ISSN: 2630-5720 | E-ISSN: 2687-346X
HAYDARPAŞA NUMUNE MEDICAL JOURNAL - Haydarpasa Numune Med J: 51 (2)
Cilt: 51  Sayı: 2 - 2011
ARAŞTIRMA MAKALESI
1. 
Varis Dışı Üst Gastrointestinal Sistem Kanamalarının Ramazan Ayı ve Mevsim İle İlişkisi
Relaionship Between The Frequency Of The Upper Gastrointestinal Bleeding And Both Seasons And Ramadan
Atakan Yeşil, Mesut Sezikli, Can Sevinç, Fatih Güzelbulut, Züleyha Akkan Çetinkaya, Emine Burcu Uprak, Ezgi Ersoy Yeşil, Ali Özdemir, Müşerref Funda Türkmen
Sayfalar 46 - 51
GİRİŞ ve AMAÇ: Üst GİS kanamaları ciddi morbidite, mortalite, iş gücü kaybı ve hastane masrafına yol açan klinik bir sorundur. %70’lere varan oranlarda duodenal ülser, gastrik ülser ve gastrik erozyona sekonder olduğu bilinmektedir. Bu lezyonların sıklığında mevsimlerle ilişkili dalgalanmalar gösterdiği eski zamanlardan beri bilinen bir gerçektir. Biz de bu çalışmamızda üst GİS kanama sıklığını hem mevsimlerle hem de ramazan ayı ile ilişkisini araştırdık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışma kapsamına 2005-2008 arasında hastanemiz Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniğine üst GİS kanama nedeniyle yatırılıp, takip ve tedavisi yapılan 420 hasta alındı. Hastalar, hastaneye yatış aylarına göre ayrıldılar. Ramazan ayı ile ilişkisine bakılmak üzere 2005 yılı (5 ekim-3 kasım), 2006 yılı (24 eylül-23 ekim), 2007 yılı (13 eylül-12 ekim), 2008 yılı (01 eylül-30 eylül) ramazan ayı ve ramazan ayından 15 gün önce ile 15 gün sonraki dönemde yatan hastalar, ramazan ile ilişkili hastalar olarak değerlendirildi. Acil servise üst GİS kanama semptomlarıyla başvuran, endoskopik olarak tanısı kesinleşen hastalar çalışmaya alındı.
BULGULAR: Üst GİS kanaması ile yatan hastaların mevsimsel dağılımında ilkbaharda (mart-nisan-mayıs) toplamda 133 vaka ve aylık ortalama yatan hasta sayısı 11.08±2.23, kış (aralık-ocak-şubat) mevsiminde toplamda 112 vaka ve aylık ortalama yatan hasta sayısı 9.33±3.77, yaz (haziran-temmuz-ağustos) mevsiminde toplamda 93 vaka ve aylık ortalama yatan hasta sayısı 7.75±1.60, sonbahar (eylül-ekim-kasım) mevsiminde toplamda 82 vaka ve aylık ortalama yatan hasta sayısı ise 6.83±1.95 saptandı. İlkbahar mevsimi aylık ortalama üst GİS kanamaya bağlı yatış oranı daha yüksek olmakla beraber kış mevsimi aylık ortalama yatış oranları ile kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0,257). Yaz ve sonbahar mevsimleri aylık ortalama yatış oranları arasında istatistiki olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0,253). Kış mevsimi aylık ortalama yatış oranı ile yaz mevsimi (p=0.308) ve sonbahar mevsimi (p=0.087) aylık ortalama yatış oranları arasında istatistiki olarak anlamlı fark saptanmadı. İlkbahar mevsimi aylık ortalama yatış oranları hem yaz (p=0.001) hem de sonbahar (p<0.0001) mevsimi aylık ortalama yatış oranlarından anlamlı olarak daha yüksek saptandı. Ramazan dönemi ile ramazan dışı aylık ortalama yatan hasta sayıları arasında
istatistiki olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0.303).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bizim çalışmamızda ramazan ayı ile üst GİS kanamaları arasında ilişki saptanamamıştır. Böylelikle, ramazan ayı ile ilgili olarak açlığın üst GİS kanamada predispozan bir faktör olmadığı, ortaya çıkan farklılığın ise mevsimsel olduğu düşündürmektedir.

2. 
Tip 2 Diyabetik Mikroalbüminürik Hiperlipidemik Hastalarda Atorvastatin Tedavisinin IL-1β VE IL-10 Düzeylerine Etkisi
The Effect Of Atorvastatin Therapy On IL-1β And IL-10 In Type 2 Diabetic Microalbuminuric Hyperlipidemic Patients
Funda Türkmen, Ferhan Aytuğ, Gülbu Işıtmangil, İbrahim Berber, Emre Erişkon, Can Sevinç, Ali Özdemir
Sayfalar 52 - 56
GİRİŞ ve AMAÇ: Statinlerin dislipidemiyi düzeltici etkileri yanı sıra antiinflamatuar etkileri de bildirilmiştir. Bu çalışmada Tip 2 diyabetik mikroalbüminürik hiperlipidemik hastalarda atorvastatin tedavisinin IL-1β ve IL-10 sitokinleri üzerine etkisini araştırmayı hedefledik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: En az 5 yıldır tip 2 diabetes mellitus (DM) tanısı olan insülin ve herhangi bir antilipidemik ajan kullanmayan, sadece oral antidiyabetik ve antihipertansif kullanan 25 hasta çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalaması 56±6 (yaş aralığı: 41-68) idi. Hasta serumlarında IL-1β and IL-10 düzeyleri ELISA yöntemi ile atorvastatin (20 mg/gün) ve kan şekeri regülasyonu için insülin glargine 12 hafta süre ile kullanımından önce ve sonra olmak üzere iki kez ölçüldü.
BULGULAR: Hastaların serum IL-1β düzeyleri atorvastatin tedavisi sonrası; tedavi öncesi değerlere göre düşmekle birlikte istatistiksel anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). Aksine antiienflamatuar sitokin olan IL-10 serum düzeylerinde atorvastatin tedavisi sonrasında önceye göre anlamlı düzeyde artış olduğu saptandı (p=0,032). Atorvastatin tedavisi sonrası mikroalbuminüride azalma istatistiksel olarak anlamlı bulunmadığı halde (p= 0,321); AKŞ, HbA1c, total ve LDL kolesterol ile trigliserid düzeyleri başlangıç değerleri ile karşılaştırıldığında; atorvastatin tedavisi sonrasında anlamlı bir düşme tespit edildi (p<0,001). Tedavi sonrası CPK ve HDL kolesterol düzeylerinde anlamlı artış saptandı (p=0,018 ve p=0,022). ALT, AST, ürik asit, GFR, CRP düzeyleri tedavi öncesi ve sonrası değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmad› (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Atorvastatin tedavisi ile antiinflamatuar bir sitokin olan IL-10 düzeyleri bazale göre artarken; inflamatuar bir sitokin olan IL-1β düzeyleri bazal değerlere göre değişmemiştir. İnflamasyondaki bu düzelmeye atorvastatin yanı sıra glargine insülinin AKŞ ve HbA1c gibi biyokimyasal parametrelerdeki iyileştirici etkisi de yardımcı olabilir. Atorvastatinin antiinşamatuar etkisini destekleyen bu bulgular daha geniş serilerde çalışılmalıdır.

3. 
Tiroid Nodüllü Hastalarda Tiroid Antikorlarının Değerlendirilmesi
The Role Of Thyroid Autoantibodies In The Development Of Thyroid Nodules
İlkay Kartal, Cumali Karatoprak, Kadir Kayataş, Abdulhamid Özdemir, Refik Demirtunç
Sayfalar 57 - 60
GİRİŞ ve AMAÇ: Tiroid nodülünün bütün dünyada en sık nedeni iyot yetersizliği olarak kabul edilmekle birlikte günümüzde hangi moleküler mekanizmanın tiroid folikülleri içerisinde sadece bazı folikül hücrelerinin büyümesini uyardığı bilinmemektedir. Çalışmamızda tiroid hastalığı ve ilaç kullanımı olmayan, yapılan tiroid ultrasonografi sonucu nodül bulunanlar ile nodül bulunmayanlarda tiroid antikorları oranlarına bakmak ve tiroid antikorlarının tiroid nodül gelişimindeki rolünü araştırmak istedik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi iç hastalıkları ve endokrinoloji polikliniıine başvuran ve dosyasında bir nedenle tiroid ultrasonografisi(usg), tiroid fonksiyon testleri ve otoantikorları bakılmış hastalardan, 30 yaşını geçmiş, herhangi bir hastalığı ve ilaç kullanı mı olmayan hastalar çalışmaya alındı.
BULGULAR: Tiroid antikorları ile nodül varlığı arasındaki ilişkiye bakıldığında nodülü olan hastaların 18’inde anti TPO normal, 4’ünde yüksek, kontrol grubunda ise 22 kişide normal 4 kişide yüksek saptanmıştır(p=0,79). Anti TG bakıldığında nodülü olanlardan 20 hastada normal, 3 hastada yüksek, kontrol grubunda 23 kişide normal, 2 kişide yüksek bulunmuştur(p=0,56).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yaptığımız çalışmada tiroid nodule ile tiroid otoantikorı arasında veya tiroid nodülü ile tiroid fonksiyon testleri arasında ilişki bulunmamıştır.

4. 
Nazal Obstrüksiyon Cerrahisinin, Preoperatif ve Postoperatif Dönemde uygulanan SCL-90 R Belirti Tarama Testi ve Subjektif Burun Tıkanıklığı Bulgularıyla Uyumunun Değerlendirilmesi
The Evaluation Of Nasal Obstruction Surgery With The Adjustment Between Symptom CheckList-90 Revised Which Applied In Preoperative And Postoperative Period And Subjective Nasal Obstruction Findings
Lütfü Şeneldir, Muhsin Koten
Sayfalar 61 - 68
GİRİŞ ve AMAÇ: Burun tıkanıklığı nedeniyle ameliyat edilen hastalarda, ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemde hastanın ifade ettiıi burun tıkanıklığı şikayetiyle, doktorun saptadığı burun tıkanıklığı bulgularının uyumunu incelemek ve burun tıkanıklığının oluşturabileceği olası psikososyal değişiklikleri, gösterebilmek amacıyla bu çalışmayı planladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, Ağustos 2007 ile Eylül 2008 tarihleri aras›nda burun tıkanıklığı şikayetiyle başvurup cerrahi uygulanan 55 hasta ve hiçbir şikayeti olmayan, nazal muayenesinde patoloji saptanmayan, olgulara benzer yaş, cinsiyet ve sosyokültürel durumda, 20 kişilik kontrol grubu oluşturularak yapıldı. Hastaların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemde burun tıkanıklığı hasta ve doktor analog skalaları ile derecelendirildi. Hastaların psikososyal olumsuzlukları ve psikolojik semptom dağılımını gösterebilmek için Belirti tarama testi (SCL 90-R) kullanıldı.
BULGULAR: Hasta ve doktor analog skalaları arasında hem ameliyat öncesi hemde ameliyat sonrası dönemde istatistiksel olarak anlamlı korelasyon izlendi. Ameliyat sonrası hasta grubunda, ameliyat öncesi hasta grubuna göre, SCL-90 R testi alt gruplarından, somatizasyon, ek skala (uyku) ve genel semptom düzeyi skorlarında anlamlı ölçüde azalma saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Analog skalalar, hastanın burun tıkanıklığının derecesini belirlemede yararlı yöntemlerdir. Burun tıkanıklığı ve bunun olumsuz sonuçları hastalarda somatizasyon ve uyku bozukluklarına sebep olabilmektedir. Nazal obstrüksiyon cerrahisi ile psikososyal semptom şiddetinde azalma olabilmektedir.

5. 
Son Altı Yılda Acil Jinekolojik Cerrahi Uyguladığımız Vakaların Retrospektif İncelenmesi
The Itemization Of Our Gynecologic emergency Surgeries İn Last 6 Years
Nurettin Aka, Sema Etiz Sayharman, Gültekin Köse, E. Can Tüfekci, Melis Koçer
Sayfalar 69 - 73
GİRİŞ ve AMAÇ: Servisimize yatırılan ve acil jinekoljik cerrahi uygulanan hastaların tanı yöntemleri, tanıları ve uygulanan operasyon dağılımları; tanının erken dönemde konulması halinde konservatif yaklaşımın mümkün olup olmayacağı araştırıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ocak 2005 ve 31 Aralık 2010 tarihleri arasında acil koşullarda opere edilen 457 olgu tanı, tanı yöntemleri ve uygulanan operasyonlar açısından retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Olguların tanılara göre dağılımı: Ektopik gebelik 237 (%51.3), over kist torsiyonu 72 (%15.4), over kist rüptürü 65 (%14.1), tubaovaryen abse 79 (%17.1), endometrioma 7 (%1.4), perfore apendisit 4 (%0.7). Üç olguda çift tanı olduğu için toplam sayı 461 olarak saptandı.Yapılan operasyonların dağılımı ise: Salpinjektomi 165 (%37.6), salpingooferektomi 76 (%17.4), lineer salpingotomi 36 (%8.2), primer over onarımı 27 (%6.1), over kistektomi 54 (%12.3), over wedge rezeksiyonu 30 (%6.9), ooferektomi 14 (%3.2), laparoskopik salpinjektomi 18 (%4.1) laparoskopik salpingoooferektomi 1 (%0.2), diagnostik laparoskopi 3 (% 0.6), abse drenajı 15 (%3.4) olarak saptandı.Tanı yöntemi olarak en çok ultrasonografi, betaHCG, hemogram ve doppler ultrasonografinin kullanıldığı görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Acil jinekolojik cerrahi uygulanan hastalarda erken dönemde tanı konulabilmesi halinde daha konservatif yaklaşımların mümkün olabileceği kanısına varıldı.

6. 
Tıpta Uzmanlık Öğrencilerinin Eğitimde Temel Yaşam Desteği Uygulamalarının Etkinliği
The Effectiveness Of Basic Life Support Applications In Education Of Medical Students
Serhan Yurtlu, Volkan Hancı, Hilal Ayoğlu, Özcan Pişkin, Cafer Altaş, Dilek Okyay, Işıl Özkoçak Turan
Sayfalar 74 - 80
GİRİŞ ve AMAÇ: KPR uygulamalarına ilişkin klavuzlar her beş yılda bir defa olmak üzere uluslararası Resüsitasyon dernekleri tarafından gözden geçirilerek güncellenmekte ve sürekli eğitimin önemi vurgulanmaktadır. Bu çalışmada değişik branşlardaki tıpta uzmanlık öğrencilerinin maket simülasyon modelinde kardiyopulmoner resüsitasyona yönelik bilgi ve beceri düzeylerinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Anestezi, dahiliye ve genel cerrahi branşlarından 8’er asistandan kardiyopulmoner resüsitasyonun temel yaşam desteği uygulamalarını gerçekleştirmeleri istendi ve pratik beceri düzeyleri 100 puanlı ölçek ile değerlendirildi. Aynı asistanlara ileri yaşam desteği konusunda teorik bir sınav uygulandı. Sonuçlar KPR eğitiminden itibaren geçen süre, asistanlıktaki eğitim süresi, uzmanlık eğitim alanı, yaş, cinsiyet, KPR uygulamalarına katılım sayısı faktörleri ile analiz edilerek değerlendirildi.
BULGULAR: Tüm asistanların temel yaşam desteğine ilişkin pratik beceri ve ileri yaşam desteğine ilişkin teorik notları düşüktü. Anestezi asistanlarının dahiliye asistanlarına göre pratik, cerrahi asistanlarına göre ise hem pratik hem teorik notlarının istatistiksel olarak anlamlı ölçüde daha yüksek olduğu bulundu (p< 0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Anestezi asistanlarının sürekli KPR uygulamalarına katılmasının yüksek bilgi-beceri düzeyi elde edilmesini sağladığı ve diğer branş çalışanlarının da KPR uygulamalarına sık katılmalarının KPR beceri düzeyinin artmasına katkıda bulunacağı kanısına varıldı.

OLGU SUNUMU
7. 
Önemini Koruyan Bir Halk Sağlığı Sorunu: Nütrisyonel Rikets
Still Important Problem In Public Healt: Nutritional Rickets
Duygu Sömen Bayoğlu, Selçuk Gürel, Çağatay Nuhoğlu, Nevzat Aykut Bayrak, Muharrem Bostancı, Esra Bayrak
Sayfalar 81 - 84
Gelişmiş ülkelerde neredeyse artık hiç görülmeyen nütrisyonel rikets Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde hala önemini korumaktadır. Son yıllarda nütrisyonel riketsin önlenmesinde D vitamini profilaksisinin önemi anlaşılmıştır ve birçok ülkede uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye’de de 2006 yılından itibaren koruyucu hekimlik kapsamında 0-1 yaş arası tüm hastalara ücretsiz D vitamini verilmektedir. Bu durum şüphesiz nütrisyonel riketsin sıklığını ve şiddetini azaltmıştır. Ancak kırsal kesim ve kentsel gecekondu bölgelerinde hala bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Bu yazımızda 2,5 yaşında bacaklarda eğrilik ve yürüme bozukluğu şikâyeti ile polikliniğimize başvuran ve nütrisyonel rikets tanısı alan bir olgu sunulmaktadır.

8. 
Lenfadenit Ayırıcı Tanısında Anımsanmayabilen Bir Hastalık: Tularemi
Tularemia Elusive Etiology In Differantial Diagnosis Of Cervical Lymphadenitis
Duygu Sömen Bayoğlu, Can Aydın, Veysel Bayoğlu, Çağatay Nuhoğlu, Barış Avşar, Hakan Çankaya
Sayfalar 85 - 87
Tularemi, F. tularensis’in yol açtığı, çeşitli klinik formları olan zoonotik bir hastalıktır. Tulareminin özellikle orofaringeal formu üst solunum yolu infeksiyonu belirtileri ve bulgularıyla karışmakta, ayırıcı tanıda tularemi düşünülmezse tanı ve tedavi süreci uzamaktadır. Bu yazımızda yaklaşık 2 aydır olan boyunda şişlik, ağrı şikâyetleriyle bize başvuran ve tularemi tanısı alan bir olgu sunulmaktadır. Olgumuzda lenf nodlarında abse formasyonu gelişmiş ve 2 kez drene edilmiştir. Sonuç olarak özellikle baş ve boyun bölgesindeki lenfadenit ayırıcı tanısında tularemi de gözönünde bulundurulursa tularemi hastalarının tanı ve tedavisinde gecikilmeyeceği ve abse formasyonunun önlenebileceği kanısına varılmıştır.

9. 
Diabetes Mellitus Varlığında Gelişen Yaygın El Enfeksiyonları: Olgu Sunumları
Extensive Hand Infections in Patients with Diabetes Mellitus
N. Sinem Çiloğlu, Güray Yeşiladalı, Mustafa Tercan
Sayfalar 88 - 92
El enfeksiyonları el cerrahisi kliniıine başvuran hastaların önemli bir bölümünü oluşturur. Uygun zamanda tanı konulup tedavi edilmezse kısa sürede yayılıp kalıcı hasarla sonuçlanabilir. Efllik eden hastalıklar enfeksiyonun daha yaygın hale gelmesine ve komplikasyon oranının artmasına sebep olurlar. Yara iyileşmesinin her evresini bozan Diabetes Mellitus varlığı bu enfeksiyonların seyrini hızlandırır, tedaviyi kısıtlar ve iyileşme sürecini uzatır. Kliniğimizde tedavi edilen 3 diyabetik, yaygın el enfeksiyonu olgusu literatür gözden geçirilerek tartışılmıştır.

LookUs & Online Makale