ISSN: 2630-5720 | E-ISSN: 2687-346X
HAYDARPAŞA NUMUNE MEDICAL JOURNAL - Haydarpasa Numune Med J: 60 (1)
Cilt: 60  Sayı: 1 - 2020
DIĞER
1. 
Front matter

Sayfalar I - VI

ARAŞTIRMA MAKALESI
2. 
Riskli Yenidoğanlarda Otoakustik Emisyon Testi ve İşitsel Beyin Sapı Cevabının Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi
Retrospective Evaluation of the Autoacoustic Emission Test and Auditory Brainstem Response in Risky Newborns
Funda Yavanoğlu Atay, Gürkan Atay, Cagatay Nuhoglu, Ömer Ceran
doi: 10.14744/hnhj.2018.43760  Sayfalar 1 - 4
GİRİŞ ve AMAÇ: Bebeğin erken dönemde işitme duyusunun gelişmiş olması hem dil ve lisan gelişimini hem de duygusal, sosyal ve zihinsel gelişimini önemli biçimde etkiler. İşitme kaybı 1000 canlı doğumda 1-2 oranında insidansla görülür. Bu oran yüksek riskli yenidoğanlarda daha yüksektir.
Yenidoğan işitme taramalarında uyarılmış otoakustik emisyonlar (Evoked Otoacoustic Emissions, EOAE) ve işitsel beyin sapı cevabı (Auditory Brainstem Response, ABR) yöntemleri kullanılmaktadır.Biz bu çalışmamızda risk faktörü taşıyan yenidoğanların EOAE ve ABR sonuçlarını ve iki testin karşılaştırmasını değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2011- Temmuz 2011 arasında hastanemizde doğan ve risk faktörü bulunan 104 bebek retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: İşitme Kaybı (+) grubunda konjenital anomali, yoğun bakımda kalma ve sarılık varlığı risk faktörleri, İşitme Kaybı (-) grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Lojistik regresyon analizinde sarılığın işitme kaybı için anlamlı bir risk faktörü olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız sonucunda ulasal verilere katkı sağlanmış ve yenidoğan sarılığının işitme kaybı riskini arttırdığı gösterilmiştir.

3. 
Hayatin gerçekleri ve helikobakter pilori enfeksiyonu
Facts for Life and Helicobacter Pylori Infection
Umut Eren Erdogdu, Hakan Demirci, Haci Murat Çaycı, Taşkın Erkinuresin
doi: 10.14744/hnhj.2019.46793  Sayfalar 5 - 9
GİRİŞ ve AMAÇ: Helikobakter Pilori (HP) hastalığı kötü hijyenle ilişkilidir. Benzer şekilde kötü sağlık okuryazarlığı (SOY) da hijyen şartlarının bozukluğu ile beraberlik göstermektedir. Bu çalışmada amaç, kötü hijyen ile ilişkili iki durum olan SOY ve HP hastalığı arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Genel cerrahi kliniğine dispepsi yakınması ile başvurmuş olan ve gastroskopi uygulanan 326 hastanın verileri kesitsel analitik desende değerlendirildi. Gastroskopi uygulanan bu hastalarda özefagus, mide ve duodenum değerlendirildi ve antrum mukozalarından biyopsi alındı. Rapor sonuçlarına göre hastalar HP (+) ve HP (-) olarak gruplara iki gruba ayrıldı. Hastaların SOY durumlarını değerlendirmede ‘Hayatın Gerçekleri’ sorularından oluşan Halk Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği uygulandı.
BULGULAR: Araştırma sonucunda SOY ile HP enfeksiyonu mevcudiyeti arasında bir ilişki olmadığını tespit edildi. Daha yüksek SOY olan kişilerde temiz su tüketme çabaları, pastörize süt kullanımı ve tuvalet hijyeninde artış görülmekteydi. SOY puanlarında artış ile HP eradikasyon tedavi arayışı arasında pozitif bir korelasyon tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Daha iyi SOY, hijyenik davranışlarla ve HP tedavi arayışı davranışı ile birliktedir. HP enfeksiyonu olan bireylerde SOY arttırma çabaları bu hastaların tedavi arayışlarını olumlu etkileyecektir.

4. 
Renal kolik insidansının mevsim, cinsiyet ve yaşla ilişkisi: Kesitsel çalışma
Correlation of Renal Colic Incidences with the Season, Gender and Age: Cross-Sectional Study
Aytaç Sahin, Ahmet Urkmez, Çağlar Yildirim, Serkan Akan, Dogu Guner, Ozgur Haki Yuksel
doi: 10.14744/hnhj.2018.33254  Sayfalar 10 - 15
GİRİŞ ve AMAÇ: Biz bu çalışmada meteorolojik değişikliklerin acil servislere başvuran renal kolik hasta sayısında etkili olup olmadığını, ayrıca bu etkinin cinsiyet ve yaş ile değişkenlik gösterip göstermediğini araştırdık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2017 ve Aralık 2017 tarihleri arasında Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil tıp kliniğine renal kolik şikayetiyle başvuran 5661 hasta International Classification for Diseases- 10 (ICD 10) N23 (renal kolik) kodu ile retrospektif olarak tarandı. Renal kolik tanısı acil tıp hekimlerince konuldu ve tedavi edildi. Aylara göre ortalama sıcaklık ve nem değerleri T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Meteoroloji Genel Müdürlüğünden alınmıştır.
BULGULAR: Çalışma, yaşları 2 ile 91 arasında değişmekte olan, 3344’ü (%59.1) erkek ve 2317’si (%40.9) kadın olmak üzere toplam 5661 olgu ile yapılmıştır. Olguların muayene yaşları ortalaması 41.58±14.63’dür. Mevsimler arasında olguların muayene yaşları ortalamaları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır (p: 0.001; p<0.05). Farklılığın tespiti için yapılan ikili karşılaştırmalar sonucunda; Yaz mevsimindeki olguların muayene yaşı ortalamaları, Kış (p: 0.001), İlkbahar (p: 0.001) ve Sonbahar (p: 0.045) mevsimlerindeki olguların ortalamalarından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda meteorolojik parametrelerin renal kolik gelişimi üzerine etkileri olduğunu ve bu etkinin hastanın yaşına ve cinsiyetine göre değişkenlik gösterdiğini saptadık. Özellikle sıcak aylarda erkek hastaların kadınlara göre muhtemel hormonal mekanizmalardan dolayı dehidratasyona daha duyarlı olduğunu ve dolayısıyla bu hastalarda renal kolik insidansının yüksek olması nedeniyle sıvı alımının arttırılması dehidrate kalmaması önerilir.

5. 
Bir Eğitim Araştırma Hastanesinde Görev Yapan Hekimlerin Periyodik Muayenelerinin Malignite Riski Açısından Değerlendirilmesi
Evaluation of the Periodic Examination of Physicians Working in a Training and Research Hospital Regarding Malignancy Risk
Hilal Ozkaya, Buğu Usanma Koban, Muhammet Mustafa Yıldız, Suzan Kascatan, Işık Gönenç, Memet Taşkın Egici
doi: 10.14744/hnhj.2019.36449  Sayfalar 16 - 20
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışan sağlığı ülkemizde 6 Nisan 2011 tarih/27897 sayılı yönetmelikle güvence altına alınmıştır. Sağlık çalışanlarının görevlerindeki riske göre düzenli periyotlarla muayene ve kontrolleri yapılmaktadır. Bu çalışmada, bir eğitim araştırma hastanesinde görev yapmakta olan hekimlerin periyodik muayenelerinde, malign hastalıklar için risk oluşturabilecek bilgi ve bulguların analizi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma kesitsel ve tek merkezli nitelikte olup 01.06.2018-31.12.2018 tarihleri arasında Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yapan ve periyodik sağlık taramasını (PST) yaptıran toplam 227 hekimin dosyaları incelenmiştir.
BULGULAR: Periyodik muayeneye onam veren toplam 227 hekimin dosyaları incelenmiş, verileri tam olan 221 hekimden 125’inin kadın(%56.6), 96’sının ise erkek (%43.4) olduğu görülmüştür. Malignite etiyolojisinde yer alan sigara sorgulandığında; sigara içen hekim sayısı 32 (%14.1) olup cinsiyetler arası istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmemiştir. Diğer risk faktörü obezite oranları incelendiğinde; %20.7 fazla kilolu (n: 47), %3.5 obez (n: 8) ve %0.4 oranında morbid obez (n: 1) olduğu görülmüştür. Erkek hekimlerde fazla kilolu veya obez olma durumu daha yüksek olup, kadınlara göre aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Risk faktörü olabilecek diğer bulguların oranları çok daha düşük bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Literatürde yer alan malignite etiyolojisinde yer alabilecek riskler açısından PST dosyalarının analizinde, hekimlerin dünya ve ülkemiz verilerine göre olumlu sonuçlara sahip olduğu görülmektedir.

6. 
Çocukluk çağı epilepsilerinde okskarbazepin kullanımının hemogram, karaciğer, tiroid fonksiyonları, lipit profili üzerine etkileri
Effects of Oxcarbazepine Use on Hemogram, Liver, Thyroid Functions, Lipid Profile in Childhood Epilepsies
İlknur Girişgen, Sermet Yıldırmış, Asım Örem, Fatma Müjgan Sönmez
doi: 10.14744/hnhj.2019.80664  Sayfalar 21 - 26
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı, okskarbazepinin hematolojik parametreler, böbrek, karaciğer, tiroid fonksiyonları, plazma elektrolit, lipit, lipoprotein (a), B12 vitamini ve folik asit düzeylerine etkisini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Onbeş idiyopatik parsiyel epilepsili hasta çalişmaya alındı. Üç hasta, biri düzensiz ilaç kullanımı, ikisi dirençli epilepsi nedeni ile ek antiepileptik tedaviye başlamak zorunda kaldıkları için çalışmadan çıkarıldılar. Kan örnekleri sabah, 12 saatlik açlığı takiben alındı. Serum örneklerinden hematolojik parametreler, sodyum (Na), potasyum (K), kalsiyum (Ca), fosfor (P), glukoz, kan üre azotu (BUN), alkalen fosfataz (ALP), alanin amino transferaz (ALT), aspartat amino transferaz (AST), gama glutamil transferaz (GGT), total kolesterol, trigliserid, düşük dansiteli lipoprotein-kolesterol (LDL-K), yüksek dansiteli lipoprotein-kolesterol (HDL-K), apolipoprotein A (Apo-A), apolipoprotein B (Apo-B), Lipoprotein a (Lp a), serbest ve total triiyodotirozin (T3), tetraiyodotirozin (T4), Tiroid stimulan hormone (TSH), folik asit ve B12 vitamin düzeyleri tedavi başlangıcında, 3.,6. ve 12. aylarda çalışıldı.
BULGULAR: Hematolojik parametrelerde, Na, K, Ca, P, glukoz, BUN, AST, ALT, ALP, total kolesterol, trigliserid, LDL-K, HDL-K, Apo-A, Lp (a), fT3, TSH düzeyleri, folik asit ve B12 vitamin düzeylerinde tedavinin 3,6,12. aylarda anlamlı değişiklik saptanmadı. GGT düzeylerinde 3,6,12. aylarda istatistiksel anlamlı olmayan yükselme, fT4 düzeylerinde istatistiksel olmayan düşüklük saptandı. Apo-B seviyesinde tedavinin 3. ayında anlamlı yükselme tespit edildi. Lp (a) düzeylerinde 12. ayda başlangıç ve 6. ay değerlerine göre istatistiksel anlamlı yükselme saptandı (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Okskarbazepin kullanan çocuklarda karaciğer enzimlerinin, tiroid fonksiyon testlerinin ve özellikle ateroskleroz için risk faktörü olan Lp (a) seviyelerinin izlenmesi gerektiğini önermekteyiz.

7. 
Cabg Uygulanan 35 Yaş Altı Genç Hastalarda Çeşitli Preoperatif Değişkenlerin Cerrahi Sonuçlar Üzerine Etkileri
Effects of Various Preoperative Factors on Surgical Results in Patients Aged 35 and below who Undergone Coronary Artery Bypass Surgery
Mehmet Kızılay, Zeynep Aslan, Unsal Vural, Ahmet Arif Ağlar, Ahmet Yavuz Balcı
doi: 10.14744/hnhj.2019.39200  Sayfalar 27 - 34
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada koroner arter baypas uygulanan 35 yaş altı genç hastalarda çeşitli preoperatif ve peroperatif faktörlerin morbidite, cerrahi ve sonuçlar üzerine etkisi araştırıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Koroner arter hastalığı sebebiyle 2005-2016 yılları arasında merkezimizde CABG operasyonu uygulanan 35yaş altı (17-35) 130 yetişkin [118 (%90.8)’ i erkek; ort. yaş 31.82±3.3 ve 12 (%9,2)’ si kadın, yaş ortalaması 32.08 ± 2.3 ] hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar cinsiyetlerine göre gruplandırılarak risk faktörleri, demografik verileri, perioperatif ve postoperatif parametreleri ile değerlendirildi.
BULGULAR: Hastalardan Kadın olguların %33.3’ ünde diyabet, ve %25’ inde aile hikayesi ve hipertansiyon öyküsü mevcuttu. Erkekler de ise diyabet %50.8, aile öyküsü %21.2, hipertansiyon %31.4’ inde mevcuttu. Kadınların %25’ i erkeklerin ise %68.6’ ü sigara tiryakisiydi. Kadın Olguların %16.7’ sında erkeklerin ise %6.8’ inde ana koroner lezyonu vardı. Olguların 44 (%33.8)’ünde ise daha önce geçirilmiş myokard enfarktüsü hikayesi vardı. CRP değeri olguların % 47.7 unda normal değerlerden yüksek bulundu. Olgularda ortalama preoperatif EF %53 idi. 7 (%5.4) olguya acil, 123 (%94.6) olguya elektif CABG uygulandı. 12 (9.2%) olgu atan kalpte 118 hastada CPB eşliğinde bypass uygulandı.


TARTIŞMA ve SONUÇ: Diyabetes mellitus, Hipertansiyon varlığının ve sigara içiminin cinsiyet ayırt etmeden genç hastalarda koroner arter hastalık riskini önemli oranda artırdığını, sigara ile mücadelenin erken yaşlarda koroner arter hastalığının önlenebilir en önemli faktörü olabileceğini göstermektedir.

8. 
Erişkin Kafa Travmalarında Beyin Cerrahisi ve Yoğun Bakım Ünitesi Ortak Deneyimlerinin Değerlendirilmesi
Analysis of the Adult Traumatic Brain Injury Patients, Experiences of Neurosurgery and Intensive Care Unit
Mustafa Efendioğlu, Serap Adana Kavlak, Asu Özgültekin
doi: 10.14744/hnhj.2020.59023  Sayfalar 35 - 40
GİRİŞ ve AMAÇ: Kafa travmaları ve intrakranial kanamalar travmaların en ağır formlarındandır ve ciddi hasarla sonlanma olasılıkları yüksektir.
Primer hasarı takip eden sekonder hasar gelişimi ve bunu etkileyen faktörler üzerine hastaya ilişkin risk faktörlerinin yanı sıra travma sonrasından başlayarak transport, acil servisler, operasyon süreçleri ve yoğun bakım tedavileri etkin rol oynamaktadır
Hastanemiz beyin cerrahisi ve yoğun bakım klinikleri olarak son iki yıl süresinde birlikte izlediğimiz travmatik intrakranial kanamaların retrospektif bir analizini yaparak yoğun bakım süreci başlangıcı ve sonlanımı sırasındaki Glaskow Koma Skalası(GKS) skorlarına göre hastalarımızı değerlendirmeyi amaçladık
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastane yönetiminin yazılı onayı ile, hastane bilgi sistemi(HIS) kayıtları incelenerek Yoğun Bakım kliniğine travmatik intrakranial kanama tanısı ile son iki yıl içinde kabul edilen, 18 yaş üzeri hastalar retrospektif olarak analize edildi.Acil servis ve yoğun bakım hastalarından 56 hasta verisi değerlendirildi..GKS geliş ve çıkış skorları, <8 (kötü sonlanım beklentisi), ve ≥ 8 (iyi sonlanım beklentisi) olarak iki grupta değerlendirildi.
BULGULAR: Analizi yapılan 51 hastanın geliş GKS skoru 8 altı ve üzeri olmak üzere değerlendirildiğinde, pupilla reflekslerinde istatistiksel olarak anlamlı, kan glukoz düzeylerinde ise klinik olarak yorumlanabilecek bir farklılık gözlenirken, çıkış değerlendirmelerinde kötü sonlanım gösteren 17 hasta değerlendirildiğinde, bu hastaların 8 tanesinin geliş GKS skorlarının da 8 in altında olduğu, bu hastaların ağır kafa travmasıyla birlikte çoklu intrakranial patolojilerinin olup dekopressif cerrahi geçirdikleri, ve çoklu beden travmasına maruz kaldıkları belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda politravma ve kontrol edilemeyen intrakranial basınç artışı ile dekompressif cerrahi uygulanan hastaların, ve başvuru sırasında yüksek kan şekeri görülen hasta gruplarının prognostik açıdan daha kötü sonlandığı görülmüştür.
Kafa Travmalarında her hastanenin bir algoritmik yaklaşımı olaması, ve aralıklı olarak bu süreçlerin analizinin hastaların akut müdahaleler sırası ve sonrasında sekonder hasarlardan korunmasında etkili olabileceği görüşündeyiz

9. 
Prematüre bebeklerde bronkopulmoner displaziyi öngörmede eritrosit dağılım genişliğinin rolü
The Role of Red Cell Distribution Width as a Predictor of Bronchopulmonary Dysplasia in Preterm Infants
Pelin Doğan
doi: 10.14744/hnhj.2019.53824  Sayfalar 41 - 45
GİRİŞ ve AMAÇ: Bronkopulmoner displazi (BPD) prematürelik ile ilişkili en önemli kronik pulmoner morbidite ve mortalite nedenlerinden biridir. Bu çalışmada prematüre infantlarda eritrosit dağılım genişliğinin (RDW) BPD gelişimini öngörmede belirteç olarak kullanıllabilirliğinin araştırılması hedeflendi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif kohort seklinde düzenlenen çalışmaya hastanemizin yenidoğan yoğun bakım ünitesinde (YYBÜ) yatarak tedavi görmüş, ≤32 gestasyon hafta olan vakalar dahil edildi. Çalışma kohortu izlemde BPD gelişen premature infantlar ve izlemde BPD gelişmeyen kontrol grubu olmak üzere 2 gruba ayrıldı. Hastaların demografik verileri ve postnatal ilk 3 saat içinde alınan tam kan parametreleri kaydedildi ve bu değerler ile BPD arasındaki ilişki araştırıldı.
BULGULAR: Dışlanma kriterleri sonrasında 78 hasta çalışmaya dahil edildi. BPD grubunda kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, doğum gestasyon haftası ve doğum ağırlığı oranlarının belirgin olarak daha düşük olduğu izlendi (sırasıyla; p=0.001, p=0.002). BPD grubunda maternal preeklampsi izlenme oranı kontrol gruba göre anlamlı daha yüksek izlendi (p= 0.04). Çalışma gruplarının hemogram parametereleri değerlendirildiğinde BPD grubundaki RDW değerlerinin kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek olduğu izlendi (p= 0.002). Multivariate lojistik regresyon analizi ile modele BPD gelişimi üzerine etkili diğer değişkenler dahil edildiğinde RDW düzeyinin (OR= 11.986, %95CI 2.494-57.602, p=0.002) ve invazif mekanik ventilasyon süresinin (OR=1.429, %95 CI 1.127-1.811, p=0.003) anlamlı BPD prediktörü olduğu izlendi. RDW değeri için ROC analizi uygulandığında “cut-off” değeri %18 belirlendiğinde; bu değer için duyarlılık %81.50, özgüllük %84.78 ve AUC değeri 0.845 olarak saptandı (p < 0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda prematüre infantlarda RDW değerinin BPD yi öngörmede önemli bir parametre olduğu izlendi. RDW'nin basit ve kolay erişilebilir bir parametre olarak, BPD yi öngörmede ve erken yaklaşımda önemli rolü olabilir

10. 
Tip Ampütasyonlarında Rekonstrüksiyon Tecrübelerimiz
Our Experiences about Reconstruction of the Tip Amputations
Ayşe İrem İskenderoğlu, Nesibe Sinem Çiloğlu, Ahmet Kürşat Yiğit, Shahrukh Omar
doi: 10.14744/hnhj.2018.36744  Sayfalar 46 - 48
GİRİŞ ve AMAÇ: El yaralanmaları plastik cerrahide sıklıkla rekonstrüksiyon gerektiren yaralanmalarıdır (1). Parmak ucu elde en sık yaralanan bölgedir. Etiyolojisinde sıklıkla travmalar ön planda yer almaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2013- 2017 yılları arasında kliniğimizde replantasyona uygun olmayan, tip amputasyonu nedeniyle opere edilen 625 hastanın kayıtları geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Travmaların etiyolojisi incelendiğinde, en sık iş kazaları olmakla beraber, pediatrik yaş grubunda sert cisimlerin arasına sıkışma en sık etyolojik neden olarak tespit edildi. Replante edilemeyecek düzeyde olan vakalarda kompozit greft (%60), kompozit greft amaçlı kullanılabilecek amputat olmayan vakalarda ise lokorejiyonel flep veya serbest flepler uygulanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tutma hissetme, dokunma, sıkıştırma hareketlerinde önemli olduğu için el yaralanmalarının rekonstrüksiyonları özelliklidir. Tip amputasyonlarında mümkün olduğunca fonksiyonel rekonstrüksiyon yapılmalıdır.

11. 
Non-Timomatöz Miyastenia Gravis Hastalarında Anterior Mediastinal Yağ Doku Dansitesinin Bilgisayarlı Tomografi ile Değerlendirilmesi
Evaluation of Anterior Mediastinal Fat Tissue Density with Computed Tomography in Non-Tymomatous Myasthenia Gravis Patients
Serdar Solak, Fethi Emre Ustabaşıoğlu
doi: 10.14744/hnhj.2018.79663  Sayfalar 49 - 52
GİRİŞ ve AMAÇ: Non-timomatöz miyastenia gravis hastalarında ve kontrol grubunda kontrastsız toraks bilgisayarlı tomografisi ile anteriyor mediastinal yağ dokusu dansitesinin karşılaştırılması.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif çalışmamıza klinik olarak miyastenia gravis tanısı koyulan ve kontrastsız toraks bilgisayarlı tomografi ile tetkik edilmiş olan 65 hasta dahil edildi. Hasta grubu ile aynı cinsiyet ve benzer yaş dağılımında olan, kontrastsız toraks bilgisayarlı tomografisi ile tetkik edilmiş 65 olgudan oluşan kontrol grubu oluşturuldu.
BULGULAR: 65 miyastenia gravis hastasından oluşan hasta grubunun anteriyor mediastinal yağ dokusu Hounsfield unit değer ortalaması ve standart sapması -97 ± 37.3; kontrol grubunun ise -121± 37.3 olarak saptandı. Miyastenia gravis hastaları ve kontrol grubu arasında Hounsfield unit değerleri ve standart sapmaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark izlendi (p=0.01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Miyastenia gravis hastalarında anteriyor mediastinal yağ dokusu dansitesi kontrol grubuna göre yüksek bulunmuştur.

12. 
Bir cerrah laparoskopik kolesistektomiden açık cerrahiye geçişi ne zaman düşünmeli? Retrospektif Çalışma
When Should a Surgeon Think to Convert Laparoscopic Cholecystectomy to Open Surgery? A Retrospective Study
Ekrem Ferlengez, Serap Pamak Bulut
doi: 10.14744/hnhj.2019.04934  Sayfalar 53 - 59
GİRİŞ ve AMAÇ: Günümüzde cerrahların laparoskopik kolesistektomiden (LC) Açık kolesistektomiye (OC) geçmeleri hala zor bir karardır. Bu çalışmada amacımız LC yapılan hastaların verilerini karşılaştırarak ameliyat öncesi OC'ye dönüşüm olasılığını öngörmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastalar iki gruba ayrıldı. İlki OC grubuydu. İkincisi LC grubu iken. Her iki grubun verileri çeşitli parametrelerle karşılaştırıldı.
BULGULAR: LC'den OC'ye dönüşüm oranı %7,2 idi. Erkek hastalarda dönüşüm oranı %12.8, kadın hastalarda ise %5.2 idi. OC'li grubun ortalama yaşı (52.66 ± 13.77) istatistiksel olarak laparoskopi grubundan (47.22 ±13.04) daha yüksekti (p=0.019 < 0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastaların yaşı, cinsiyeti, artmış alkalen fosfataz, gama-glutamil transferaz ve direkt bilirubin değerleri, safra kesesi duvar kalınlığı, safra çamuru varlığı ve koledokolitiyazis varlığı veya şüphesi, preoperatif endoskopik retrograd kolanjiyografi öykü parametreleri grup OC'de risk faktörü olarak istatistiksel olarak anlamlı bulundu.

13. 
Tiroid hormonlarının prematüre retinopatisi gelişimine etkisi var mı?
Do Thyroid Hormones have any Effects on the Development of Retinopathy of Prematurity?
Yeşim Coşkun, Özge Yabaş Kızıloğlu, Tevfik Bayram, Eylem Demirci, Ipek Akman
doi: 10.14744/hnhj.2019.27122  Sayfalar 60 - 66
GİRİŞ ve AMAÇ: Prematüre retinopatisi (ROP), erken doğan bebeklerin retinalarının anormal damarlanması ile karakterize bir hastalıktır. Bu çalışmada, tiroid hormonlarının anjiogenez üzerinde bilinen etkilerinden yola çıkılarak, ROP ile tiroid hormonları arasındaki ilişkiyi araştırmak amaçlanmıştır.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışmaya Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Göztepe Medical Park Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Ocak 2011 ve Ocak 2019 yılları arasında doğumdan itibaren bir aydan uzun süre yatmış ve ROP muayeneleri yapılmış olan, 34 gestasyon haftasından (GH) erken doğmuş bebekler dahil edilmiştir. Hastalar ROP tanısı almış ve almamış olarak 2 gruba ayrılmıştır. ROP tanısı almış olan hastalar da ROP tedavisi yapılmış ve yapılmamış olarak 2 alt gruba ayrılmıştır. Cinsiyet, GH, doğum ağırlığı (DA), bronkopulmoner displazi (BPD), mekanik ventilasyon süresi, oksijen tedavisi süresi, nekrotizan enterokolit ve intraventriküler kanama (İVH) değişkenleriyle birlikte, postnatal 7. ve 28. günlerde bakılan serum serbest T4 (sT4-1 ve sT4-2) ve TSH (TSH-1 ve TSH-2) düzeyleri incelenmiştir.
BULGULAR: ROP hastalığı olmayan 193 bebek (Grup 1) ve ROP hastalığı olan 152 bebek (Grup 2) çalışmaya alınmıştır. ROP olan 152 hasta içinde 114 bebek ROP tedavisi olmamış (Grup 2a) 38 bebek ise ROP tedavisi olmuştur (Grup 2b). Grup 2’de serbest T4-1 ve TSH-2, Grup 1’dekine göre anlamlı derecede düşük saptanmıştır (p<0.001). Grup 2b’nin sT4-1 ve sT4-2 düzeyleri Grup 2a’ya göre anlamlı derecede düşük saptanmıştır (sırasıyla p=0.042 ve p=0.015). Risk faktörlerinin lojistik regresyon analizinde, tiroid hormon değerleri bağımsız risk faktörü olarak saptanmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada tiroid hormonlarının ROP gelişimi üzerinde etkisinin olmadığı saptanmıştır. Daha büyük ölçekli ve prospektif çalışmalar, tiroid hormonlarının ROP gelişimi üzerindeki etkilerine ışık tutabilir.

14. 
Kırmızı hücre dağılım genişliği, ortalama trombosit hacmi, nötrofil lenfosit oranı ve benign tiroid nodülleri arasındaki ilişki
The Relationship between Red Cell Distribution Width, Mean Platelet Volume, Neutrophil to Lymphocyte Ratio and Benign Thyroid Nodules
Kadir Kayataş, Elif Senocak Tascı, Muharrem Yıldırım
doi: 10.14744/hnhj.2019.85579  Sayfalar 67 - 70
GİRİŞ ve AMAÇ: Tiroid hastalıkları enflamatuar süreçle yakından ilişkilidir. Kırmızı hücre dağılım genişliği (RDW), ortalama trombosit hacmi (MPV) ve nötrofil / lenfosit oranı (NLR) günümüzde inflamatuvar belirteç olarak kullanılmaktadır. Amacımız RDW, MPV ve NLR düzeyleri ile benign tiroid nodülleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2011 - Mayıs 2017 tarihleri arasında Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi dahiliye kliniğine başvuran hastalar geriye dönük olarak incelendi. Çalışmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan benign tiroid nodülü olan 160 hasta ve 30 tiroid nodülü olmayan hasta dahil edildi. Hastaların rutin hemogram testleri kaydedildi ve RDW, MPV ve NLR değerleri iki grup arasında karşılaştırıldı. 
BULGULAR: RDW, MPV ve NLR değerleri, nodülü olan grup ile nodülü olmayan grup arasında karşılaştırıldı. Grupların MPV veya NLR değerleri arasında fark gözlenmedi. RDW değerleri nodülü olan grupta nodülü olmayan gruba göre anlamlı derecede yüksekti (p = 0,036).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız tiroid nodülleri ile altta yatan inflamatuvar süreç arasındaki ilişkiyi desteklemektedir. Bununla birlikte, inflamatuvar biyobelirteçler ve malignite arasında bir ilişki olduğunu öne süren bazı çalışmaların aksine, maligniteyi benign nodüllerden ayırmada, benign koşullarda da artabileceklerinden, bu tür belirteçlerin kullanılmasını önermiyoruz.

15. 
Tek insizyon cerrahi gastrostominin diğer gastrostomi yöntemleri ile karşılaştırılması
Comparison of Single-incision Surgical Gastrostomy with other Gastrostomy Methods
Zeliha Akış Yıldız, Mehmet Arpacık, Ceyhan Şahin, Hayriye Nihan Ayyıldız, Aytekin Kaymakçı
doi: 10.14744/hnhj.2020.35902  Sayfalar 71 - 75
GİRİŞ ve AMAÇ: Gastrostomi için günümüzde açık cerrahi ve endoskopik yöntemler olmak üzere birçok cerrahi yöntem tanımlanmıştır. Tek insizyon gastrostomi (TİG) ile ilgili ise oldukça az sayıda yayın mevcuttur. Diğer yöntemlere göre daha az bilinen tek insizyon cerrahi gastrostomi deneyimimizi diğer gastrostomi yöntemleri ile karşılaştırarak paylaşmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Haziran 2016 ile Haziran 2019 tarihleri arasında Ümraniye E.A.H. de TİG yapılan 15 olgu, Stamm gastrostomi (SG) yapılan 14 olgu ve perkütan endoskopik gastrostomi (PEG) yapılan 11 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların yaş, cinsiyet, ameliyat endikasyonu, ameliyat yöntemi, ameliyat süresi, postoperatif komplikasyonlar karşılaştırıldı.
BULGULAR: PEG yapılan olgulardan birinde mide perforasyonu ve diğerinde gastrostomi tüpünün yerinde olmadığı izlendi. Her iki hastayada laparotomi ve SG yapıldı. TİG yapılan 2 olguda insizyon yerinde evantrasyon ve altı hastada tüp çevresinde granülasyon izlendi. Evantrasyon lokal sütürle tedavi edilirken granülasyon gümüş nitrat ile tedavi edildi. Stam gastrostomi yapılan 1 olguda brid ileus gelişmesi nedeniyle laparotomi yapıldı. TİG yapılan hiçbir olguda laparatomi gerektirecek majör komplikasyon görülmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: TİG kolay uygulanabilir, minimal invaziv ve komplikasyon oranı da diğer yöntemlere göre düşüktür.

16. 
Comparison of iloprost and papaverine in topical vasodilation of internal mammary artery in coronary artery bypass grafting: A prospective randomized trial
Comparison of Iloprost and Papaverine in Topical Vasodilation of Internal Mammary Artery in Coronary Artery Bypass Grafting: A Prospective Randomized Trial
Emine Şeyma Denli Yalvaç, Ozan Onur Balkanay, Deniz Göksedef, Suat Hilal Aki, Suat Nail Ömeroğlu, Gökhan İpek
doi: 10.14744/hnhj.2020.49379  Sayfalar 76 - 84
GİRİŞ ve AMAÇ: Introduction: Internal mammary artery (IMA) graft is a commonly used coronary artery bypass conduit due to its high long-term patency rates. Besides, IMA can have a perioperative arteriel spasm problem. Papaverine, an opium alkaloid, is commonly used in vasospasm, especially for IMA. Iloprost, a synthetic prostacyclin analogue, could be an alternative to papaverine. In this study, we compared the effect of topical iloprost and papaverine in terms of prevention of IMA vasospasm.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Between May-August 2009, 40 consequtive patients who underwent coronary artery bypass grafting using IMA graft were included in the prospective study. Patients were divided into two groups in order to be treated with topical vasodilators as iloprost and papaverine groups. Free blood flow of IMA were measured before and after the topical vasodilators were applied. These results were evaluated together with concurrently measured mean arterial pressures. Histopathologic examination was performed with the distal part of IMA and scored according to the desquamation rate.
BULGULAR: Preoperative and haemodynamic parameters between the two groups were similar. With both vasodilator agents, the amount of IMA blood flow were increased in similar ratio as well. Analysis of this increase was assessed by dividing the blood flow by the mean arterial blood pressure value. Iloprost group had similar vasodilation response when compared with the response of papaverine group. Besides, there was more desquamation in the papaverine group at a significant level. There was no significant difference between the two groups in terms of postoperative mortality and complications.
TARTIŞMA ve SONUÇ: We concluded that iloprost could be an alternative for papaverine with similar vasodilation response and lower level of endothelial damage.

17. 
20 mm'den Daha Küçük Böbrek Taşlarının Tedavisinde Retrograd İntrarenal Cerrahi: 452 Vakalık Tek Merkez Deneyimi
Retrograde Intrarenal Surgery for the Management of Kidney Stones Smaller than 20 mm: A Single-Center Experience of 452 Cases
Ramazan Topaktaş, Ahmet Ürkmez
doi: 10.14744/hnhj.2018.10337  Sayfalar 85 - 90
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada amacımız, son beş yılda 20 mm'den küçük böbrek taşlarının tedavisinde retrograd intrarenal cerrahi (RIRS) uygulanan 452 hastanın sonuçlarını sunmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde Ocak 2013 ile Şubat 2018 arasında böbrek taşı nedeniyle RIRS uygulanan 452 hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Bütün vakalarda floroskopi kullanıldı. Hastaların demografik verileri,operasyon bilgileri, taş yeri ve boyutu ve taşsızlık oranları incelendi. Hastalar operasyon sonrası birinci gün direk üriner sistem grafisiyle, birinci ay ise kontrastsız bilgisayarlı tomografi (BT) ile kontrol edildi. Taşsızlık durumu, operasyondan bir ay sonra BT'de taşın hiç olmaması veya 3 mm den daha küçük rezidüel fragmanlar kalması olarak tanımlandı.
BULGULAR: Yaş ortalaması 47.9 (aralık, 12-85) yıl olan 285 (% 63) erkek ve 167 (% 36.9) kadın hasta vardı.Ortalama taş boyutu 13,5 mm (aralık, 7-20 mm) idi. Üreter giriş kılıfı 388 (% 85.8) hastada kullanıldı. Ortalama operasyon ve floroskopi süreleri sırasıyla 70.6 dakika (aralık,45-150) ve 17.6 saniye (dağılım 3-55) idi. Ortalama hastanede kalış süresi 1.3 (aralık, 1-5) gündü. Yirmi (% 4.4) hastada renal kolik, hematüri, enfeksiyon ve / veya ateş gibi minör komplikasyonlar gelişti. Majör komplikasyon görülmedi ve kan transfüzyonu yapılmadı. Ameliyat sonrası birinci ayda 403 (% 89.1) hastada taşsızlık durumu elde edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: 20 mm'den küçük böbrek taşlarının tedavisinde RIRS'ın etkili, uygulanabilir ve güvenli bir tedavi yöntemi olduğuna inanıyoruz. Prosedür düşük morbidite ve yüksek başarı oranına sahiptir.

DERLEME
18. 
Bir Dış Değerlendirme Aracı Olarak Ulusal Hastane Akreditasyonu
National Hospital Accreditation as an External Assessment Tool
Keziban Avcı
doi: 10.14744/hnhj.2019.02259  Sayfalar 91 - 96
Sağlık hizmetlerinde iyileştirmeler için kalite ölçümüne odaklanmak çok önemlidir. Ayrıca kalite değerlendirmelerinde geçerli bir model, yönetişimi sağlamak ve kalite iyileştirme açısından gereklidir. Bununla birlikte artan ve değişen küresel ve ulusal sağlık öncelikleri hem iyileştirme hem de ölçüm mekanizmalarının sağlık sistemleri üzerindeki olumlu etkilerinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada, sağlık hizmetlerinde akreditasyon faaliyetlerini yürüten ve ulusal bir kurum olan Türkiye Sağlık Hizmetleri Kalite ve Akreditasyon Enstitüsü’nün (TÜSKA) kullandığı akreditasyon denetim programının, bir dış değerlendirme aracı olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

OLGU SUNUMU
19. 
Nadir bir Akut Batın Nedeni: Apendiks Vermiformis Torsiyonu
A Rare Case of Acute Abdomen: Torsion of Vermiform Appendix
Ceyhan Şahin, Zeliha Akış Yıldız, Mehmet Arpacık, Hayriye Nihan Karaman Ayyıldız
doi: 10.14744/hnhj.2020.60566  Sayfalar 97 - 98
Apendiks hastalıkları akut batının en sık karşılaşılan nedenleridir. Bunların arasında apendiks vermiformis torsiyonu nadiren görülür.Apendiks torsiyonunun klinik bulguları akut apandisitten ayırt edilemez ve genellikle tanısı operasyon esnasında konulur. Apendiks torsiyonu, primer ve sekonder torsiyon olarak tanımlanmıştır. Apendiks torsiyonu her yaşta görülebilir ancak literatürde çocuklarda daha az görülmektedir. Biz burada fekalite bağlı sekonder apendiks vermiformis torsiyonu olgusunu sunduk ve apendiks torsiyonu ile ilgili literatürü gözden geçirdik.

20. 
Nutcraker Sendromu sekonder hipertansiyon nedeni olabilir mi? İki olgu sunumu.
Can Nutcracker Syndrome Cause Secondary Hypertension? Two Case Reports
Pınar Zehra Davarcı, Süleyman Baş, Funda Müşerref Türkmen, Zeynep Gamze Kılıçoğlu
doi: 10.14744/hnhj.2018.70783  Sayfalar 99 - 102
Nutcraker sendromu (NCS) ilk kez 1944 yılında Grand tarafından sol renal venin süperior arter (SMA) ile abdominal
aorta arasında sıkışması olarak tanımlanmıştır. NCS ile ilgili sınırlı sayıda klinik çalışma olmakla birlikte en sık karşılaşılan semptom ve bulgular sol böbreğin venöz hipertansiyonuna bağlı sol yan ağrısı, hematüri ve proteinüridir. Disparoni, dizüri, dismenore, skrotal ve alt ektremitede variköz ven oluşumu, karın ağrısı diğer nadir görülen semptom ve bulgulardır. Daha nadir olarak NCS’nin arteryel hipertansiyona da yol açabildiği bildirilmiştir. Arteryel hipertansiyonun sekonder nedeni araştırılan iki genç olgumuzda NCS saptadık ve irdelemeyi uygun bulduk.

21. 
Ölümcül künt göğüs travmalı hastanın başarılı erken cerrahi tedavisi: Bir olgu sunumu
Successful Early Surgical Treatment of Fatal Blunt Chest Trauma: A Case Report
Davut Tekyol, Hatice Handan Tanrıkulu, İbrahim Altundağ, Nihat Müjdat Hökenek, Umut Gökhan Özder
doi: 10.14744/hnhj.2018.63644  Sayfalar 103 - 105
Künt göğüs travmaları, göğüs duvarının her iki tarafında ölümcül solunumsal ve respiratuar problemlere yol açabilen travmalar olup göğüs yaralanmalarının sık görülen formudur. Ölümcül sonuçlara yol açabildiğinden dolayı acil müdahale edilmesi gerekmektedir. Künt göğüs travmasını zamanında ve gerektiğinde göğüs tüpü ile uygun şekilde tedavi etmek, çoğu hastada optimal ağrı kontrolünde ve göğüs fizyoterapisinde iyi sonuçlar elde edilmesini sağlar. Biz bu yazımızda, şiddetli künt göğüs travması sonucu meydana gelen, multipl kaburga kırıkları olan pnömotorakslı, politravmatik hastanın bilateral tüp torakostomisi ile başarılı şekilde tedavi edildiği vakanın sunumunu yapmayı amaçladık.

LookUs & Online Makale