ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Astımlı Çocuklarda Astım Biyomarkerlerinin ve Solunum Fonksiyon Testlerinin Değerlendirilmesi Evaluation of Asthma Biomarkers and Pulmonary Function Tests in Children with Asthma Ahmet Tekcan, Şirin Güven, Demet Kuşçu, Ahmet Sami Yazar, Emin PalaSayfalar 1 - 7 GİRİŞ ve AMAÇ: Astım hava yollarının kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Astım tanısında klinik bulgularla birlikte birçok invazif ve noninvazif testler önerilmektedir. Ne yazık astım tanısında kesin tanı kriterleri belirlenmemiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda astım tanısı alan hastaların astım derecesi ile kan parametreleri ve solunum fonksiyon testlerinin arasındaki ilişkiyi ve tedavi sonrası bu parametrelerde değişiklikleri göstermeyi amaçladık. BULGULAR: Polikliniğimize başvuran 0-14 yaş arasındaki astımlı çocuklar prospektif olarak değerlendirildi. Hastaların geliş tam kan sayımı, ECP, spesifik IgE, Total IgE tetkikleri kaydedildi. Altı yaşından büyük çocuklara spirometri ile solunum fonksiyon testleri yapıldı. Takibe alınan her hastaya muayene öncesinde major ve minör risk faktörlerini içeren kayıt formu dolduruldu. Global Initiative for Asthma (GINA) tedavi kılavuzu kriterlerine göre hastaların astım şiddeti sınıflandırıldı ve tedavi protokolü uygulandı. Hastaların astım şiddeti ile cinsiyetleri, atopi öyküsü ve ailelerindeki astım öyküsü arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık bulunmadı. Astım şiddeti ile ECP değerleri ve Total IGE değerleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık saptandı. İkinci gelişte hastaların astım şiddetlerinde azalma görüldü. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız serum ECP değerlerinin astımın şiddeti ile anlamlı bir korelasyon ve astım kontrolünün değerlendirilmesinde yararlı olabileceğini göstermektedir. Çocuklarda SFT’ nin uygulamasında uyum sağlamak oldukça zor olduğu için takiplerde diğer noninvazif parametrelerin değerlendirilmesi önem kazanmaktadır. |
2. | Sünnet Olacak Çocuklarda Bupivakaine Eklenen Düşük Doz Kaudal Morfinin Etkinliği Efficiency of Low Dose Caudal Morphine Added Bupivacaine in Children Undergoing Circumcision Ayça Tuba Dumanlı Özcan, Kemal Peker, Erdal Özcan, Ayşegül Elbir Şahin, Ebru ÇanakçıSayfalar 8 - 14 GİRİŞ ve AMAÇ: Bupivakain ve morfin eklenen bupivakainle kaudal blok uygulamasının, postoperatif ağrı kontrolü ve bulantı kusmaya etkilerini karşılaştırdık. YÖNTEM ve GEREÇLER: ASA I, 2-12 yaşında sünnet operasyonu planlanan 100 hastaya bupivakain veya morfin eklenen bupivakainle randomize kaudal blokaj yapıldı. Grup 1’deki olgulara 0,25% bupivakain, grup 2’ye ise bupivakain + 10μgr/kg morfin verildi. 24 saat boyunca analjezik gerektiren hasta sayısı, ilk analjezik ihtiyaç zamanı, 4. saatteki ağrı skorları, 24 saat boyunca ağrı ve komplikasyonlar postoperatif olarak kaydedildi. BULGULAR: 24 saatte grup 1’de 24 hastada grup 2’de ise 2 hastada ağrı tespit edilmiştir. Grup 2’deki olguların, grup 2’deki olgulara oranla 24 saatte ağrı görülme oranı istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksekti (p<0,001). Gruplar arasında bulantı kusma insidansı açısından istatistiksel olarak belirgin farklılık yoktur. Grup 2’de geç solunum depresyonu, bulantı kusma, idrar retansiyonu ve kaşıntı gibi yan etkiler gözlenmedi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak kaudal anestezide adjuvan ajan olarak morfinin, önerilenden daha düşük dozlarda güvenli ve etkin analjezi sağladığı kanısına varıldı. |
3. | Yoğun Bakım Ünitemizden Gönderilen Derin Trakeal Aspirat Kültürlerinin Değerlendirilmesi The Evaluation of Cultures of Deep Tracheal Aspirates in Intensive Care Unite Behiye Dede, Ayten Kadanalı, Gül Karagöz, Şenol Çomoğlu, Mehmet Fatih Bektaşoğlu, Arzu İrvemSayfalar 15 - 20 GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım ünitelerinde hastane infeksiyonları içerisinde solunum sistemi infeksiyonları ilk sıralarda yer alır. Bu çalışmada hastanemiz yoğun bakım ünitesinden gönderilen derin trakeal aspirat (DTA) örneklerinden izole edilen bakteriler ve antibiyotiklere dirençleri irdelenmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda 1 Ocak 2010 - 31 Aralık 2011 tarihleri arasında yoğun bakım ünitesinden gönderilen tüm DTA kültürlerinde bakterilerin identifikasyonu ve antibiyotik duyarlılıkları VITEK 2 (bioMerieux, Fransa) otomatize identifikasyon sistemi ile belirlenmiş, CLSI kriterlerine göre değerlendirilmiştir. BULGULAR: Çalışmanın yapıldığı iki yıllık süre içinde DTA kültürlerinden en sık Pseudomonas aeruginosa ve Acinetobacter baumannii olmak üzere, 280 bakteri izole edilmiştir. Genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz oranı Escherichia coli suşlarında % 52, Klebsiella spp. suşlarında % 84, Staphylococcus aureus suşlarında metisilin direnci ise % 60 olarak belirlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakın ünitelerinde DTA kültürlerinden izole edilen bakterilerde antibiyotik direnç oranları oldukça yüksek saptanmıştır. Bu etkenlerle gelişen infeksiyonlarda tedavi oldukça zor olup en doğru yaklaşım çapraz bulaşın engellenmesi, etkin bir infeksiyon kontrol programı ve sürveyansın yürütülmesidir. |
4. | Sağlık Personelleri (Uzman Hekim, Aile Hekimi, Hemşire), Eczacı ve Eczane Kalfalarının İnhaler Cihaz Kullanım Becerilerinin Değerlendirilmesi Evaluation of inhaler devices device usage skills among the medical personnels (pulmonologist, family physician, nurse), pharmacist and assistant pharmacist Didem Görgün, Filiz Yılmaz, Çiğdem Gamze Özkan, Ayşin Durmaz, Feyza NazikSayfalar 21 - 34 GİRİŞ ve AMAÇ: Astım ve KOAH tedavisinde kullanılan inhaler cihaz ile steroid ve bronkodilatatorlerin etkinliği gösterilmiş olmasına rağmen astım ve KOAH ta hastalık kontrolu yetersizdir. Tedavi yetersizliği genellikle cihazları yanlış kullanımına bağlıdır. Hasta eğitimi tedavinin kritik bir komponentidir ve hekim, hemşire, eczacının işbirliğini gerektirir. Çalışmamızda hastalara inhaler cihaz eğitimi veren hekim, hemşire, eczacı ve eczane kalfalarının cihaz kullanım becerilerini değerlendirdik. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya uzman göğüs hastalıkları hekimi, aile hekimi, hemşire, eczacı ve eczacı kalfası olarak çalışan 120 sağlık personeli alındı. Sık kullanılan ölçülü doz İnhaler, diskus, turbuhaler, aorelizor ve easyhaler cihazlarının kullanılmasını basamaklı olarak göstermeleri istendi. Doğru kullanım her bir cihaz için 10 basamakta 10 puan üzerinden değerlendirildi. BULGULAR: Araştırma kapsamına alınan sağlık personelinin yaş ortalaması 31.8±7.0’dır. Ölçülü doz inhaler cihazını kullanmayı bildiğini ifade edenlerin oranı %92.5, aerolizer kullanmayı bilenlerin oranı %85’tir. Katılımcıların %70’i inhaler cihaz kullanımı ile ilgili eğitim aldığını, eğitim alanlarında %20’si bu eğitimi eczacıdan aldığını belirtmiştir. Katılımcıların ölçülü doz inhaler kullanımından aldıkları puan ortalamaları 6.5±2.4, diskus inhaler kullanım ortalamaları 6.8±2.9, turbuhaler kullanım ortalamaları 5.8±3.7, inhaler kapsül kullanım ortalamaları 7.4±2.8, easy inhaler kullanım ortalamaları ise 2.9±0.3’tür. Alınan puanlar ölçülü doz inhaler, diskus, turbuhaler, aerolizer ve easyhaler için sırasıyla eczacı kalfalarında 6.3±2.0, 7.3±1.8, 6.6±2.8, 7.7±1.6, 3.5±3.3, eczacılarda 6.3±2.0, 6.8±2.3, 5.5±3.5, 6.7±2.9, 3.5±3.1, hemşirelerde 6.3±3.1, 6.0±3.7, 4.8±4.2, 7.8±3.5, 3.1±1.3, aile hekimlerinde 6.4±2.0, 6.4±3.1, 4.3±4.1,6.2±3.5, 1.4±0.3, uzman gögüs hekimlerinde 9.0±1.1, 9.5±1.0, 9.2±1.3, 9.6±0.8 ve 9.7±0.9 bulundu (p<0.05). Aletlerde tekniğin iyi düzeyde kullanma uygulanma oranları ÖDİ de % 58.3, diskusta % 66.7, Turbuhaler da % 55.8, aerolizerda % 76.7, easyhalerda % 25.0 olarak bulundu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak bütün gruplarda yanlış kullanım oranının yüksek oldugunu saptadık. Hasta uyumunu ve tedavi başarısını artırmak amacı ile sağlık personelleri, eczacı ve kalfalara yeterli ve düzenli eğitimin verilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. |
5. | Üst Solunum Yolu Obstrüksiyonu Cerrahi Tedavisi ile Monosemptomatik Enüresis Nokturna İlişkisi The Relationship Between Surgical Management of Upper Respiratory Tract and Monosymptomatic Enuresis Nocturna Özlem Yüksel, Alpaslan YükselSayfalar 35 - 37 GİRİŞ ve AMAÇ: Üst solunum yolu obstrüksiyonuna (ÜSYO) sebep olan tonsiler hipertrofi,adenoid hipertrofisi, veya her ikisinin beraber bulunduğu durumların monosemptomatik nokturnal enürezisin (MNE) etyolojik sebeplerinden biri olduğu bildirilmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Biz bu çalışmamızda ÜSYO nedeniyle opere edilen hastalarda MNE nin iyileşme oranlarını kontrol grubu ile karşılaştırdık BULGULAR: Operasyon öncesi MNE oranı çalışma grubunda %31 kontrol grubunda %37 saptandı.(P=0.41) Post operatif dört ay sonra iyileşme oranları çalışma grubunda %45, kontrol grubunda %44 saptandı.(P=0.55) TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak ÜSYO cerrahi tedavisi ile MNE iyileşmesi arasında ilişki bulunamadı. |
6. | Tinea Kapitis Profunda: Retrospektif Değerlendirme Tinea Capitis Profunda: A Retrospective Evaluation Sema Aytekin, Erhan AyhanSayfalar 38 - 43 GİRİŞ ve AMAÇ: Tinea kapitis profunda (TKP), pürülan akıntı ve bölgesel lenfadenopatinin eşlik ettiği süpüratif, ağrılı nodüller ile karakterizedir. Sosyoekonomik düzeyi düşük ve kalabalık yaşayan ailelerde daha sık görülür. Kliniğimizde yatarak tedavi gören tinea kapitis profundalı hastaları inceleyerek bölgemizde görülen olgularda klinik, demografik ve çevresel özelikleri değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde TKP tanısı ile yatarak tedavi gören, yaşları 2-11 arasında değişen 27 (13 kız, 14 erkek) hasta retrospektif olarak incelendi. Demografik, klinik ve çevresel özellikler kaydedildi. Sonuçlar SPSS 16.0 istatistik yazılımı ile analiz edildi. BULGULAR: Onüç hasta kız, 14 hasta erkek olup yaş ortalamaları 6.04 ± 2.50 idi. Hastalık süresi 15 gün ile 4 yıl arasında değişmekteydi. Lezyon sayı ortalaması 3.74±3.9 idi. Ondokuz hastada (% 70) hayvanlarla temas hikayesi vardı. Hayvanlarla teması olanların lezyon sayı ortalaması 4.63±4.4, olmayanların ise 1.62±0.74 1.62± idi (p: 0.104). Ondört hastada (%51.8) lezyonların başlangıcı ilkbahar mevsimi içindeydi (p: 0,015). Beş hastada (%18.5) id reaksiyonu vardı. İd reaksiyonu sadece hayvanlarla teması olanlarda saptandı. İd reaksiyonu ile lezyon sayı ortalaması arasında anlamlı bir ilişki görüldü (p: 0,002 ). Bir hastada miyazis gözlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Tinea kapitis profundalı hastaların çoğunda hayvanlarla temas hikayesi saptandı. Hayvanlarla temas hikayesi olanlarda id reaksiyonu ve lezyon sayısının arttığı saptandı. Bu çalışmada erkek çocukların oranı diğer çalışmalara göre daha az sıklıkta saptandı. Bu durum bölgemizde tinea kapitis süperfisyalisin, profundaya ilerlemeden önce erkek çocukların sağlıktan daha öncelikli yararlanması ve daha erken tedavi almaları nedeniyle olabilir. |
7. | Sarkoidoz Olgularının Klinik, Laboratuar, Radyolojik Özellikleri ve Takip Sonuçları The Clinical, Labarotory, Radiologic Features and Following Results of Sarcoidosis Cases Sinem Güngör, Bilgen Begüm Afşar, Belma Akbaba Bağcı, Murat Yalçınsoy, Halil İbrahim Yakar, Olga Akkan, Esen AkkayaSayfalar 44 - 49 GİRİŞ ve AMAÇ: Sarkoidoz, nedeni bilinmeyen, multisistemik, nonkazeifiye granülomlarla seyreden bir hastalıktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda kliniğimizde takip edilmekte olan sarkoidoz olgularının demografik özellikleri, ilk başvuru şikayetleri, tüberkülin cilt testi, biyokimyasal parametreleri, radyolojik özellikleri, evreleri, solunum fonksiyon testi ve DLCO ölçümleri, tanı, tedavi ve takip sonuçları değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmaya yaş ortalaması 43,2 (Min: 20 Max: 75) olan 131 (K: 85 -% 64,8 E: 46 - % 35,2 ) olgu alındı. Başvuru anında %16,7 (n: 22) olgu şikayetsizken, en sık rastlanan şikayet öksürük (%39,6) idi. Laboratuar verileri değerlendirildiğine 82 (% 62,5) olgunun serum anjiotensin konverting enzim (ACE) değeri yüksek (>40mg/dl) saptandı. Akciğer grafileri Siltzbach Evreleme Sistemine göre sınıflandırıldığında; Evre 1: 80 (%61) Evre2: 42 (%32) Evre 3: 9 (%7) idi. Mediastinoskopi (% 29,7) en sık kullanılan tanı yöntemiydi. 100 (% 76,3) olgu ilaçsız takip edilmekteyken, 26 (%19,8) olguya kortikosteroid, 4 (%3,1) olguya inhale kortikosteroid ve 1 (%0,8) olguya pentoksifilin tedavisi başlandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak sarkoidoz, iyi prognozlu bir hastalıktır ve büyük oranda spontan remisyonla seyretmektedir. Ülkemizdeki sıklığı ve seyri tam olarak bilinmemekle birlikte düzenli takip ve pulmoner / extrapulmoner tutulumların sorgulanması, tedavi gecikmesinin önlenmesinin yanı sıra hastalığın seyrini ve prognozunu saptamak açısından da büyük önem taşımaktadır. |
8. | İşitme Bozukluğuna Neden Olan Risk Faktörleri ile Yenidoğan İşitme Taramasının Sonuçları Arasındaki İlişki The Relationships Between Risk Factors for Hearing Impairment and the Results of Newborn Hearing Screening Hakan Sarbay, Şirin Güven, Şenol Bozdağ, Ahmet Sami Yazar, Sevgi Akova, İsmail İşlekSayfalar 50 - 56 GİRİŞ ve AMAÇ: Erken bebeklik döneminde işitme normal konuşma, dil ve insanların sosyal ve duygusal gelişimi için gereklidir. Doğumsal işitme kaybı bebeğin normal konuşma ve lisan gelişiminin, kognitif ve davranışsal gelişimini etkiler. Yenidoğan işitme taraması işitme kayıplı bebeklerin erken tanı ve tedavisi ve böylece bu bebeklerin dil gelişimini iyileştirmek için önerilmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Amacımız Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yenidoğan Polikliniğinde takip edilen hastaların İşitme bozukluğuna neden olan risk faktörleri ile Otoakustik Emisyon (OAE) ve İşitsel Beyin Sapı Yanıtları (ABR) sonuçları arasında ilişkiyi değerlendirmektir. BULGULAR: Risk faktörü olan grupta 100 bebekten 17’si (% ) OAE testinden kalırken, bu 17 olgunun 5’i ABR testinden de kalmıştır. Risk faktörü olmayan grupta 100 olgunun 3’ü OAE testinden kalırken, bu 3 olgudan 1’i ABR testinden kalmıştır. Risk faktörleri sayısı ile kalma oranları karşılaştırıldığında; risk faktörü olmayan grupta %1, 1 risk faktörü olan bebeklerde %3,2, 2 risk faktörü olan grupta %25, 3 risk faktörü olan bebeklerde ise %100’lük kalma oranı bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, risk faktörü sayısı arttıkça ABR testinden kalma oranı anlamlı derecede artmaktadır. |
DERLEME | |
9. | Pilonidal Sinüs Hastalığı Pilonidal Sinus Disease Bülent Kaya, Suat Can Ulukent, Orhan Bat, Özlem Akça, Fatih MeteSayfalar 57 - 62 Pilonidal sinüs, genellikle sakrokoksigeal bölgede akıntılı bir sinus veya apse ile ortaya çıkan kronik bir hastalıktır. Pilonidal sinüs hastalığı en yüksek insidansa 15-25 yaşlar arasında ulaşmakta ve hastaların %80’ini erkekler oluşturmaktadır. Hastalığın tanısı anüsün yaklaşık 4-5 cm üzerinde akıntılı sinüsün fizik muayenede görülmesi ile konur. Günümüzde pilonidal sinüs hastalığının tedavisinde temel cerrahi yaklaşım, hastalıklı bölgenin tamamen eksize edilmesi ve oluşan defektin değişik tekniklerle kapatılmasıdır. En sık uygulanan cerrahi teknikler; Primer kapama, marsupializasyon, Karydakis ve Limberg flebidir. Bu derleme yazısında pilonidal sinüs hastalığının tanı ve tedavisi ile ilgili güncel bilgiler tartışılmıştır. |
OLGU SUNUMU | |
10. | Warfarine Bağlı Nadir Görülen Ardışık Komplikasyonlar Rare Complications Seen Sequentialy During Warfarin Therapy Asu Özgültekin, Güldem Turan, Gül Ergün, Osman Ekinci, Emine DinçerSayfalar 63 - 65 Oral antikoagülan tedavinin en sık komplikasyonu kanama olmasına rağmen epidural hematom ve hemotoraks gelişimi oldukça nadirdir. Bu olguda; yapay aort kapağı nedeniyle warfarin kullanan bir hastada gözlediğimiz nadir ardışık komplikasyonları (Spinal epidural hematom, hemotoraks ve intraalveoler hemoraji) sunmak istedik. |
11. | Distal Falanksta Epidermoid Kist: Olgu Sunumu Intraosseous Epidermal Cyst in Phalanx: Case Report Ayşe Nur İhvan, M. Hakan Karabulut, Gözde Kır, Ulaş ÖztürkSayfalar 66 - 68 İntraosseöz epidermoid kistler nadir görülen benign lezyonlardır. Ayırıcı tanı; anevrizmal kemik kisti, unikameral (basit) kemik kisti ve enkondrom vb. içerir. Olgu 84 yaşında erkek hasta olup, sol el 1. parmakta 20 yıldır yavaş büyüyen ağrısız kitle tariflemektedir. Olguya lokal eksizyon uygulanmış olup, “intraosseöz epidermoid kist” tanısı almıştır. |
12. | Leber'in İdiopatik Stellat Nöroretinit: Olgu Sunumu Leber's Idiopathic Stellate Neuroretinits: Case Report Cemile Handan Mısırlı, Elvan Cevizci Akkılıç, Tuğba Çelik, Fatma GüngörSayfalar 69 - 71 Nöroretinit tek veya çift taraflı görme kaybı ile birlikte optik disk ödemi saptanan ve bir iki hafta içersinde maküler star eklenen bir optik nöropati tablosudur. Olgumuz 25 yaşında bayan hasta, sol gözde başlayıp 3 günde sağa da geçen görme kaybı ve papil ödemi idi. İkinci haftada maküler star görüldü ve olayın ağır seyretmesinden ötürü pulse steroid başlandı. Bir ayda hasta düzelmeye başladı. İyi prognozlu olan Leber’in idiopatik stellat nöroretinitini bir kere daha hatırlatmak amacıyla sunmayı uygun bulduk. |