent uygulaması yapılmamış olup hastalara yalnızca balon anjioplasti yapıldı
BULGULAR: Çalışmamızda 31 hastadaki toplam 48 lezyonu olan 41 damar tedavi edildi. Takipte tedavi edilen damar segmentlerinin primer açıklık oranı %72.9 olarak bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PTA da, prosedürdeki başarısızlıklar ve patensi kaybı, çözülmesi gereken temel terapötik zorluklardır. Çağdaş, kanıtlanmış tedavi standartlarını geliştirmek için mevcut infrapopliteal tedavi yöntemlerini sistematik olarak değerlendiren geniş ölçekli, çok merkezli, prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.


3. 
Pediatrik Hastalarda Ektopik Pankreas Dokusu
Ectopic Pancreatic Tissue in Children
Esra Polat
doi: 10.14744/hnhj.2020.06025  Sayfalar 113 - 115
GİRİŞ ve AMAÇ: Ektopik pankreas dokusu (EP), %95 oranında gastrointestinal sistemde görülür, genellikle rastlantısal olarak saptanır. Pediyatrik vakalar nadir olarak bildirilmiştir. Burada 2015-2018 yılları arasında endoskopik işlem sırasında saptanan hastalar sunulmuştur.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İki farklı merkezde Özofagogastroduodenoskopi yapılan (2015-1018 yılları arasında) 475 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: İşlem sırasında makroskopik olarak ektopik pankreas dokusu ile uyumlu olabilecek lezyon 14 hastada (8 erkek, 6 kız) saptandı. Hastaların yaş aralığı 12.3±4.1 idi. Lezyonların 11’ü pre-pilorik antrumda, 1’i distal özofagusa lokalize idi. Histopatolojik değerlendirme ile özofagustaki biyopsi örneğinde ve antrum biyopsi örneklerinin 6’sında ektopik pankreas dokusu gösterildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: EP, patogenezi tam olarak bilinmeyen, embriyonik hayatta ön barsağın rotasyonu sırasında ortaya çıkan bir defektten kaynaklandığı düşünülen konjenital bir lezyondur. Otopsi serilerinde %0.55-13 oranında saptandığı bildirilmiştir.
EP sık olarak gastrointestinal sistemde görülmektedir (özofagus, mide, duodenum, jejunum, ileum, omentum, safra kesesi, Meckel divertikülü), ancak; karaciğer, dalak, mesane, akciğer ve mediastinal yerleşim saptanan olgu raporları mevcuttur. Mide yerleşimi en sık prepilorik antrumda ve büyük kurvaturdadır. EP, tüm yaş gruplarında görülebilmektedir, sıklıkla asemptomatiktir. Bununla birlikte spesifik olmayan dispeptik yakınmalara, lezyon boyutuyla ilişkili olarak gastrointestinal sistemde obstrüksiyona, daha nadir olarak pankreatite neden olabilir. Lezyon boyutları değişken olup, genellikle merkezinde bir çentik olan, krater görünümünde submukozal bir nodul şeklindedir. Tanıda altın standart histopatolojik değerlendirmedir. Biyopsi örneklerinde pankreas dokusunu göstermek lezyonun submukozal yerleşimi nedeniyle her zaman mümkün olamayabilir. Pediatrik yaş grubuna az sayıda vaka sunumu şeklinde yayınlar mevcuttur. Biz, serimizde EP görülme sıklığını %1 olarak saptadık.



4. 
Manyetik Rezonans Görüntülemede İnterkondiler Çentik, Kondiler Morfoloji ve Tibial Eğim Değerlendirmesinin Ön Çapraz Bağ Rüptürü Üzerine Etkisi
Evaluation of Intercondylar Notch, Condylar Morphology and Tibial Slope on Magnetic Resonance Imaging and their Influence on Rupture of the Anterior Cruciate Ligament
Fethi Emre Ustabaşıoğlu, Cesur Samancı, Deniz Aliş
doi: 10.14744/hnhj.2018.48344  Sayfalar 116 - 122
GİRİŞ ve AMAÇ: Medial ve lateral posterior tibial eğimlerinin konvansiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG)’ de ayrı ayrı ölçülmesi ve bu ölçümlerin ön çapraz bağ (ÖÇB) yaralanmalarını öngörebilmedeki yerinin ortaya konulması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya klinik ve radyolojik olarak ÖÇB yaralanması tanısı alan 31 hasta ve 31 kontrol grubu dahil edildi. Her iki grupta da konvansiyonel MRG’de medial ve lateral posterior tibial eğimler, interkondiler çentik genişliği, çentik genişlik indeksi (ÇGİ), distal femur genişliği, medial ve lateral kondiler genişlik ve derinlik değerleri ölçüldü. İstatistiksel analizde hasta ve kontrol grubu arasındaki fark Student t testi ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: ÖÇB yaralanması olan grupta lateral posterior tibial eğim ile lateral kondiler derinlik değerleri daha yüksek bulunurken distal femur genişliği kontrol grubuna göre daha düşük bulundu (p<0.005).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Medial ve lateral posterior tibial eğimin ayrı ayrı ölçülmesine MRG olanak sağlamaktadır. Yüksek lateral posterior tibial eğim ve lateral kondiler derinlik ile düşük distal femur genişliğinin kombinasyonu ÖÇB yaralanması için major bir risk faktörü olabilir.

5. 
Stabil Koroner Arter Hastalığında Kırmızı Kan Hücresi Dağılımının Metabolik Sendromla İlişkisi
The Association of High Red Blood Cell Distribution Width with Metabolic Syndrome in Stable Coronary Artery Disease
Kıvılcım Özden, Aysun Erdem Yaman
doi: 10.14744/hnhj.2019.43433  Sayfalar 123 - 128
GİRİŞ ve AMAÇ: Metabolik sendrom kardiyovasküler hastalık riskini arttırmaktadır. Koroner arter hastalığında (KAH) kırmızı kan hücresi dağılımının (KKHD)önemi bir çok çalışmada gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı, koroner arter hastalığı olan metabolik sendromlu hastalarda KKHD’ nin anlamlılığını araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya anjiografi yapılan 120 hastanın 89’u dahil edildi. Tüm grup kritik ve nonkritik KAH olarak 2’ye ayrıldı. Altgruplar, kritik KAH olan metabolik sendromlu hastalar ve kritik KAH olan metabolik sendromu olmayan hastalardan oluşturuldu. Kardiyometabolik risk parametreleri değerlendirildi ve KKHD tam kan sayımından hesap edildi.
BULGULAR: Metabolik sendrom prevalansı, kritik (%71) ve nonkritik (%59.5) KAH arasında anlamlı olarak farklı değildi. RDW tüm populasyonda anlamlı olarak metabolik sendroma eşlik etmekteydi (p=0.037) ve kritik koroner arter hastalığı olan metabolik sendromlu hastalarda anlamlı olarak yüksekti (p=0.018).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, KKHD koroner arter hastalığı olan metabolik sendromlu hastalara eşlik eden bir inflamasyon belirtecidir. Yüksek düzey KKHDdeğerleri kritik koroner arter hastalığına eşlik etmektedir. Uzun dönemde gelişebilecek kardiyak olayları tahmin etmek için, KKHD ’nin metabolik sendrom üzerine olan etkisini gösteren gelecek çalışmalara ihtiyaç vardır.

6. 
Akut Pankreatitte Şiddet Belirteci Olarak Eritrosit Dağılım Genişliği
Erythrocyte Anisocytosis as an Index of Severity in Acute Pancreatitis
Okan Murat Aktürk, Adnan Hut
doi: 10.14744/hnhj.2020.45722  Sayfalar 129 - 132
GİRİŞ ve AMAÇ: Akut pankreatit vakalarının çoğu iyi seyirlidir ancak ağır vakalar risklidir ve erkenden başlanan yoğun tedaviden fayda görebilirler. Kırmızı küre dağılım genişliği (KKDG) indeksini akut pankreatit şiddetini öngörmede potansiyel bir belirteç olarak incelemeyi amaçladık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Toplam 123 akut pankreatitli hasta yüksek riskli (Ranson skoru 3 ve üstü) ve düşük riskli (Ranson skoru 1-2) olarak sınıflandırıldı. Hastalar kırmızı küre dağılım genişliği indeksinin hastalığın şiddetine olan ilişkisi ve hastanede uzamış kalış süresine etki eden faktörler açısından incelendiler.
BULGULAR: Medyan yaş ve hastanede kalış süresi 56 (46-71) yıl ve 4 (3-5) gün idi. Artmış KKDG değerleri düşük riskli hastalar le karşılaştırıldığında yüksek riskli hastalarla anlamlı olarak ilişkili olarak bulundu, 13,40(13,00-1400)'e karşı 13,90(13,40-14,78), P=0.001. Hastanede uzamış kalış daha yüksek Ranson skorları ve artmış lipaz değerleri ile anlamlı oranda ilgili (sırasıyla p=0.001 ve P=0.006) ancak KKDG ve amilaz düzeyleri ile ilgisiz olarak bulundu, (sırasıyla P=0.805 ve P=0.058).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Artmış lipaz değerleri uzamış hastanede kalış süreleri ile ilişkili olarak bulunmuştur. Hasteneye yatış anında artmış olarak bulunan KKDG değerleri akut pankreatit hastaları arasında yüksek riskli olanların öngörülmesi konusunda yardımcı olabilir.

7. 
Romatoid Artritli Hastalarda Periodontal Hastalık ve İlişkili Faktörler
Periodontal Disease and Associated Factors in Patients with Rheumatoid Arthritis
Sena Tolu, Delal Öztürk, Ahmet Üşen, Aylin Rezvani, Tuba Develi
doi: 10.14744/hnhj.2019.48992  Sayfalar 133 - 139
GİRİŞ ve AMAÇ: Periodontitis (PD) ve romatoid artrit (RA), genetik, çevresel ve inflamatuar faktörler dahil olmak üzere karmaşık multifaktöriyel patolojik süreçleri paylaşan kronik enflamatuar hastalıklardır. Bu çalışmanın amacı RA'lı hastalarda periodontal durumu ve sosyodemografik ve klinik faktörlerle ilişkisini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 51 RA hastası dahil edildi; yaş ortalaması 49.75 ± 9.79 ve hastalık süresi 10.59 ± 6.37 yıl idi. Sosyodemografik veriler ve hastalığın detaylı profilini içeren romatolojik değerlendirme ve seroloji kaydedildi. Gingival indeks, Plak indeksi, Cep sondalama derinliği ve Klinik ataşman seviyesini içeren tam ağız periodontal muayenesi bir periodontist tarafından yapıldı. Periodontal durum, Hastalık Kontrol Merkezi-Amerikan Periodontoloji Akademisi klinik olgu tanımlarına göre sınıflandırıldı.
BULGULAR: Kırk beş hasta (% 88.2) kadındı. Hastaların% 37.3'ünde DAS28> 3.2 idi. Tüm hastalarda hafif (% 54.9) ila orta (% 45.1) şiddette PD vardı. Yaşlanma, bozulmuş oral hijyen, sigara içme, sekonder Sjögren sendromu ve yüksek hastalık aktivitesi, orta derecede PD ile ilişkiliydi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma sonuçları, RA hastalarında ağız sağlığına özel bir dikkat gösterilmesi gerektiğini ve bu hastaları periodontal değerlendirme ve tedavi için yönlendirmenin ciddi bir ihtiyaç olduğunu belirledi. Periodontal hastalıkları önleme çabalarının RA'nın önlenmesine yardımcı olup olmayacağını daha iyi belirlemek için gelecek çalışmalara ihtiyaç vardır.

8. 
Tiroid Nodüllerinde İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi ile Postoperatif Histopatolojik Sonuçların Karşılaştırılması ve Frozenların Değerlendirilmesi
Comparison of Fine-Needle Aspiration Biopsy and Postoperative Histopathologic Results in Thyroid Nodules and Evaluation of Frozen Section
Engin Ersin Şimşek, Neşet Köksal
doi: 10.14744/hnhj.2020.00378  Sayfalar 140 - 146
GİRİŞ ve AMAÇ: Tiroit nodülleri ciddi bir klinik problemdir ve çoğunlukla neoplastik özellik taşımayıp ameliyat gerektirmez. İnce iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) tiroit nodüllerinin değerlendirilmesi ve gereksiz cerrahinin önlenmesi için en önemli tanı aracıdır. Bu çalışmada; tiroit nodülü nedeniyle opere edilen hastaların İİAB sonuçları, postoperatif histopatoloji sonuçları ile karşılaştırıldı ve frozen section uygulanan hastaların sonuçları değerlendirildi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 1999-2003 yılları arasında İstanbul Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Genel Cerrahi Kliniği’nde soliter tiroit nodülü ve multinodüler guatr nedeni ile opere edilen ve preoperatif İİAB uygulanan 206 hasta dahil edildi. Hasta dosyalarının retrospektif olarak değerlendirilmesinde; Tiroit Hastalıkları Formu ve patoloji raporlarından yararlanıldı.
BULGULAR: İki yüz altı hastanın 170’i (%82.52) kadın ve 36’sı (%17.48) erkek olup, yaş ortalaması 46,56 idi. İİAB’de benign lezyon olarak değerlendirilen 179 olgudan 4’ü histopatolojik inceleme sonucunda tiroid kanseri (%2,23) olarak bildirilirken, atipik/şüpheli olarak değerlendirilen 13 olgudan 9’u (%69,24), malign olarak bildirilen 7 olgunun tamamı histopatolojik inceleme sonrasında tiroit kanseri (%100) olarak bildirilmiştir. İİAB sonuçları ile histopatolojik sonuçlar arasındaki ilişki tüm gruplarda istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p < 0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: İİAB’nin, tiroit nodüllerinde cerrahi hasta seçiminde ve tiroit karsinomlarının ameliyat öncesi tanısında kullanılabilecek ucuz ve güvenilir bir tanı aracı olduğu ve birçok gereksiz cerrahi girişimi önleyebileceği sonucuna varıldı. İİAB sitolojisinin atipik/şüpheli olarak bulunduğu hastalarda frozen section’ın operasyonu yönlendirme bakımından yararlı olabileceği değerlendirildi.

9. 
Akut Biliyer Pankreatit olgularında Elektrokardiyografi T dalga intervallerinin değerlendirilmesi
Assessment of the Electrocardiogram T-Wave Intervals with Acute Biliary Pancreatitis
Abdullah Algın, Hüseyin Avni Fındıklı, Burcu Genç Yavuz, Davut Tekyol, Nihat Müjdat Hökenek, Avni Uygar Seyhan
doi: 10.14744/hnhj.2020.78309  Sayfalar 147 - 150
GİRİŞ ve AMAÇ: Kardiyovasküler tutulum, akut biliyer pankreatitin, multisistemik tezahürlerinden biridir. Bizler akut biliyer pankreatit hastalarında prediktivitesi yüksek bir elektrokardiyografik marker olan Tpeak-Tend aralık süresinin nasıl etkilendiğini literatürde ilk kez incelemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif vaka kontrol çalışmasına toplam 68 birey dahil edildi. QTc ve Tpeak-Tend aralık sürelerini belirlemek için tüm katılımcıların elektrokardiyografileri precordial V5 lead de manuel olarak incelendi.
BULGULAR: Çalışmamızda hasta grubunun Tpeak-Tend ve QTc aralık süresi kontroller göre daha uzundu ve bu fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05). Akut biliyer pankreatit için QTc'nin duyarlılık ve özgüllüğü ise sırasıyla %68,4 ve %67 (AUC = 0.660, CI: 0.529-0.791; p= 0.024) Tpeak-Tend 'in ise sırasıyla %76,3 ve %63,3 (AUC = 0,647, CI: 0.508-0.787; p= 0.038) olarak hesaplandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tpeak-Tend süresi, akut bilyer pankreatit hastalarında aritmi riski açısından değerlendirildi. Çalışmamız akut pankreatit hastalarında QTc süresi ile beraber Tpeak-Tend süresinin nasıl etkilendiğini, akut pankreatitin uzamış QTc ve Tpeak-Tend nedenleri arasında olabileceğini gösterdi.

10. 
Altmış Beş Yaş ve Üstü Hastaların Düşme Nedenleri ve Klinik Sonuçları Açısından Değerlendirilmesi
Evaluation of Causes and Outcomes of Domestic Falls of the Patients Aged 65 and Over
Nazmiye Koyuncu, Özgur Karcıoğlu
doi: 10.14744/hnhj.2018.21043  Sayfalar 151 - 155
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı acil servise ev içi düşme nedeni ile başvuran 65 yaş ve üstü hastaların evde düşme nedenleri ve klinik sonuçları açısından değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışma Acil Servise 2 aylık dönemde ev içi düşme ile başvuran hastalar üzerinde yapılmıştır. Hastaların sosyodemografik verileri, ilaç kullanımı, evin hangi bölümünde düştüğü, düşmeye neden olan durum, hastaya konan tanı, yatış/ taburculuk gibi veriler belirlenmiş ve bu veriler birbiriyle karşılaştırmalı olarak analiz edilmiştir.
BULGULAR: Bu kriterlerle başvuran 159 hastadan 73’ü kriterlere uymadığı için çalışma dışında kalmıştır. Olguların 59’u (%68,4) kadın; ortalama yaş 76,7’dir. Olguların 69’u (%81,2) yumuşak doku travması (YDT), 16’sı (%18,9) kırık tanısı almıştır. Kırık saptanan 16 hasta daha yaşlıdır (p=0.016). Ayak takılması en sık düşme nedenidir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ev içi düşme nedeni ile başvuran yaşlılarda düşmeler büyük oranda basit yaralanmalar ile sonuçlansa da daha yaşlı, sigara/alkol alışkanlığı olan, düzenli ilaç kullananan hastalarda kırık saptanma oranı yüksektir.

11. 
Piyojenik Granülom: Dudak Vermilyonunda Cerrahi Tedavi
Pyogenic Granuloma of the Vermillion: Surgical Treatment of Lip Vermilion, and its Outcomes
Alpay Duran, Aslı Duran, Tuğba Dindar, Hasan Dindar
doi: 10.14744/hnhj.2018.72692  Sayfalar 156 - 161
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada dudak vermilyon sınırındaki piyojenik granülom tedavisinde cerrahi eksizyon sonrası elektrokoter uygulamasının etkiliğinin değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi Plastik cerrahi ve Şanlıurfa Balıklıgöl Devlet Hastanesi Dermatoloji polikliniklerine dudak vermilyonu yerleşimli kitlesi mevcut olup cerrahi eksizyon sonrası patoloji raporlarında piyojenik granülom olduğu bildirilen 16 olgu çalışmaya dâhil edilerek gerçekleştirilmiştir. Olguların yaş, cinsiyet, lezyon yerleşimi ve çapı, uygulanan tedavi, nüks varlığı ve klinik özellikleri değerlendirildi ve analiz edildi.
BULGULAR: Çalışmaya 12 kadın (% 75) ve 4 (% 25) erkek hasta olmak üzere 16 hasta dâhil edilmiştir. Hastaların yaşları 14-42 arasında değişmekteydi. (Ortalama yaş: 26,25). Olguların 9’unda (% 56) kanama en belirgin şikâyet olarak belirlendi. 7 olgu (% 43) ise kozmetik nedenler ile kliniğimize başvurdu. 16 yaş altında 3 olgu mevcuttu. (% 18) 2 olguda (% 12,5) lezyon üst dudak, 14 (% 87,5) olguda alt dudak vermilyonu yerleşimliydi. Hastaların şikâyetleri 2 hafta ve 6 ay arasında değişmekteydi.Olguların ortalama takip süresi 13 aydır. (6-17 ay) Operasyonlar sonrası hiçbir olguda komplikasyon ve nüks gelişmemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Cerrahi eksizyonun avantajları, bir seansta lezyonun çıkarılmasına izin vermesi ve düşük nüks oranınlarıdır. Vermilyon yerleşimli piyojenik granülomların tedavisinde ülserli ve hemorajik lezyonların malignite ve çeşitli hastalıklarla ilişkili olabileceğini düşünerek tam histopatolojik muayene yapılmasına izin vermesi nedeniyle cerrahi eksizyonu önermekteyiz.

12. 
Tıp fakültesi öğrencileri dördüncü sınıftaki klinik farmakoloji stajı hakkında ne düşünmektedir?
What do Medical Students Think about the Clinical Pharmacology Course in the Fourth Year of Medical Education?
Berna Terzioğlu Bebitoğlu
doi: 10.14744/hnhj.2019.65002  Sayfalar 162 - 167
GİRİŞ ve AMAÇ: Tıp fakültesi öğrencilerine verilen rasyonel farmakoterapi eğitimi, hekimlerin hastalarını rasyonel ilaç kullanım ilkelerine uygun olarak tedavi etmelerini sağlar. Bu tanımlayıcı analiz, dördüncü sınıf tıp fakültesi öğrencilerinin eğitim programına ilişkin algılarını tespit etmek için geri-bildirim formu ile yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2018-19 eğitim-öğretim yılında bir haftalık klinik farmakoloji stajına toplam 100 dördüncü sınıf tıp öğrencisi katılmıştır. Stajın tamamlanmasının ardından, öğrencilere program hakkındaki görüşlerini sorgulayan geri-bildirim formu dağıtıldı ve isimsiz doldurmaları istendi.
BULGULAR: Toplam 100 öğrenci staja katıldı ve forma cevap verenlerin oranı %72 idi. Staj sonu anket sonuçlarına göre, öğrencilerin % 77.8'inin stajın tıp öğrencileri için faydalı olduğu ve öğrencilerin programın bileşenlerinden genellikle memnun olduğu görülmüştür. En yüksek memnuniyet, eğitim ortamının görüşlerini ifade edebilmelerine uygun olması (%88,9) ve tartışmaların etkileşimli bir ortamda yapılabiliyor olması idi (%79,2). Çoğu (% 88,9) kişisel (K-) ilaç seçimi rasyonelini kavradıklarını belirtti. En düşük memnuniyet, oturum süresi (% 51,4) ve eğitim süresi (% 58,3) ile ilgili olup, tartışma süresinin daha kısa olabileceği ve staj süresinin iki haftaya kadar uzayabileceği şeklinde olmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, bu analiz, tıp fakültesinin dördüncü yılında klinik farmakoloji programına katılan öğrencilerin staj ile ilgili olumlu algıları olduğunu göstermektedir. Öğrenciler eğitimin faydalı olduğunu, tartışmalara aktif olarak katıldıklarını, K-ilaç seçimini öğrendiklerini ve bunların meslek yaşamlarına katkıda bulunacaklarını belirtti.

13. 
Major alt ekstremite amputasyonu sonrası depresyon, sosyal fobi ve yaşam kalitesi
Depression, Social Phobia and Quality of Life after Major Lower Limb Amputation
Yılmaz Tutak, İlhami Şahin, Abdullah Demirtaş, İbrahim Azboy, Emin Özkul, Mehmet Gem, Levent Adıyeke
doi: 10.14744/hnhj.2020.27928  Sayfalar 168 - 172
GİRİŞ ve AMAÇ: Major alt ektremite amputasyonlu hastalarda sosyal fobi, depresyon ve yaşam kalitesini ampute olmayanlara göre karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Geçmişte diz üstü veya diz altı amputasyonu geçiren hastalar, hastane kayıtları incelenerek retrospektif olarak değerlendirildi. Kontrol grubu, hastanede yakınlarını ziyaret eden kişiler arasından rastgele seçildi. Tüm katılımcılara Liebowitz Sosyal Anksiyete Skalası (LSAS), Hastane Anksiyete ve Depresyon Skalası (HADS) ve Kısa-Form 36 (SF-36) uygulandı.
BULGULAR: Hasta sayısı, amputasyon grubunda 30 (21 erkek, 9 kadın) ve kontrol grubunda 30 (22 erkek, 8 kadın) idi. Yaş ortalaması, amputasyon grubunda 41.8±14.09 yıl ve kontrol grubunda 43.3±18.68 yıl idi. Amputasyon grubunda kontrol grubuna göre tüm LSAS ve HADS skorları daha yüksek ve SF-36 skorları daha düşüktü (p<0.05). 5 yıldan daha uzun süre önce ampute edilen hastalar, 5 yıldan daha kısa süre önceki hastalara göre daha yüksek LSAS sosyal korku ve HAD depresyon skorlarına sahipti (sırasıyla; p=0.035, p=0.024). Çalışan hastalarda işsiz hastalara göre daha düşük HAD depresyon ve HAD toplam skorları vardı (sırasıyla; p=0.008, p=0,049). Tıbbi komplikasyonlar nedeniyle ampute edilen hastalarda, travmatik amputasyonlu hastalara göre anksiyete skorları daha yüksekti (sırasıyla; p=0.005, p=0.016).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sosyal fobi, depresyon ve düşük yaşam kalitesi majör alt ekstremite amputasyonlu hastalarda sık karşılaşılan sorunlardır. Beş yıldan sonra, sosyal fobinin artacağı, depresyonun ise ciddiyeti ile birlikte azalacağı unutulmamalıdır. Bu nedenle, amputasyonlu hastalar psikiyatrik danışmanlık almalı ve tedavi edilmelidir. Ayrıca, yaşam kalitesini yükseltmek için daimi istihdam olanakları sağlamak önemlidir.

14. 
Ciddi Aort stenozu olan olgulardaki Transaortik Kapak Implantasyonu deneyimlerimiz
Experiences of Transcatheter Aortic Valve Implantation with Severe Aortic Stenosis
Hale Aksu Erdost, Leyla İyilikçi, Leyla Seden Duru, Elvan Öçmen, Hüseyin Dursun
doi: 10.14744/hnhj.2018.04935  Sayfalar 173 - 177
GİRİŞ ve AMAÇ: Aort stenozu en sık ve tehlikeli doğal kapak hastalığıdır; 65 yaş üstündeki insanların %2-4’ ünde görülmektedir[1]. Ancak cerrahi tedavisinin özellikle yaşlı ve yandaş hastalığı olanlarda riskleri çok fazladır[2]. Bu retrospektif çalışmada hastanemizde yapılan TAVİ prosedürlerini inceleyip değerlendirdik.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Materyal ve metod: Etik kurul izni alındıktan sonra Haziran 2012 ile Aralık 2014 arası retrospektif olarak taranarak ilk 100 hastanın demografik verileri, STS, EuroSCORE, aort kapak gradientleri, anestezi yöntemi ve monitorizasyon ve postoperatif komplikasyonlar kaydedildi. Tüm veriler ortalama ± standart deviasyon olarak verildi.

BULGULAR: Sonuçlar: Sonuçları toplanan 100 hastanın yaş ortalaması 78,6 ± 6,7 olarak bulundu. Hastaların 65’ i kadındı. Ortalama pulmoner arter basıncı 46,9 ±14,2 mmHg, ortalama basınç gradienti (PG) 48,8 ± 10,7 mmHg, TAVİ işlemi öncesi en yüksek PG değeri 75,5 ± 17,1 mmHg; sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ise %51,2 ± 14,2 olarak ölçüldü. Ortalama STS değeri 7,8 ± 4,7 ve ortalama EuroSCORE değeri ise %34,9 ± 14,1 olarak bulundu. Tüm hastalara monitorizasyon için transözofageal ekokardiyografi probu ve geçici bir pacemaker yerleştirildi. Takılan kapak hastaların % 56’ sında genişleyebilen CoreValve, % 43’ ünde Edwards Sapiens XT Valve idi. İşlem tamamlandıktan sonra vasküler yaralanma olmadığını kontrol etmek amacıyla son bir femoral anjiyografi yapıldı. Ekstübasyon sonrası hastalar koroner yoğun bakıma transfer edildi. Postoperatif dönemde hastaların %11’ inde minör komplikasyon gelişti.


TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Bu retrospektif araştırmamızın sonuçlarına dayanarak işlem basamakları titizlikle takip edildiğinde TAVİ işleminin ciddi aort stenozu olan hastalarda düşük komplikasyon oranları olan bir girişim olduğunu söyleyebiliriz. Anestezist girişimin öncesinde, sırasında ve sonrasında ekibin önemli bir üyesi olmalıdır. Devam etmekte olan prospektif ve retrospektif çalışmalar bu göreceli yeni tekniğin endikasyonları, anestezi tipi, prosedürün nerede yapılması gerektiği gibi tartışmalara ışık tutacaktır.


15. 
Katlanabilir iris kıskaçlı fakik göz içi lensinin refraktif sonuçları ve endotel güvenliği
Refractive Results and Endothelial Safety of a Foldable Iris-claw Phakic Intraocular Lens
İhsan Çakır, Alper Ağca, Dilek Yaşa, Yusuf Yıldırım, Burçin Kepez Yıldız, Mustafa Gürkan Erdoğan, Ahmet Demirok
doi: 10.14744/hnhj.2018.58672  Sayfalar 178 - 181
GİRİŞ ve AMAÇ: Yüksek miyopinin tedavisi için implante edilen bir fakik iris kıskaçlı göz içi lensinin (fGİL) uzun dönem sonuçlarını değerlendirmek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Artiflex (Ophtec BV, Hollanda) ya da Veriflex (Abbott Medical Optics Inc., Kalifornia) fGİL’i implante edilen hastaların dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi. Beş yıl takip süresi bulunan hastalar çalışma kapsamına alındı. Hastaların ameliyat öncesindeki ve ameliyat sonrası beşinci yıldaki manifest refraksiyonlarının sferik eşdeğerleri (SE), düzeltilmemiş görme keskinlikleri, düzeltilmiş görme keskinlikleri, santral endotel hücre yoğunlukları ve komplikasyonlar değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya 23 hastanın 23 gözü alındı. Ameliyat öncesi ortalama SE -10,71D±2,84 D idi ve ameliyat sonrası beşinci yılda -1,60D±0,80 D olarak tespit edildi. Ameliyat öncesindeki ve ameliyat sonrası beşinci yıldaki ortalama düzeltilmemiş görme keskinlikleri sırasıyla 1,47±0,22 logMAR ve 0,26±0,16 logMAR idi (p<0,05). Ameliyat öncesindeki ve ameliyat sonrası beşinci yıldaki ortalama düzeltilmiş görme keskinlikleri sırasıyla 0,26±0,15 logMAR and 0,17±0,12 logMAR idi (p<0,05). Ortalama endotel sayısı ameliyat öncesinde 2526±268 hücre/mm2 iken, beşinci yılda 2357±295 hücre /mm2 olarak bulundu (p<0,05) Ameliyat sonrası dönemde, iki hastamızda steroid kaynaklı geçici göz içi basıncı artışı saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ameliyat sonrası 5. yılda Artiflex/Veriflex fGİL implantasyonu etkili ve güvenli bulanmuştur. Ancak 5 yıllık takip süresi endotelyal güvenlik profilini ortaya koymak açısından yeterli değildir

16. 
Makrofaj migrasyon inhibitör faktör geni -173 G/C polimorfizminin akut pankreatit oluşumu ve şiddeti ile ilişkisi
Association of Macrophage Migration Inhibitory Factor Gene - 173 G/C Polymorphism with Occurrence and Severity of Acute Pancreatitis
Mehmet Ali Uzun, Sevcan Alkan Kayaoğlu, Pınar Ata, Metin Tilki, Sema Berk Ocak, Tunay Doğan
doi: 10.14744/hnhj.2019.06332  Sayfalar 182 - 187
GİRİŞ ve AMAÇ: Makrofaj migrasyon inhibitör faktör (MIF) geninin promotor bölgesindeki -173 G/C polimorfizmi yüksek MIF seviyeleri ile ilişkili olup çalışmamızda bu polimorfizm ile akut pankreatit (AP) oluşumu ve şiddeti arasındaki ilişki araştırıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 62 AP hastası ve 83 sağlıklı gönüllü alındı. Hastaların demografik, klinik, laboratuvar ve radyolojik bulguları kaydedildi ve kan örneklerinde genetik analiz yapıldı.
BULGULAR: Hastaların 35’i kadın 27’si erkek, ortalama yaş 51’dir. AP şiddeti 37 hastada hafif, 21 hastada orta şiddette ve 4 hastada şiddetli bulundu. Hasta ve kontrol gruplarında genotip ve allelik dağılım istatistiksel olarak farklıydı (p<0.001; p=0.03). Hafif, orta ve şiddetli AP grupları arasında anlamlı farklılık bulunmamakla birlikte orta şiddette ve şiddetli AP gruplarında CC genotipi ve C allel sıklığı, hafif AP grubunda ise GG genotipi daha yüksek olmaya eğilimli idi. SIRS gelişen dokuz hastanın sekizinde CC genotipi saptandı ve C allel sıklığı % 88.9 idi. Lökosit sayısı CC genotipinde ve C allel grubunda daha yüksek bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımıza göre CC genotipi ve C allel sıklığı AP oluşumu ile ilişkili olmakla birlikte, AP şiddeti dikkate alındığında istatistiksel anlamlılık kanıtlanamamıştır.

17. 
Lokalize Prostat Kanseri Tedavisinde Kalıcı Brakiterapi Deneyimimiz
Our Experience of Permanent Brachytherapy in Localized Prostate Cancer
Abdullah İlktaç, Senad Kalkan, Selahattin Çalışkan, Orhan Koca, Metin İshak Öztürk, Muhammet İhsan Karaman
doi: 10.14744/hnhj.2018.62681  Sayfalar 188 - 193
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmamızda, ülkemizde lokalize prostat kanserli hastalara üroloji uzmanları önderliğindeki ekip tarafından uygulanan brakiterapi serisinin kısa dönem sonuçları sunulmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde Eylül 2003 - Ocak 2007 tarihleri arasında prostat kanseri nedeniyle prostat brakiterapisi yapılan 41 hasta değerlendirildi. Tüm hastalarda biyopsi ile kanıtlanmış adenokarsinom mevcuttu. Hastalara, genel anestezi altında, intraoperatif-interaktif planlama ile periferal yükleme yöntemine göre LDR prostat brakiterapisi uygulandı. Tüm hastaların ameliyat öncesi ve takiplerindeki Prostat Spesifik Antijen (PSA) seviyeleri, Uluslararası Prostat Semptom Skoru (IPSS) ve Uluslararası Erektil Fonksiyon İndeksi (IIEF) değerleri kaydedildi.
BULGULAR: Hastaların operasyon öncesi ortalama PSA, Gleason skoru ve prostat volümleri sırasıyla 7.7±5 ng/ml (4-22.5), 5.8±0.9 (4-8) ve 36.8±12.6 ml (15-58 ml) idi. Hastaların ortalama yaşı 62.3±6.3 (52-76) idi. Ortalama takip süresi 36.5 (7-60) aydı. Brakiterapi sonrası 3. (1.4±1.3 ng/ml) ve 6. (1.0±0.7 ng/ml) aylardaki PSA değerleri operasyon öncesi değerlerden istatistiksel anlamlı olarak daha düşüktü (p<0.05). Operasyon öncesi (12.1±5.3) ve operasyon sonrası 3. ve 6. aylardaki IPSS değerleri (sırasıyla 13.5±6.5, 11.7±7.5, p>0.05) karşılaştırıldığı zaman anlamlı bir fark olmadığı görüldü. Operasyon öncesi (14.2±2.6) ve operasyon sonrası 3.ve 6. aylardaki IIEF değerleri (sırasıyla, 11.3±6.5, 10.8±7.5, p>0.05) karşılaştırıldığı zaman da anlamlı bir fark bulunmadı. Operasyon sonrası 2 hastada kronik üriner retansiyon gelişti ve bir hastaya kronik üriner retansiyon, bir hastaya da artmış alt üriner sistem yakınmaları nedeni ile brakiterapiden 6 ay sonra TURP uygulandı. Toplam 41 hastanın sadece bir tanesinin 1.ay kontrol dozimetrisinde soğuk kaldığının (yetersiz radyoaktivite) gözlenmesi üzerine hasta EBRT’ye yönlendirildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Son dönemlerde kullanımı giderek azalmasına rağmen Brakiterapi, lokalize prostat kanseri tedavisinde etkili, güncel kılavuzlarda önerilen bir yöntemdir

18. 
Kan lipid profili ile lumbar spinal stenosis arasında bir ilişki var mıdır?
Is there a Relationship between Blood Lipid Profile and Lumbar Spinal Stenosis?
Ezgi Akar, Mustafa Efendioğlu
doi: 10.14744/hnhj.2020.65477  Sayfalar 194 - 197
GİRİŞ ve AMAÇ: Lumbar spinal stenosis (LSS) etyolojisi halen tam bilinmemekle birlikte multifaktöryel bir hastalıktır. Aterosklerozis sebebiyle azalmış kan akımının spinal dejeneratif değişiklikleri hızlandırdığı düşünülür, ancak kan lipid profili ile spinal stenosis gelişimi arasında bir ilişki olup olmadığı bilinmemektedir. Biz bu çalışmada, cerrahi yapılmış olan LSS olguları ile, dar kanal bulguları olmayan olguları karşılaştırarak; hiperlipideminin spinal stenosis etyolojisindeki rolünü değerlendirmeyi hedefledik
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda eşit sayıda kadın ve erkekten oluşan ve 60-70 yaş aralığındaki iki ayrı grubun kan lipid değerleri (total kolesterol, trigliserid, LDL kolesterol, HDL kolesterol) retrospektif olarak incelenip karşılaştırıldı. Grup 1 (LSS grubu); kliniğimizde opere edilmiş olan 40 LSS olgusu (20 kadın/20 erkek), Grup 2 (kontrol grubu); nonspesifik sebeplerle (baş ağrısı vs) polikliniğe başvurmuş olan hastalardan oluşturuldu.
BULGULAR: Grup 1 ve Grup 2 nin HDL ve LDL düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. Grup 1’ in VLDL düzeyi, Grup 2’ den istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p: 0.000; p<0.05). Grup 1’ in trigliserid düzeyi, Grup 2’ den istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p: 0.000; p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: VLDL ve trigliserid düzeyleri ile spinal stenosiz gelişimi arasında bir ilişki olduğu düşünülmektedir. Ancak HDL ve LDL ile böyle bir ilişki söz konusu değildir.

19. 
Katarakt Cerrahisi Uygulanan Hastalarda Astigmatı Azaltmak İçin Uygulanan Limbal Gevşetici İnsizyonlarda VERİON Sistemiyle Manuel İşaretleme Yönteminin Kıyaslanması
Comparison of VERION Image-guided System with Manual Marking in Limbal Relaxing Incision to Reduce Astigmatism in Eyes with Cataract
Servet Çetinkaya
doi: 10.14744/hnhj.2019.77698  Sayfalar 198 - 202
GİRİŞ ve AMAÇ: Kataraktı ve düşük-orta düzeyde astigmatı olan hastalarda astigmatizmayı azaltmak için uygulanan limbal gevşetici insizyon uygulanan manüel metodla VERION sisteminin kıyaslanması.
YÖNTEM ve GEREÇLER: VERION sistemi yardımıyla astigmatik koreksiyon yapılan 22 hastanın 38 gözü ile, manuel metod uygulanan 24 hastanın 40 gözü retrospektif olarak kıyaslandı.
BULGULAR: Ameliyat sonrası 1. ve 6. ay ortalama düzeltilmemiş görme keskinliği, düzeltilmiş görme keskinliği, sferik ve silindirik değerleri açısından iki grup arasında anlamlı bir farklılık yoktu (p değerleri sırasıyla, 0.054, 0.068, 0.946, 0.957, 0.971, 0.947, 0.254 ve 0.195).Birinci grubun 1. ve 6. ay ortalama silindrik değerleri, ikinci gruba göre daha düşüktü, ancak aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.254 ve p=0.189).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Düşük-orta düzeydeki astigmatı düzeltmek için katarakt cerrahisi esnasında uygulanan limbal gevşetici insizyonlar tatmin edici sonuçlar vermektedir.Bunun için uygulanan manuel metodla VERION sistemi arasında anlamlı bir fark yoktur

OLGU SUNUMU
20. 
Plummer-Vinson sendromunun nadir bir nedeni: Çölyak Hastalığı
A Rare Cause of Plummer-Vinson Syndrome: Celiac Disease
Zülfikar Bilge, Hakan Aydın, Abdullah Algın, Hüseyin Fındıklı, Şahin Çolak
doi: 10.14744/hnhj.2018.76094  Sayfalar 203 - 205
Plummer-Vinson Sendromu; disfaji, demir eksikliği anemisi ve özofageal web ile giden klinik bir durumdur. Son yıllarda beslenme ile ilişkili bozuklukların olmaması ve demir eksikliği anemisinin erken teşhis ve tevdisinden dolayı sıklıkla görülmemektedir. Plummer-Vinson sendromunun nadir nedenlerinden biri çölyak hastalığıdır. Çölyak hastalığı ile birlikte Plummer-Vinson sendromunun birlikteliği ile seyreden literatürde az sayıda vaka billdirilmiştir. Bu vakada nadir birliktelik olmasına rağmen günümüzde de halen görülebildiğini ve akılda tutulması gerektiğini dikkat çekmek amaçlı yazıya aldık.

21. 
Sıradışı Başlangıç Semptomlu Bir Guillain-Barre Sendromu: Bilateral pitoz ve anti-GQ1b pozitifliği
An Unusual Presentation of Guillain-Barre Syndrome: Bilateral Ptosis with anti-GQ1b Antibody Positivity
Mustafa Ülker, Mehmet Demir, Füsun Mayda Domaç, Gülay Kenangil, Fatma Betül Özdilek
doi: 10.14744/hnhj.2018.44227  Sayfalar 206 - 210
Guillain-Barre sendromu(GBS) hızla gelişen motor zaafiyetle prezente olan, periferik sinir sisteminin immün aracılı bir hastalığıdır. GBS hastalarında kranial sinir tutulumları nadir olmayıp, sıklıkla fasial ve faringeal kaslarda güçsüzlük şeklindedir. Ekstraokuler kas tutulumları ve özellikle oftalmopleji olmaksızın pitoz nadiren karşılaşılan klinik prezentasyonlar olup teşhiste güçlük yaratabilir. Hastalığın başlangıç bulguları olarak bilateral pitoz ve hafif jeneralize güçsüzlük tespit edilen genç erkek bir vakayı tartışma eşliğinde sunduk.

LookUs & Online Makale