ISSN: 2630-5720 | E-ISSN: 2687-346X
HAYDARPAŞA NUMUNE MEDICAL JOURNAL - Haydarpasa Numune Med J: 57 (2)
Cilt: 57  Sayı: 2 - 2017
ARAŞTIRMA MAKALESI
1. 
Akut Bronşiolitte İzole Edilen Viral Patojenlerin ve Uygulanan Tedavi Yöntemlerinin Hastalığın Seyrine Etkisi
Effects of Isolated Viral Pathogens and Treatment Strategies on the Course of Acute Bronchiolitis
Fatih Akın, Abdullah Yazar, Şükrü Arslan
doi: 10.14744/hnhj.2017.76486  Sayfalar 63 - 67
GİRİŞ ve AMAÇ: Akut bronşiolit süt çocukluğunda ve 2 yaşından küçük çocuklarda, genellikle viral etkenlere bağlı gelişen ve hastaneye yatışın majör sebeplerinden olan bir alt solunum yolu enfeksiyonudur. Çalışmamızın amacı akut bronşiolit nedeniyle hastanede yatan çocuklarda izole edilen laboratuvar bulguları ve uygulanan tedavi yöntemlerinin hastaların yatış sürelerine etkisini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu amaçla Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Kliniğinde Aralık 2013 – Mayıs 2014 tarihleri arasında bronşiolit tanısıyla yatarak takip edilen 95 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: En fazla izole edilen viral patojenler respiratuvar sinsityal virüs (%21.8) ve rinovirüs idi (%21.8). Sadece rinovirüs üreyen grupla üreme olmayan grup arasında yatış süreleri açısından anlamlı bir fark bulunamazken, sadece RSV-A üreyen ve RSV-A+Rinovirüs birlikte üreyen grupta hastanede yatış süreleri anlamlı derecede uzun bulundu. İnhale bronkodilatatör, ipratropium bromid, hipertonik salin tedavisi uygulanan ve uygulanmayan hasta grupları arasında yatış süreleri açısından anlamlı fark saptanmazken, inhale streoid alan olguların yatış süresi almayanlara oranla daha uzun bulundu. İmmunglobulin E (Ig E) düzeyi yüksek ölçülen hastaların ortalama yatış süreleri, normal olanlara göre anlamlı olarak uzundu. Anne sütü alan ve almayan gruplar arasında ve sigara ile temas öyküsü olan ve olmayan gruplar arasında yatış süreleri açısından anlamlı fark saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, RSV ve rinovirüs hala akut bronşiolitin majör sebepleridir. İnhale steroid tedavisi almak, yüksek Ig E düzeyi ve bronşiolit sebebinin RSV olması hastanede yatış süresini uzatmaktadır.

2. 
Mikroanjiyopatik Hemolitik Anemi Ayırıcı Tanısında Altın Standart Nedir? ADAMTS13 aktivitesi mi, trombosit sayısı mı, serum kreatinin düzeyi mi?
What is the gold standard in the differential diagnosis of microangiopathic hemolytic anemia? Is it ADAMTS13 activity, platelet counts or serum creatinine levels?
Havva Üsküdar Teke, Gülsüm Akyol, Neslihan Andıç, İlter Bozacı, Döndü Üsküdar Cansu, Eren Gündüz, Büşra Emir, Olga Meltem Akay
doi: 10.14744/hnhj.2017.98608  Sayfalar 68 - 72
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı, trombotik trombositopenik purpura (TTP) ve hemolitik üremik sendrom (HÜS)’un tanısı sırasında, ADAMTS13 düzeylerini ve diğer hemoliz parametrelerini değerlendirmek ve sonuçlarla ayırıcı tanıya varabilmektedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2014-2016 yılları arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniğinde mikroanjiyopatik hemolitik anemi (MAHA) kliniği ile başvuran ve tedavileri yapılan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. ADAMTS13 aktivitesi ve diğer laboratuvar testleri TTP (n=6), HÜS (n=5) ve diğer MAHA’li (n=8) hastalarda çalışıldı.
BULGULAR: : HÜS ve diğer MAHA grupları ile karşılaştırıldığında TTP hastalarında, hem ADAMTS13 aktivitesi hem de trombosit sayıları istatistiksel açıdan anlamlı derecede düşük saptandı (p=0,014, p=0,028). ADAMTS13 aktivitesi ile tanı öncesi trombosit sayısı (p=0.001, r=0.693) ve serum kreatinin (p=0.008, r=0.589) düzeyleri arasında pozitif korelasyon saptandı. ADAMTS13 aktivitesi TTP grubunda en düşük düzeylerde, HÜS ve diğer grubunda ise orta-yüksek düzeylerde saptandı (p=0.048).
TARTIŞMA ve SONUÇ: MAHA tanısı sırasında ciddi trombositopeni ve çok düşük ADAMTS13 aktivite düzeylerinin varlığı HÜS tanısı için bir bulgu değilken, TTP tanısını işaret etmektedir. Ilımlı bir trombositopeni, normal veya hafif/orta düzeyde azalmış ADAMTS13 aktivite düzeyleri ve artmış serum kreatinin düzeylerinin varlığı ise HÜS tanısını desteklemektedir.

3. 
Dansite gradyan sperm yıkama yönteminin sperm parametreleri ve akrozomal duruma etkileri
Effects of density gradient sperm preparation on semen parameters and acrosomal status
İlknur Keskin, Seda Karabulut
doi: 10.14744/hnhj.2017.08208  Sayfalar 73 - 77
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı sperm parametrelerinin yoğunluk gradyan yöntemi ile yıkanmasının sperm sonuçlarının etkisini araştırmak ve uzmanlara bu yöntem ile yıkama sonrasında sonuçları öngörme imkanı verebilmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 04.2011- 10.2016 tarihleri arasında Florence Nightingale Hastanesi, Yardımla Üreme Merkezi’ne infertilite araştırması nedeniyle başvuran 1402 erkek çalışmaya alınmıştır. Sperm hazırlama öncesi ve sonrasında semen analizleri WHO 2010’ a göre yapılmıştır. Sperm konsantrasyonu <1 mil/ ml nin altındaki örnekler dansite gradyan yöntemiyle hazırlanmış ve semen parametreleri (sperm konsantrasyonu, toplam motilite, progresif motilite, normal morfoloji ve normal akrozom yapısı oranları analiz edilmiştir.
BULGULAR: Yoğunluk gradyan yöntemi sonrasında sperm konsantrasyonu azalmasına rağmen total motilite, progresif motilite, normal morfoloji ve normal akrozomal yapı oranları artmış olarak bulunmuştur (p<0,05). Sperm konsantrasyonu parametresinde %37,49 lük anlamlı bir azalma belirlenmiştir. Toplam motilite oranında %21,47 lik anlamlı bir artış (yıkama öncesi 66.1% ve yıkama sonrası 87.57%) after semen preparation, progresif motilite oranında 28.12% lik bir artış (yıkama öncesi 11.45% ve yıkama sonrası 39,57%), normal morfoloji oranında %5’lik bir artış (yıkama öncesi 3% ve yıkama sonrası 8%), ve normal akrozomal yapı oranında %14’lük bir artış yıkama öncesi 62% ve yıkama sonrası 76%), belirlenmiştir (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmanın bulguları doğrultusunda yoğunluk gradyanı yöntemi sonrasında toplam motilite, progresif motilite, normal morfoloji ve normal akrozomal yapı oranları anlamlı derecede artmış ancak sperm konsantrasyonu anlamlı derecede azalmış olarak belirlenmiştir p0,05). Bulgular, uzmanlara yöntem sonrasında parametreleri öngörme ve buna göre yardımla üreme tekniklerinde sperm hazırlama yöntemini seçmekte yardımcı olacaktır.

4. 
Romatoid Artrit Hastalarında Serum 25 Hidroksi D Vitami Düzeyi İle Hastalık Aktivitesinin İlişkisi
Relationship Between Serum 25 Hydroxy Vitamin D Levels and Disease Activity in Patients with Rheumatoid Arthritis
Nilgün Mesci, Duygu Geler Külcü
doi: 10.14744/hnhj.2017.76376  Sayfalar 78 - 82
GİRİŞ ve AMAÇ: Romatoid artrit (RA) hastalarında serum D vitamini düzeylerinin hastalık aktivitesi ile ilişkisini incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza kliniğimizin Romatoloji dal polikliniğinde RA tanısı ile takip ve tedavi edilmekte olan hastalar alındı. Bu hastalardan takipleri düzenli olarak yapılmış, serum 25 hidroksi (OH) D vitamini seviyeleri ölçülmüş ve D vitamini replasman tedavisi almamış olanların dosyaları retrospektif olarak tarandı. Hastaların yaş, cinsiyet, boy, kilo gibi demografik özellikleri, hastalık süresi, kullandıkları ilaçlar ve serum 25(OH)D vitamini seviyelerinin ölçülmüş olduğu tarihteki 1 saatlik eritrosit sedimantasyon hızı (ESH), C-reaktif protein (CRP) düzeyleri, serum kalsiyum, fosfor, alkalen fosfataz, parathormon gibi laboratuar parametreleri kayıt edildi. Hastalık aktivitesi, Disease Activity Score (DAS) 28 skorları hesaplanarak belirlendi.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 34 RA tanılı hastanın yaş ortalaması 54.09±11.8 yıl idi. Hastaların 30’u kadın, 4’ü erkekti. Hastalık süreleri ortalama 8.38±6.87 yıldı. Ortalama DAS 28 skoru 4.59±2.07, CRP 0.92±1.12 mg/dL, ESH 27.79±18.57 mm/saat, 25(OH)D vitamini düzeyleri ise 19.87±13.22 ng/mL idi. Serum 25(OH)D vitamini düzeylerinin diğer parametrelerle korelasyonu incelendiğinde; yaş, hastalık süresi ve ESH ile pozitif yönde, hastalık aktivitesi ve CRP düzeyi ile ise negatif yönde ilişki saptandı, ancak 25(OH)D vitamininin sadece hastalık süresi ile olan pozitif korelasyonu ve CRP ile olan negatif korelasyonu istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: D vitamini eksikliğinin otoimmün hastalıklarla ilişkisinin saptanması ile D vitamininin immün modülatör bir rolü olduğu anlaşılmıştır. Bu çalışmada RA’lı hastalarda serum D vitamini düzeyi, hastalık aktivitesi ve CRP ile negatif yönde ilişkili bulunmuş olup tedavi planında D vitamini düzeylerini dikkate alan bir yaklaşımın gerekli olduğu düşünülmektedir.

5. 
Kızamık Olgularımızın Demografik Özellikleri, Hastalığın Morbidite ve Mortalitesinin Değerlendirilmesi
Evaluation of our Measles cases in the aspect of demographic features, disease morbidity and mortality
Özde Nisa Türkkan, Zehra Esra Önal, Çiğdem Sağ, Narin Akıcı, Tamay Gürbüz, Çağatay Nuhoğlu
doi: 10.14744/hnhj.2017.66376  Sayfalar 83 - 88
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmadaki amacımız kızamık hastalarının demografik özellikleri ile morbidite ve mortalitelerinin değerlendirilmesi, kızamık salgınlarının kontrol altına alınarak önlenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışmada, 0cak 2013 - Mayıs 2014 tarihleri arasında Sağlık Bakanlığı İstanbul Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Kliniği'ne başvuran 20 kızamık olgusu retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Çalışmaya Kızamık, Kızamıkçık ve Konjenital Kızamıkçık Sendromu Sürveyansı Daimi Genelgesi'ne uygun olarak kesin vaka tanımlamasına uyan hastalar dahil edildi. Veriler kızamık teşhisi alan hastaların hasta dosyalarından, tıbbi kayıtlarından ve Sağlık Bakanlığı Kızamık/Kızamıkçık Vaka İnceleme Formu verilerinden elde edildi. Kızamığın doğal seyrinden farklı olarak vakaların çoğunun yaz aylarında kümelendiği görüldü. T.C. Sağlık Bakanlığı’nın ve kliniğimizin önceki kayıtları ile karşılaştırıldığında 2013 yıklında Türkiye’de bir kızamık epidemisinin var olduğu kesinlik kazandı. Çalışmamızda vakaların %70’inin (14 hasta) komplikasyonlu kızamık vakaları olduğu ve en sık rastlanan komplikasyonun bronkopnömoni olduğu görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Komşu ülkelerdeki siyasi istikrarsızlık nedeniyle yeni aşı kampanyalarına ihtiyaç doğduğu, enfeksiyon hastalıklarının bildirimi için ulusal ve online bir bilgi ağının oluşturulması ve bu sayede bildirimlerin kolay ve hızlı bir biçimde yapılabilmesi gerektiği kanısına varıldı. Yüksek komplikasyon oranı göz önüne alındığında, Türk çocuklarının beslenme durumu ve yetersiz beslenme kızamık enfeksiyonunun seyrini olumsuz yönde etkileyebilmektedir ve dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır.

6. 
Demir Eksikliği Anemisi Olan Çocuklarda Serum Çinko Düzeylerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of Serum Zinc Levels in Children with Iron Deficiency Anemia
Pelin Ataman, Zehra Esra Önal, Çiğdem Sağ, Narin Akıcı, Tamay Gürbüz, Çağatay Nuhoğlu
doi: 10.14744/hnhj.2017.10820  Sayfalar 89 - 94
GİRİŞ ve AMAÇ: Demir eksikliği anemisi gelişmekte olan ülkelerde önemli bir sorun teşkil etmektedir. Demir eksikliği anemisi tespit edilen çocukların ve ailelerinin demografik özelliklerini, serum çinko düzeyi ile karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği’nde 01.11.2013-01.12.2013 tarihleri arasında 6 ay-12 yaş arasındaki demir eksikliği anemisi olan çocukların boy ve ağırlık persentillerine bakılarak, beslenme alışkanlığı ve ailenin gelir düzeyi sorgulanarak, serum çinko örneği için kan alındı. Hastalardan alınan kan örneklerinden çinko düzeyi saptanarak çinko düzeylerindeki farklılıkların demir eksikliği anemisi ile ilişkisi değerlendirildi.
BULGULAR: Demir eksikliği anemisi olan hastalardan bakılan serum çinko düzeyi ile cinsiyet, beslenme, aile gelir düzeyi, aile eğitim durumu arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Çinko düzeyi ile yaş ve ağırlık arasında anlamlı pozitif korelasyon mevcuttu (p<0,05). Çinko düzeyi ile boy ve Fe/Febk % değeri arasında anlamlı korelasyon yoktu (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Biz bu çalışmada demir eksikliği anemisi olan çocuklarda anlamlı bir çinko eksikliği tespit etmedik. Bunu, çalışmaya alınan çocuk yaş grubu yelpazesinin geniş olmasına, özellikle büyük çocukların çinko ihtiyacını kuruyemişten ve proteinden karşılayabilmesine bağlıyoruz. Ancak konuyla ilgili daha fazla sayıda hasta içeren çalışmalara ihtiyaç vardır.

7. 
Laparoskopik Parsiyel Nefrektomi Yapılan İlk 103 Vakalık Seride Cerrahi, Onkolojik ve Uzun Dönem Fonksiyonel Sonuçların Değerlendirilmesi
Surgical, Oncological and Long-Term Functional Outcomes of First 103 Laparoscopic Partial Nephrectomy: A Single-Centre Experience
Serdar Aykan, İsmail Ulus, Mehmet Yılmaz, Serkan Gönültaş, Serhat Süzan, Ahmet Yaser Müslümanoğu
doi: 10.14744/hnhj.2017.87597  Sayfalar 95 - 100
GİRİŞ ve AMAÇ: Kliniğimizde böbrek tümörü nedeniyle laparoskopik parsiyel nefrektomi yapılan ilk 103 hastanın cerrahi, onkolojik ve uzun dönem fonksiyonel sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde 2008-2016 tarihleri arasında laparoskopik parsiyel nefrektomi yapılan toplam 103 hasta çalışmaya dahil edildi. Demografik veriler, perioperatif renal fonksiyonlar, tümörün patolojik ve radyolojik özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Yaşları ortalama 54,72 yıl (19-71) olan 68 erkek, 35 kadın toplam 103 hastaya transperitoneal laparoskopik parsiyel nefrektomi uygulandı. Ortalama tümör çapı 32,42 mm (12-82 mm) olarak hesaplandı. Tümörlerin 4’ü (%3,88) bilateral, 45’i (%43,68) sağ ve 54’ü (%52,42) sol böbrek yerleşimli idi. Yine tümörlerin 32’si (%31,06) üst pol, 41’i (%39,80) alt pol ve 30’u (%29.12) orta zon yerleşimliydi. Hastaların 2002 TNM sınıflamasına göre; 64’ü (%62,13) T1a, 32’si (%31,06) T1b ve 7’si (%6,79) T2a klinik evre ile prezente oldu. Hastaların preoperatif ortalama kreatinin değerleri 0.78 mg/dl (0.4-1.7), postoperatif ilk gün ortalama kreatinin değerleri 1,04 mg/dl (0.5-2.48) ve postoperatif 1. ayda ortalama kreatinin değerleri 0.89 mg/dl (0.4-1.8) olarak hesaplandı. Hastaların preoperatif ve postoperatif 1. aydaki kreatinin değerleri arasında istatistiksel anlamlı fark görülmedi (p>0,05).Patolojik inceleme sonucunda lezyonların 6’sı (%5,82) onkositom, 12’si (%11,65) anjiomyolipom ve 85’i (%82,52) renal hücreli karsinom olarak raporlandı. Renal hücreli karsinomların 62’si (60,19) berrak hücreli karsinom, 14’ü (%13,59) papiller karsinom ve 9’u (%8,73) kromofob karsinom olarak saptandı. Fuhrman sınıflamasında; 18’i (%17,47) grade 1, 75’i (%72,81) grade 2 ve 10’u (%9,70) grade 3 olarak rapor edildi. Hastalar ortalama 46 (6-92) ay takip edildi. Takiplerinde cerrahi sınır pozitif olanlar dahil hiçbirinde radyolojik olarak lokal nüks ve metastaz saptanmadı. 4 hastada kanser dışı ölüm görülen çalışmada, hastalığa özgü sağkalım oranı %100 ve genel sağ kalım oranı %96.22 olarak tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Açık ve laparoskopik parsiyel nefrektominin onkolojik sonuçlarının benzer olması ve laparoskopinin hastaya sağladığı avantajlar nedeniyle, her ne kadar öğrenme eğrisi uzun olsa da laparoskopik teknik ile deneyimli ellerde çok başarılı sonuçlar elde edilebilmekte ve gün geçtikçe uygulanma oranı artmaktadır.

8. 
Remisyondaki Multipl Skleroz Hastalarında Periferik Kan Hücre İmmünofenotipleri
Peripheral Blood Cell Immunophenotypes in Multiple Sclerosis Patients in Remission
Vuslat Yılmaz, Canan Ulusoy, Özlem Mercan, Suzan Adın Çınar, Recai Türkoğlu
doi: 10.14744/hnhj.2017.21931  Sayfalar 101 - 103
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda multipl skleroz (MS) hastalarında lenfosit alt popülasyonundaki değişimin akan hücre ölçer ile belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 25 ataklı yineleyici MS hastası ayrıca yaş ve cinsiyet uyumlu 11 sağlıklı kontrol de dahil edildi. CD3+ T hücre, CD4+ yardımcı T hücre, CD8+ sitotoksik T hücre, CD3+CD4+CD25parlak düzenleyici T (Treg) hücre, CD19+ B hücre, CD16+CD56+ doğal öldürücü (NK) hücre, CD3+CD56+ NKT hücre kantifikasyonu dört renkli akan hücre ölçer ile değerlendirildi.
BULGULAR: Akan hücre ölçer cihazında hücre grupları değerlendirildiğinde, T hücre, düzenleyici T (Treg) hücre, B hücre, doğal öldürücü (NK) hücre, NKT hücre gruplarında hasta ve sağlıklı kişiler arasında anlamlı fark olmadığı gözlendi. T ve B lenfositlerinin hasta ve sağlıklılarda yüzdeleri oldukça yakın iken hastalarda NK ve NKT hücre gruplarında hastalar lehine gözlenen azalma anlamlı seviyede değildi. Ayrıca yardımcı, sitotoksik ve düzenleyici T hücrelerinin de hasta ve sağlıklılarda benzer seviyelerde olduğu belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu bulgular, MS patogenezinde rol oynayan merkezi sinir sistemi inflamatuar değişikliklerinin ve lenfosit aktivasyonun periferik kan örneklerinde belirlenemeyeceğini ortaya koymaktadır.

OLGU SUNUMU
9. 
Lemmel Sendromu: Duodenal Divertiküle Bağlı Karın ağrısı ve Sarılığın Nadir Bir Sebebi
Lemmel’s syndrome: A rare cause of abdominal pain and hyperbilirubinemia due to duodenal diverticulum
Anıl Ergin, Mehmet Mahir Fersahoğlu, Bülent Kaya, Ender Onur
doi: 10.14744/hnhj.2017.58077  Sayfalar 104 - 106
Tıkanma sarılığı en sık koledok taşları ve periampuller bölge tümörlerinden kaynaklanır.Duodenum divertikülleri az rastlanan lezyonlar olup çoğu zaman asemptomatiktir. Duodenal divertiküllerin safra yollarını tıkaması Lemmel sendromu olarak bilinir.Tanı ve tedavisi güçlükler içermektedir. Kliniğimizde ile takip edilen 84 yaşındaki hasta ERCP ile başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir.Bu olgu sunumunda ilgili hasta tartışılmıştır.

10. 
Senkron Pankreatik Duktal Adenokarsinom ve Tiroid Medüller Karsinom
Synchronous Pancreatic Ductal Adenocarcinoma and Thyroid Medullary Carcinoma
Ceren Canbay Göret, Ömer Faruk Özkan, Mehmet Yılmaz Akgün
doi: 10.14744/hnhj.2017.69188  Sayfalar 107 - 111
Günümüzde ilerleyen tedavi yöntemleriyle kanserli hastaların sağ kalım süresi uzamıştır. Bu nedenle ikincil primer tümör görülme sıklığında artış gözlenmektedir. Hastanemize başvuran 52 yaşındaki erkek hastada senkron pankreas duktal adenokarsinomu ve tiroid medüller karsinom tespit edilmiştir. Bu iki tümör birlikteliği daha önce bildirilmediğinden literatürde paylaşmayı amaçladık.

11. 
Nadir Bir Olgu: Exanthem Subitum Sonrası Ensefalit
A Rare Disease: Encephalitis After Exanthem Subitum
Fatih Akın, Abdullah Yazar, Esra Türe, Dursun Odabaş
doi: 10.14744/hnhj.2017.83997  Sayfalar 112 - 114
Human herpes virüs tip 6 (HHV-6) çocuklarda özellikle yaşamın ilk iki yılında görülen benign, ateşli bir hastalık olan exanthem subituma (ES) neden olur. ES ani başlayan yüksek ateş ve ateşin düşmesiyle birlikte döküntünün ortaya çıkmasıyla karakterize bir hastalıktır. ES hastalarında en sık görülen komplikasyonlar febril nöbet ve ensefalit gibi merkezi sinir sistemi (MSS) komplikasyonlarıdır. Bu yazıda çocuk acil kliniğimize döküntü, emmede azalma ve uykuya meyil şikayetleri ile gelen ve ES sonrası ensefalit tanısı konulan bir olgu sunulmuştur.

12. 
Atipik Olguda Vezikosigmoid Fistül'ün Laparoskopik Tedavisi
Laparoscopic Treatment of an Atypic Vezicosygmoid Fistula
Serkan Akan, Özgür Haki Yüksel, Çağlar Yıldırım, Ahmet Ürkmez
doi: 10.14744/hnhj.2017.32042  Sayfalar 115 - 118
Mesane ile sigmoid kolon arasında spontan fistül oluşumu oldukça nadirdir. Genelde altta yatan sebep sigmoid kolon divertiküllerinin inflame olması ve mesane duvarına perfore olmasıdır. Bazen sigmoid kolondaki tümörlerin mesaneye infiltre olması ile de gelişebilir. Bunların dışında inflamatuar bağırsak hastalıkları, tüberküloz, lenfoma, travma ve geçirilmiş cerrahi girişimler altta yatan diğer sebeplerdir. Biz bu sebeplerin hiçbirinin olmadığı, spontan gelişen ve nedeni belli olmayan bir vezikosigmoid fistül olgusunu sunduk.

LookUs & Online Makale