ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Kayseri ilindeki hekimlerde öksürük ve soğuk algınlığı ilaçlarının çocuklarda kullanım yaşı ile ilgili yapılan düzenlemeler hakkındaki farkındalıkları The awareness of physicians working in Kayseri age regulations related to the use of cough and cold medicines in children Cem Turanoğlu, Ayşenur Paç Kısaarslan, Yasemin Altuner Torun, Bahadır İnandoi: 10.14744/hnhj.2018.48343 Sayfalar 173 - 178 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı; öksürük ve soğuk algınlığı (ÖSA) ilaçlarının, çocuklarda kullanım yaşı ile ilgili yapılan düzenlemelerden hekimler arasında farkındalıklarının tespit edilmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: XXXXX ilinde çocuk yaş grubuna hizmet veren 180 hekime, 12 sorudan oluşan anket formu dağıtıldı. Anket formunun birinci kısmında demografik özelliklere yönelik sorular, ikinci kısımda ise kullanım yaşı değişikliğine gidilen ilaçlar ile ilgili bilgiler soruldu. BULGULAR: Çalışmaya alınan 180 hekimden 91’i (% 50,56) ÖSA ilaçlarının kullanım yaşı ile ilgili yeni bir düzenlemeden haberdardı. Buna rağmen, çalışmada yer alan sadece 5 hekim ( % 2,77) ilaçların tümü için yeni düzenlemeye uygun yaş tercihinde bulunduğu tespit edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Hekimlerin ÖSA ilaçlarının kullanım yaşı ile ilgili yeni düzenlemeler hakkındaki farkındalıkları çok düşük bulundu. Hastane ve aile hekimliği bilgi yönetim sistemlerine güncel ilaç rehberlerinin entegre edilmesi, bu tür eksiklerin ortadan kaldırılmasına ciddi katkıda bulunacaktır. |
2. | Mesane kanseri tedavisinde açık radikal sistektomi ve robot yardımlı radikal sistektomi operasyonlarının onkolojik ve fonksiyonel sonuçlarının karşılaştırılması Comparison of oncological and functional results of open and robot assisted laparoscopic radical cystectomy for bladder cancer Resul Sobay, Ahmet Tahra, Uğur Tolga Şen, Ferhat Yakup Suçeken, Eyüp Veli Küçük, Uğur Boyludoi: 10.14744/nci.2018.42275 Sayfalar 179 - 186 GİRİŞ ve AMAÇ: Mesane kanseri tedavisinde açık radikal sistektomi (ARS) ile robot yardımlı radikal sistektomi (RYRS) operasyonlarının onkolojik ve fonksiyonel sonuçlarını karşılaştırmak. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde 2009 ile 2017 yılları arasında mesane kanseri nedeniyle opere edilen 47 hasta çalışmaya dahil edildi. Data prospektif olarak kaydedildi ve retrospektif olarak incelendi. Hastaların preoperatif ve postoperatif sonuçları Student Paired t test ve Mann Whitney U testi ile, sağkalım eğrisi Kaplan-Meier analizi kullanılarak yapıldı. BULGULAR: Çalışmaya alınan 47 hastadan 34’ü ARS ve 13’ü RYRS operasyonu geçirmiştir. ARS grubunun yaş ortalaması 61.7, RYRS grubunun yaş ortalaması 62 idi (p=0.904). ARS grubunda ortalama operasyon süresi (ortalama 6 saat) RYRS grubundan (ortalama 7saat) istatistiksel anlamlı olarak daha kısa bulundu (p=0,001). Tahmini kan kaybı ARS grubunda [350 (100-800) ml], RYRS grubundan [150 (100-400)ml] istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha fazlaydı (p=0,001). Postoperatif komplikasyon oranları iki grup arasında benzerdi (p>0.05). Hastanede kalış süreleri açısından iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p=0,596). Pozitif cerrahi marjin oranları ve çıkarılan lenf nodu sayısı açısından iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark izlenmedi (p>0,05). Ortalama genel sağ kalım süresi ARS grubunda 42,7 ay iken RYRS grubunda 51,3 ay olarak bulundu (p=0,893). TARTIŞMA ve SONUÇ: RYRS, ARS ile karşılaştırılabilir onkolojik sonuçlara sahiptir. ARS daha kısa operasyon süresine sahip olsa da, RYRS peroperatif daha az kan kaybı ve hızlı oral beslenmeye geçiş nedeniyle avantajlar sağlamıştır. |
3. | Hemodiyaliz hastalarında vasküler ve kardiak kalsifikasyon ile osteoporoz arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi ve risk faktörlerinin saptanması Evaluation of the relationship vascular and cardiac calcification and osteoporosis in hemodialysis patients and detection of risk factors Ergün Parmaksız, Fatma Nurhan Özdemir Acardoi: 10.14744/hnhj.2018.43255 Sayfalar 187 - 193 GİRİŞ ve AMAÇ: Hemodiyalize giren hastalarda mitral ve aortik kalsifikasyonun varlığı ve derecesinin tespiti, aortik sertliğin saptanması ve kemik mineral dansitesi(KMD) ile vasküler kalsifikasyonun ilişkilendirilmesi ile risk faktörlerinin belirlenmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya hemodiyaliz programında olan hastalar alındı. Mitral ve aortik kalsifikasyon ve aort sertliğinin varlığı için ekokardiyografi yapıldı. KMD lumbal ve femoral bölge ile AV fistülün olmadığı kolun radial bölgesinden dual enerji x -ray absorbsiyometre(DEXA) kullanılarak ölçüldü. KMD değerleri T ve Z skorları olarak sınıflandırıldı. BULGULAR: Çalışmaya 16 kadın, 36 erkek hasta alındı. Mitral kapak kalsifikasyonu 22(%42.3), aort kapak kalsifikasyonu 25(%48.1) hastada saptandı. Aort kapak kalsifikasyonu ve aort sertliği ile yaş ve PTH arasında anlamlı ilişki saptandı. Aort sertliği ile kalsiyum-fosfor çarpımı arasında ilişki saptandı. Radial bölge Z skoru ile aort sertliği arasında ilişki saptandı. Radial bölge t skoru her iki cinste de osteoporoz ile uyumluydu; radial bölge KMD sonuçları cinsiyet ve diyalizin süresi ile ilişkili saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Yaş hem aortik kapak kalsifikasyonu hem de aort sertliği ile ilişkiliyken, aortik ve mitral kapak kalsifikasyonu ve aortik sertlik ile femoral, lumbal ve radial bölge kemik mineral dansitometre sonuçları arasında ilişki saptanmadı, radial bölge KMD sonuçlarının diyalizin süresi ile anlamlı olarak azaldığı görüldü. Radial bölgenin DEXA sonuçları hemodiyaliz hastalarında kemik dansitesi hakkında daha doğru bilgi verebilir. |
4. | Üriner inkontinansı olan kadınlarda fiziksel aktivite ve denge değişiklikleri; prospektif çalışma Physical activity and balance changes in women with urinary incontinence; a prospective study Ahmet Tahra, Duygu Kurtuluş, Ahmet Bindayi, Berkan Şimşek, Eyüp Veli Küçük, Uğur Boyludoi: 10.14744/hnhj.2018.86648 Sayfalar 194 - 200 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın ana amacı, idrar kaçıran aşırı aktif mesane ve stres tip idrar kaçırması olan hastalardaki fiziksel aktivite ve denge değişikliklerini, kontrol bireylere oranla objektif ve subjektif ölçütler eşliğinde karşılaştırmaktır. İkincil amaç ise, bu değişikliklerle idrar kaçırma şiddet ölçütleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemiz üroloji polikliniğine başvuran, idrar kaçırma nedeniyle transobturator teyp operasyonu uygulanan veya aşırı aktif mesane (ıslak) semptomları bulunan toplam 14 hasta ile herhangi bir alt üriner sistem yakınması olmayan 11 kişi çalışmaya dahil edildi.İdrar kaçırma şiddeti subjektif olarak ICIQ-SF, IIQ-7, UDI-6, OAB-V8 ile, objektif olarak pad testi ile değerlendirilirken, fiziksel aktivite IPAQ-SF ve tarafımızca hazırlanan ‘Hareket Etmekten Kaçınma Sorgulama Anketi’ ile değerlendirildi. Denge değerlendirmesi ise genel stabilite endeksi, göz açık ve göz kapalı testleri ile yapıldı. Ayrıca, hastalara Tinetti denge ve yürüme testi, Berg ölçeği, Kalk ve yürü testi uygulandı. BULGULAR: Ortanca yaş 48(39-68) idi. Yaşam kalite değerlendirmelerinde, fiziksel rol kısıtlılığı hariç tüm parametrelerde istatistiksel anlamlı düşüş belirlendi. Hasta grubunda, kontrol grubuna göre fiziksel aktivite düzeyinde anlamlı azalma olduğu saptandı. Ortanca metabolik eşdeğer (MET) skoru hasta grubunda 697(49-2400) karşılık kontrol grubunda 2100(580-2900) idi (p=0,001). Aynı şekilde “hareket etmekten kaçınma anket” skoru hasta grubunda medyan 21.5 iken kontrol grubunda 16 olarak saptandı (p=0,004).İki grup arasında denge ve yürüme ölçümleri açısından anlamlı fark gözlendi. Hastaların ortalama Tinetti denge ve yürüme testi, berg ölçeği, kalk ve yürü test, göz açık test ve göz kapalı test değerleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük iken stabilometri testi her iki grupta benzerdi. Korelasyon analizinde, denge testleri ile objektif ve subjektif idrar kaçırma ölçütleri arasında ilişki bulunmadığı, ancak “hareket etmekten kaçınma anketi” ile idrar kaçırma şiddeti arasında pozitif korelasyon olduğu saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: İdrar kaçıran hastalarda, kontrol bireylere göre fiziksel aktivite kısıtlanmış, yaşam kalitesi azalmış, denge muayene ve ölçümlerinde anlamlı bozulma saptanmıştır. Bununla birlikte, idrar kaçırmanın objektif ve subjektif şiddet ölçümleri ile denge ölçekleri arasında anlamlı bir korelasyon saptanmamıştır. |
5. | Tanısı Konulmamış Plevral Efüzyonlarda Tekport Video Yardımlı Torakoskopik Cerrahinin Diagnostik Etkinliği Diagnostic Efficacy of Uniportal Video-Assisted Thoracoscopic Surgery in the Undiagnosed Pleural Effusion Muharrem Özkayadoi: 10.14744/hnhj.2018.27146 Sayfalar 201 - 204 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada tanısı konulmamış plevral efüzyonlarda tek port video yardımlı torakoskopik cerrahinin(VATS) diagnostik etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2014 ila 2018 yılları arasında Sağlık Bilimleri Üniversitesi Antalya Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezinde tanısı konulamamış plevral efüzyon nedeniyle VATS uygulanan hastaların tıbbi kayıtları incelendi. Yaşları 35 ila 88 arasında değişen (ortalama yaş: 64,12) hastaların 41’i (%55,4) erkek ve 33’ü (%44,5) kadındı. VATS işlemi hastaların genel durumlarına göre genel anestezi altında ya da local anestezi ve sedasyon eşliğinde uygulandı. Plevral drenaj ve/veya biopsi 1-2 cm insizyon yapılarak tek port üzerinden gerçekleştirildi. İşlem sonrasında port girişinden tek bir göğüs dreni yerleştirildi. Göğüs dreni en az 3 gün tutularak günlük drenaj miktarı 100 ml altına düştüğünde dren çekildi. Dren çekildikten bir gün sonra taburcu edilen hastalara ameliyat sonrası 30. güne poliklinik randevusu verilerek klinik değerlendirme yapılarak kontrol akciğer grafileri istendi. BULGULAR: Tüm hastalarda plevral sitoloji ve elli üç (%71,6) hastada plevral biopsi alındı. Plevral biopsilerin patolojik inceleme sonuçlarının %65,6’nda malign plevral hastalık, %43,4’nda selim plevral hastalık ve %3,7’nde tüberküloz tespit edildi. 74 hastanın 60’nda (%81) VATS’ın tanı koydurucu olduğu tespit edildi. Plevrayı en sık tutan akciğer kanseri tipinin adenokanser (%78,5) olduğu tespit edildi. Metastatik tümörlerin ise en sık akciğerden (%46,6) ve ikinci sıklıkta memeden (%26,6) kaynaklandığı gözlendi. İntraoperatif mortalite gözlenmedi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Tek port VATS işlemi, tanısı konulamamış plevral patolojilerin tanı ve tedavilerinde iyi tolere edilen güvenli bir işlemdir. |
6. | Primer açık açılı glokomda santral kornea kalınlığının optik sinir başı ve retina sinir lifi tabakası ile ilişkisinin 3 boyutlu optik koherens tomografi ile değerlendirilmesi. Relationship between optic nerve head and retinal nerve fiber layer with central corneal thickness in primary open angle glaucoma: A three-dimensional optical coherence tomography study. Zeynep Kayaarası Öztürkerdoi: 10.14744/hnhj.2018.54366 Sayfalar 205 - 209 GİRİŞ ve AMAÇ: Primer açık açılı glokom (PAAG) olgularında santral kornea kalınlığı ile optik sinir başı (OSB) parametreleri ve retina sinir lifi tabakası (RSLT) arasındaki ilişkinin üç boyutlu spektral alan optik koherens tomografisi (3D-OKT) ile değerlendirilmesi. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel çalışmada, PAAG olan 144 hastanın (79 kadın, 65 erkek) toplam 144 gözü çalışmaya dahil edildi. Olgular kalın kornea grubu (Grup 1) ve ince kornea grubu (Grup 2) olarak sınıflandırıldı. Grup 1, SKK< 540μm ve Grup 2 SKK≥ 540μm olan gözleri temsil etti. OSB ve peripapiller RSLT kalınlığının topografik ölçümleri 3D-OKT kullanılarak yapıldı. Sonuçlar, santral kornea kalınlığı ile korele edildi. BULGULAR: Olguların yaş ortalaması 63.6 ± 12.7 (47-69 yıl) idi. Her iki grup arasında yaş, cinsiyet, sferik eşdeğer refraksiyon kusuru ve ortalama göz içi basıncı açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (sırasıyla p = 0,52, p = 0,45, p = 0,34, p = 0,65). Olguların ortalama SKK'ı 556,6 ± 34,37 μm (468-635 μm) ve ortalama disk alanı 2.52 ± 0.47 mm2 (1.76-3.99 mm2) idi. SKK, çukurluk alanı (p = 0.03), çukurluk disk alanı oranı (p <0.005), yatay çukurluk disk oranı (p = 0.04) ve çukurluk hacmi (p <0.005) ile negatif korelasyon gösterirken, rim alanı (p = 0.025), rim hacmi (p = 0.015) ve inferior RSLT (p <0.005) ile pozitif korelasyon saptandı. İki grup arasında optik disk alanı, dikey çukurluk disk oranı, ortalama RSLT ve superior RSLT açısından anlamlı fark yoktu (sırasıyla p = 0.81, p = 0.516, p = 0.13, p = 0.14). TARTIŞMA ve SONUÇ: Santral kornea kalınlığı ince olan primer açık açılı glokom olgularında, çukurluk disk oranı, nöroretinal rimve retina sinir lifi tabakası ile değerlendirilen glokomatöz optik sinir hasarı daha yüksek oranda bulunmuştur. |
7. | Kronik Plak Tip Psoriasis Hastalarında Serum Lipoprotein(a) ve Lipid Düzeyleri Serum Lipoprotein(a) and Lipid Levels in Patients with Chronic Plaque Type Psoriasis Melek Aslan Kayıran, Emine Dervişdoi: 10.14744/hnhj.2018.50455 Sayfalar 210 - 213 GİRİŞ ve AMAÇ: Psoriasis vulgaris (PV), geçmişte deriye sınırlı, kronik, tekrarlayıcı bir hastalık olarak kabul edilirken son yıllarda kronik sistemik inflamatuar bir hastalık olduğu düşünülmektedir. Lipoprotein (a) [Lp(a)] fosfolipidler, kolesterol ve apolipoprotein B-100 türevinden oluşan, karaciğerde sentez edilen ve düşük dansiteli lipoprotein (LDL) benzeri moleküler yapıya sahip bir lipoproteindir. Serum düzeyleri diyetle alınan lipid miktarından ve yaşam tarzı değişikliklerinden etkilenmemektedir. Bu çalışmada psoriasis vulgaris hasta grubu ile sağlıklı grup arasında kan lipid düzeylerini ve Lp(a) düzeylerini karşılaştırmayı ve bu şekilde psoriasisin ateroskleroza eğilim yaratıp yaratmadığının incelenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Klinik ve/veya histopatolojik olarak kronik plak tip psoriasis vulgaris tanısı alan 44 hasta ve herhangi bir hastalığı olmayan sağlıklı 48 kişi kontrol grubu olarak çalışmaya alındı. Hastalardan gece açlığı sonrası sabah venöz kan örnekleri alınarak serum total kolesterol düzeyi, serum trigliserit düzeyi, serum yüksek dansiteli (HDL) kolesterol düzeyi, serum LDL kolesterol düzeyi, serum çok düşük dansiteli (VLDL) kolesterol düzeyi ve serum Lp (a) düzeyleri ölçüldü. BULGULAR: Total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL, VLDL kolesterol düzeyleri psoriasis ve sağlıklı kontrol grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (sırasıyla p=0,071; p=0,374; p=0,060; p=0,421; p=0,759). Psoriasis grubundaki Lp (a) düzeyleri ise sağlıklı kontrol grubuna göre daha yüksekti (p<0,001). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçlarına göre psoriasis hastalarındaki yüksek Lp (a) değerlerinin normal popülasyona göre aterosklerozun gelişimine daha fazla yatkınlık sağlayabileceği düşünülebilir. Diğer taraftan kardiyovasküler hastalıkları olan psoriasisli hastalarda Lp(a) düzeyinin tayini aterosklerotik ve vazookluziv patolojilerin değerlendirilmesinde uygun bir tanı aracı olabilir |
8. | Santulli enterostomi stoma kapatılmasında avantajlı bir tekniktir Santulli enterostomy is an advantageous technique in stoma closure Özgen Işık, Halit Ziya Dündar, Burak Bakar, Pınar Sarkut, Tuncay Yılmazlar, Ersin Öztürkdoi: 10.14744/hnhj.2017.95967 Sayfalar 214 - 217 GİRİŞ ve AMAÇ: Genel cerrahi pratiğinde pek çok farklı nedenle stoma oluşturulmaktadır. Stoma kapatılması her ne kadar minör bir cerrahi işlem olarak değerlendirilse de ciddi komplikasyonlar ve uzun hastanede yatış süreleri ile ilişkili olabilmektedir. Bu çalışmamızda Santulli enterostomi ve konvansiyonel teknikler ile oluşturulmuş ostomilerin kapatılması sonuçlarını karşılaştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2008 ile Aralık 2016 tarihleri arasında kliniğimizde jejunal veya ileal seviyeli stoma oluşturulmuş 305 hasta çalışmaya dahil edildi. Santulli tekniği ile ostomi oluşturulan hastalar çalışma grubuna ve konvansiyonel tekniklerle stoma oluşturulan hastalar kontrol grubuna dahil edildi. Hastaların demografik verileri, stoma kapama tekniği, oral alım ve yatış süreleri değerlendirildi. BULGULAR: Ortanca yaşı 67 (17-83) olan 199 erkek ve 106 kadın hasta çalışmaya dahil edildi. Toplamda hastaların %76,7’sine loop ostomi, %11,8’ine bitişik ostomi, %6,2’sine santulli enterostomi ve %5,3’üne end ostomi açılmıştı. Stomaların %24,7’si acil şartlarda oluşturulmuştu ve %5,2’si jejunal seviyedeydi. Ostomi açılmasından kapatılmasına dek geçen ortalama süre açısından iki grup benzerdi (24,9 ve 24,1 hafta, p=0.73). Ostomi kapatılmasında santulli grubunda stapler kullanımı daha sıktı (%63,2 ve %34,6, p= 0.01). Santulli grubunda ostomi kapatılması sonrası oral alım daha erken (2 ve 4 gün, p< 0.001) ve hastanede yatış süresi daha kısaydı (3 ve 6 gün, p= 0.001). TARTIŞMA ve SONUÇ: Santulli enterostomi özellikle proksimal seviyede stoma oluşturulması gereken olgularda iyi bir alternatif olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda Santulli enterostominin diğer tekniklere göre stoma kapatılması esnasında da daha avantajlı olduğu saptanmıştır. |
9. | Gevşek iris sendromu patofizyolojisindeki ana etken tamsulosinin sülfonamid gurubu mu? Is sulfonamide group of tamsulosin main factor in the pathophysiology of floppy iris syndrome? Ahmet Ürkmez, Özgür Haki Yükseldoi: 10.14744/hnhj.2018.53244 Sayfalar 218 - 223 Gevşek iris sendromu (GIS) ilk kez 2005 yılında Chang ve arkadaşları tarafından alfa blokör kullanan hastalarda tariflenmiştir. Tamsulosin, selektif alfa adrenerjik reseptör antagonisti olup benign prostat hiperplazisinin tedavisinde sıklıkla reçete edilmektedir ve ameliyat sırasında GIS gelişimi ile güçlü bir ilişkisi olduğu gösterilmiştir. GIS gelişimine neden olabilen diğer ilaçlar ise alfuzosin, doksazosin, terazosin, finasterid, labetalol, mianserin, klorpromazin, donepezil ve diğer antipsikotik ajanlardır. Literatüre bakıldığında GIS gelişimine ilişkin patofizyolojik değerlendirmenin çok açık olmadığı gözlenmektedir. Yapılan çalışmaların çoğu tamsulosin temel alınarak yapılan karşılaştırma çalışmaları veya olgu sunumları şeklindedir. Biz bu çalışmada bu patofizyolojiye farklı bir bakış açısı kazandırarak ve biraz da hipotetikal olarak ilaçların kimyasal bileşiklerini inceledik. Kimyasal formüllerini ve farmakolojik etkilerini birlikte irdeledik. Tamsulosini, GIS yapan diğer alfa blokörler ile karşılaştırdığımızda yapısında bulunan sülfonamid gurubunun bir neden olabileceğini düşündük. |
OLGU SUNUMU | |
10. | Desfluran anestezisi sonrası gelişen hepatotoksiste Hepatotxicity after desflurane anesthesia Ekrem Aslan, Can Gönen, Ayça Saltürk, Fatih Güzelbulutdoi: 10.14744/hnhj.2018.44265 Sayfalar 224 - 226 Genel anestezi indüksiyonu ve idamesi için kullanılan halojenize inhaler anestezik ajanlar, geçici transaminaz yüksekliğinden ölümcül olabilen hepatik nekroza kadar değişen aralıkta karaciğer hasarına neden olabilirler. Bu yan etkileri nadir görülür ancak ciddi morbidite ve mortaliteye yol açabilir. Biz burada obezite cerrahisi için genel anestezi alan ve sonrasında ciddi transaminaz yüksekliği gelişen bir hastayı sunuyoruz. |
11. | Kadın Nuck kanalı hidroseli: Olgu sunumu Female hydrocele of the canal of Nuck: a case report Duygu Demiriz Gülmez, Mehmet Gülmezdoi: 10.14744/hnhj.2018.54376 Sayfalar 227 - 228 Nuck kanalı hidroseli kadınlarda çok nadir görülen bir durumdur. Otuz yaşında kadın hasta kliniğimize sağ kasık bölgesinde ele gelen sişlik şikayeti ile başvurdu. Ultrasonografik bulguları Nuck kanalı hidroseli ile uyumlu idi. Hidroselin cerrahi rezeksiyonu yapıldı ve histopatolojik bulguların tanı ile uyumlu olduğu tespit edildi. |
12. | Psikojenik Polidipsiye Bağlı Su İntoksikasyonu: Olgu Sunumu Psychogenic Polydipsia-Associated Water Intoxication: Case Report Murat Tolga Avşar, Mehmet Toptaş, İbrahim Akkoçdoi: 10.14744/hnhj.2018.09609 Sayfalar 229 - 231 Psikolojik polidipsi, psikiyatrik rahatsızlığı olan hastalarda %20’ye varan oranlarda görülebilmektedir.Polidipsi, su intoksikasyonu olarak tanımlanan ve ölümcül olabilen hiponatremiyle sonuçlanabilir. Su intoksikasyonlarında, baş ağrısı, bulantı, nöbet ve komaya varansemptomlar gözlenebilir. Bu olgu sunumunda; yirmi sekiz yaşında, şizofreni tanısı olan hastada gelişen hiponatremi ve buna bağlı gelişen ensefalopati tablosu güncel literatür eşliğinde değerlendirilmektedir. Hastamızda, su intoksikasyonuna bağlı gelişen hiponatremi, nöbet, serebral ödem bulunmaktaydı. Yoğun bakıma alınan hastanın tedavisi yapılarak 3.günde dahiliye servisine taburcu edildi. |