DIĞER | |
1. | Front Matter Sayfalar I - III |
ARAŞTIRMA MAKALESI | |
2. | A Comparison of the Ank Nail to Conventional Fixation Techniques in Weber B and C Ankle Fractures Weber B ve C Ayak Bileği Kırıklarında ANK Çivisinin Mevcut Tespit Yöntemleri ile Karşılaştırılması Hasan Bombacı, Hasan Feyzi Katıöz, Mucahit GörgeçSayfalar 145 - 155 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı sidesmoz yaralanması olan Weber B ve C ayak bileği kırıklarının işlevsel ve radyolojik sonuçlarını ortaya koymak ve sindesmoz vidası ile ANK çivisini karşılaştırmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Sindesmoz yaralanması olan 31 hastanın 16 tanesine açık redüksiyon ve ANK çivisi ile tespit yapılırken, 15 tanesine plak ile tespit yapıldı ve sindesmoz vidası kullanıldı. Her bir grubun klinik, anatomik ve artritik değerlendirilmesi Philips’in ayak bileği değerlendirme kriterlerine göre yapıldı. BULGULAR: İki grup arasında klinik ve anatomik skor açısından fark yok iken (p>0.05), ortalama artritik skor açısından fark mevcuttu (p<0.005). En sık komplikasyon (ANK grubunda dört hasta, plak-vida grubunda iki hasta) fibular kısalık idi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak sindesmoz vidası ayak bileğindeki biyomekanik stresi arttırabilir. Fibular kısalmayı önleyemeyen ANK çivisi, ayak bileği kırıklarının büyük bir çoğunluğunu oluşturan oblik ya da parçalı fibula kırıklarında, plak-vida uygulamasına alternatif bir tedavi yöntemi gibi durmamaktadır. |
3. | Brucella Tanısıyla Takip ve Tedavi Edilen Çocukların İncelenmesi Evaluation of Children who are Followed and Treated with the Diagnosis of Brucellosis Duygu Sömen Bayoğlu, Dilda Calhan, Tamay Gürbüz, Zehra Esra Önal, Narin Akıcı, Çağatay NuhoğluSayfalar 156 - 160 GİRİŞ ve AMAÇ: Brusellozis temelde bir hayvan hastalığı olup, insanlara genelde enfekte hayvanların etleri, sütleri ve süt ürünleri ile bulaşır, çok farklı klinik tablolarla seyredebilir. Bu çalışmamızda kliniğimizde brucella tanısıyla takip ve tedavi ettiğimiz 16 hastamızı geriye dönük olarak inceledik. YÖNTEM ve GEREÇLER: BULGULAR: Olgularda %75’le en sık saptanan şikâyet eklem ağrısı idi. Diğer sık saptanan şikâyetler %63 ile ateş, %56 ile halsizlik, %38 ile eklemde şişlik, %32 ile karın ağrısı, terleme, kusma, vücut ağrısı idi. Olgularda en sık saptanan fizik muayene bulgusu %63 ile ateşti. Olgulardan%50’sinde hepatomegali ve/ veya splenomegali, %13 ünde lenfadenomegali saptanmıştır. Olguların hepsi en az ikili tedavi almış olup, %13 (n=2) hasta üçlü tedavi almıştır. Tedaviye başlandıktan üç gün sonra bütün hastaların şikâyetleri gerilemiştir. Bütün hastaların tedavileri altı haftaya tamamlanmıştır. Olgulardan ikisinde relaps görülmüştür (%13). Bu hastalardan biri daha önce başka bir şehirde bir yıl tedavi görmüş olan hastadır. Diğer hasta ikili tedavi almıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: |
4. | Kuru Göz Tedavisinde %0.05'lik Topikal Siklosporin A'nın Etkinliği The Effiacy of %00.5 Topical Cyclosporin A in the Treatment of Dry Eye Disease Hatice Tekcan, Nilay Akagün, Ayşe Burcu, Firdevs ÖrnekSayfalar 161 - 168 GİRİŞ ve AMAÇ: Kuru göz tedavisinde %00.5’lik topikal Siklosporin A’nın etkinliğini araştırmak. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kuru göz sendromu (KGS) tanısı almış 62 hasta prospektif olarak çalışma kapsamına alındı. Hastalar Sjögren ve Sjögren dışı kuru göz şeklinde gruplandırıldı. Delphi paneli sınıflandırmasına göre evrelendirildi. Rutin göz muayeneleri yapıldı. Anestezili ve anestezisiz Schirmer testi, Fluoresein ve Lissamin Yeşili ile boyanma skorları, Fluoreseinle gözyaşı kırılma zamanı (GKZ) değerlendirildi. İmpresyon sitolojisi alındı. Semptomlarının subjektif değerlendirmesi için Oküler Yüzey Hastalığı İndeksi (OYHİ) anketi kullanıldı ve günlük suni gözyaşı damla ihtiyacı şikayetlerin şiddetine göre hastanın kendisine bırakıldı. 3. ve 6. aylarda rutin göz muayenesi ve testler tekrarlandı. %0.05’lik Siklosporin A (Restasis®, Allergan, Waco, TX) tedavisinin etkinliği Sjögren ve Sjögren olmayan kuru göz olguları arasında klinik bulgu ve subjektif semptomlara dayanılarak karşılaştırıldı. Tedavinin etkinliğine kuru göz hastalığının evresinin etkisi araştırıldı. BULGULAR: Sjögren ve Sjögren olmayan grubun her ikisinde 3.ay ve 6.ayda tekrarlanan anestezili ve anestezisiz Schirmer testi ve GKZ skorlarında anlamlı artış, Fluoresein ve Lissamin Yeşili ile oküler yüzey boyanma skorlarında azalma, sitolojide düzelme saptandı. OYHİ skorlarında ve günlük suni gözyaşı kullanımında tedavi süresine paralel azalma izlendi. İki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Farklı KGS evrelerinin tedaviye verdiği cevap karşılaştırıldığında bulgularda düzelmenin en fazla evre 3’te olduğu gözlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: 6 aylık %00.5’lik topikal Siklosporin A kullanımı sonunda klinik bulgular ile subjektif parametrelerin anlamlı şekilde düzelmesi, 1, 2 ve özellikle de 3. evredeki kuru göz hastalarında etkili olması ilacın kuru göz hastalığında etkin olduğunu göstermektedir. |
5. | Gergi Bandı Tekniği ile Osteoentez Uygulanan Olekranon Kırıklı Hastalarda Klinik Sonuçlarımız Clinical Results After Operative Treatment of Olecranon Fracture Using Tension Band Wire Technique Levent Adıyeke, Meriç Uğurlar, Atila Polat, Serdar GündaySayfalar 169 - 175 GİRİŞ ve AMAÇ: Deplase olekranon kırıklarının tedavisinde gergi bandı tekniği ile osteosentez kabul edilmiş seçenekler arasındadır. Bu tedavi yöntemiyle tedavi edilmiş hastaların sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2006 ve 2010 yılları arasında olekranon kırığı nedeniyle açık redüksiyon ve gergi bandı yöntemi ile tedavi edilen ve takipleri yapılan 24 hasta incelemeye alındı. Hastalardan 15’i erkek ve 9’u kadın ortalama yaş 45 (17-90 yaş) idi. Yaralanma mekanizması trafik kazası, düşme ve direk travma idi. Schatzker sınıflama sistemine göre 17 olgu Tip A (transvers), 6 olgu Tip C (oblik) ve 1 olgu Tip D (parçalı) idi. BULGULAR: Tüm hastalar ortalama 29 ay (13-58 ay) takip edildi. Son takip değerlendirmesinde dirsek flexionu ortalama 128 derece (95-130 derece) ve ekstansiyon kısıtlılığı 15 derece (10-40 derece) idi. Dirsek fonksiyonel değerlendirmesi Murphy kriterlerine göre 16 olgu mükemmel, 6 olgu iyi, 1 olgu makul, 1 olgu kötü idi. İyi ve mükemmel olgu oranı %91 idi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Farklı tipte deplase olekranon kırıklarının tedavisinde uygulanan açık redüksiyon ve internal fiksasyon tekniklerinden biri olan gergi bandı tekniği ile memnun edici ve etkili sonuçlar elde edilmiştir. |
6. | Doğum Mevsimlerine Göre Bebeklerin Antropometrik Ölçüm Değerlerindeki Değişiklikler Comparison of Anthropometric Measurements of Infants Who Were Born in Different Seasons Muharrem BostancıSayfalar 176 - 180 GİRİŞ ve AMAÇ: Bizim bu çalışmayı düzenlemedeki amacımız, gebelik sürecinin büyük bölümünü kış aylarında geçiren annelerde muhtemel D vitamini eksikliğinin bebeklerin doğum antropometrik ölçümlerine etkisi araştırılacaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif olarak yaptığımız araştırmamızın çalışma grubunu Ardahan Devlet Hastanesinde 2011 ve 2010 yıllarında Nisan- Mayıs ve Haziran aylarında doğan bebekler oluştururken, kontrol grubunu Eylül- Ekim ve Kasım ayında doğan bebekler oluşturmaktadır. Bu iki grubunu ortalama doğum kilosu ve boyları karşılaştırılarak istatistiksel veriler elde edilmiştir. BULGULAR: Yapmış olduğumuz araştırmada toplam 1218 bebeğin verilerine ulaşılmıştır. Araştırmamıza katılan 1218 bebeğin 632 tanesi çalışma grubunu oluştururken, 586 tanesi de kontrol grubunu oluşturmaktadır. İstatistiksel olarak anlamlı olmakla birlikte, çalışma grubunun ortalama doğum kilosu 2950±457,2gr olup, çalışma grubunun ortalama doğum kilosu 3080±407,0gr olarak tespit edilmiştir(p<0,05). Araştırmamıza katılan bebeklerin doğum boyları karşılaştırıldığında, istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte, çalışma grubunun ortalama boy uzunluğu 48,5±2,8cm olup, kontrol grubunun ortalama boy uzunluğu 50,1±1,7cm olarak tespit edilmiştir(p>0,05). TARTIŞMA ve SONUÇ: D vitaminin in utero dönemde bebeklerin boy ve kilo gelişimi üzerine etkisi noktasında farklı sonuçlara varan çalışmalar bildirilmiştir. Bazı araştırmalarda D vitaminin fetal büyüme üzerine olumlu etkisi olduğu ifade edilirken, bazı araştırmalara göre de herhangidir etkisinin olmadığı ifade edilmiştir. D vitaminin başta kemik metabolizması olmak üzere, bağışıklık sisteminin gelişiminde, solunum sistemi sağlığında, santral sinir sistemi hastalıklarının önlenmesinde, üreme sağlığı üzerinde, kanser ve önlenmesinde önemli etkilere sahip olduğu kesin olarak bilinen önemli bir vitamindir. |
7. | Orta Derecede Yüksek Rakımda (Ardahan-200 m) Yaşayan Çocuklarda Yüksekliğin Hematolojik Değerlere Etkisi Differences of Hematological Values Between Children Who Admitted to Pediatric Departments From Different Altitutes Muharrem Bostancı, Murat AydınSayfalar 181 - 187 GİRİŞ ve AMAÇ: Bizim amacımız yüksek rakımın çocuklarda hematolojik parametrelere olan etkisini değerlendirmek ve bu bölgede görülen anemi sıklığını tespit etmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ardahan Devlet Hastanesi (rakım ~2000 metre) ve Ankara Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi (rakım~750 metre) çocuk kliniklerine başvuran çocukların hematolojik verileri karşılaştırılarak aradaki farklılıklar ortaya konulmuştur. BULGULAR: Araştırmaya katılan 1600 çocuğun 677 tanesi kontrol grubunu oluştururken 923 tanesi çalışma grubunu oluşturmaktadır. Yaş ve cinsiyete göre normal referans değerleri kıyas alınarak anemi sıklığına baktığımızda, çalışma grubunda %25,4 (n=234) oranında anemi tespit edilirken, kontrol grubunda %18,3 (n=124) oranında anemi tespit edilmiştir. İstatistiksel olarak anlamlı olmakla birlikte, çalışma grubunun ortalama RBC değeri 5,0±0,4 x106/μL, kontrol grubunun ortalama RBC değeri 4,6±0,3 x106/μL olarak tespit edilmiştir. Diğer parametreler arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmemiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Dünya genelinde anemi sıklığı giderek azalan bir eğilim göstermesine rağmen, ülkemizde özellikle kırsal kesimin yoğun olduğu, beslenme ve ekonomik düzeyin düşük olduğu bölgelerde anemi sıklığı %30’lara kadar çıkmaktadır. Yaşanılan bu yüksek rakımın neden olduğu hematolojik adaptasyon neticesinde RBC ve hemoglobulin değerleri yükselerek anemi tablosunu gölgelemekte ve yanlış negatif sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. |
8. | Lasik Cerrahisi Sonrası Proflaksi İçin Kullanılan Tobramisin Dekzametazon Kombinasyonunun Etklinlik ve Tolaribilitesinin İncelenmesi Comparison of the efficacy and tolerability of Tobramycin and Dexamethasone combination for prophylaxis in a laser-assisted in situ keratomileusis (LASIK) population Mustafa Eliaçık, Göktuğ Demirci, Mustafa Özsütçü, Banu Arslan, İbrahim Gökhan GülkılıkSayfalar 188 - 195 GİRİŞ ve AMAÇ: Lasik cerrahisi sonrası proflaksi için reçete edilen Tobramisin ve Dekzametazonun ayrı ayrı kullanımları ile tek bir kombine preparatta kullanımlarının etkinlik ve uyum açısından karşılaştırılması. YÖNTEM ve GEREÇLER: Prospektif, randomize, tek kör ve paralel grup olarak yapılan çalışmada her iki gözünden LASİK cerrahisi geçirmiş 58 hasta oküler enflamasyon ve infeksiyon açısından izlenirken Grup A (28 hastanın 56 gözü) %0.3 Tobramisin (3mg/ml) + %0.1 Deksametazon (1mg/ml) (TobraDex® Alcon) kombine formunu, Grup B (30 hastanın 60 gözü) ise %0.1 Deksametazon (Maxidex® Alcon ) ve %0.3 Tobramisin (3mg/ml) (Tobrex® Alcon) etken maddelerini içeren preparatları tekli formlarda göze topikal olarak uygulamışlardır. Ameliyat öncesinde ve ameliyat sonrası dönemde 1,3 ve 10 günlerde görme keskinliği,göz içi basıncı,kornea, konjonktiva ve kapaklarda ki inflamasyon ile oküler yakınmalar ve belirtile ri(yanma,batma,sulanma,yabancı cisim hissi ve ağrı) değerlendirildi. BULGULAR: İki grup arasında yapılan karşılaştırmalarda postoperatif dönemde oküler enfeksiyon yada uzun süren enflamasyon belirtilerine rastlanılmaz iken elde edilen objektif ve subjektif şikayetler arasında da istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Bunun yanında ilaçları kombine olarak kullanan grup da batma ve yanma açısından 3. günde farklılık olmakla beraber istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Lasik ameliyatı sonrasında proflaksi için kullanılan tobramisin ve dekzametazonun kombine edilmiş hali ile etken maddeyi içeren tekli formlarının kullanımı arasında etkinlik ve tolaribilite açısından fark bulunamadı. Kombine formun kullanımı da bu iki ilacın ayrı ayrı kullanımı kadar etkili olmaktadır. |
9. | Koroner Ater Bypass Graft Yapılan Tip 2 Diyabetik Hastalarda Posoperatif Dönemde İntensif İnsulin Tedavisi Intensive Insulin Therapy in Postoperative Period in Type 2 Diabetics Undergoing Coronary Artery Bypass Grafting Sevil Özkan, Kadir Kayataş, Refik Demirtunç, Oğuz Uğur, Fatih Özdemir, Ahmet Yavuz Balcı, Mehmet Kızılay, Ünsal Vural, Yavuz Şenöz, İlyas Kayacıoğlu, İbrahim YekelerSayfalar 196 - 201 GİRİŞ ve AMAÇ: Diabetes mellitus (DM) kardiyovasküler hastalık gelişiminde önemli ve bağımsız bir risk faktörüdür. Koroner ateroskleroz rastlanma oranı diyabetiklerde, diyabetik olmayanlara göre daha yüksek olup; hızlı bir seyir gösteren, daha yaygın damar tutulumu ve daha çok damar hastalığı insidansı vardır. Bu çalışmanın amacı koroner arter bypass graft yapılan tip 2 diyabetik hastaların demografik ve laboratuar bulgularının değerlendirilmesi ve taburcuk sırasında düzenlenen bazal–bolus insülin dozlarının belirlenmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Koroner arter bypass cerrahisi yapılan tip2 diyabetli 99 hasta çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan tüm hastalardan 10-12 saatlik gece açlığını takiben, sabah saat 08: 00-08: 30 saatlerinde açlık kan şekeri, BUN, kreatinin, HbA1c(%), TSH, serbest T4, serbest T3 testleri için kan örnekleri alındı. Hastaların arteryel kan basıncı değerleri, vücut ağırlıkları, boyları, bel çevreleri ölçülerek kaydedildi. Hastaların diyabet süresi, diyabet başlangıç yaşı, oral antidiyabetik ilaç kullanımı, dozu, kullanım süresi, insulin kullanımı, dozu (ü/kg), kullanım süresi sorgulanarak kaydedildi. İstatistiksel analizler için SPSS for Windows 16.0 programı kullanıldı. BULGULAR: Çalışmaya Dr Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesine koroner arter bypass graft (CABG) yapılan 99 tip 2 diyabetik hasta alındı. Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalamaları 59,74±8,51 yıl olup, %25,3‘ü kadın ve %74,7’si erkekti. Hastaların ortalama diyabet süresi 7,9±6,68 (yıl) olup, ortalama vucut kitle indeksi 28,64±4,11(kg/m²), boy 168,09±8,26(cm), kilo 80,91±12,69 (kg) idi. Preoperatif dönemde hastaların %14,1’i insulin, %58,6’sı oral antidiyabetik ilaçlar, %4’ü diyabetik diyet, %23,2 ‘si diyabet açısından hiçbir tedavi görmüyordu. Hastalar taburcu edilirken düzenlenen bazal insulin dozu Unite (U) 20,2±5,81 U, bazal insulin U/kg 0,25±0,08, bolus insulin 22,11±7,11U, bolus insulin U/kg 0,28±0,1 idi. Hastalar tiroid disfonksiyon sıklığı açısından incelendiğinde; subklinik hipertiroidizm 20 hastada (%20,2), subklinik hipotiroidizm 3 hastada (%3) ve overt hipotiroidizm 2 hastada (%2) görüldü. TARTIŞMA ve SONUÇ: Koroner arter bypass graft yapılan tip 2 diyabetik hastaların postoperatif glisemi regulasyonu major komplikasyonları, mortaliteyi ve enfeksiyon riskini belirgin olarak azaltır. Koroner arter bypass cerrahisi geçiren hastalarda insulin direnci yüksekliği postoperatif dönemde bir veya iki hafta devam edeceğinden hastalar taburcu edilirken bazal ve bolus insülin ihtiyacının yüksek olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. |
OLGU SUNUMU | |
10. | ST Elevasyonlu Miyokard Enfarktüsü ile Persistan Thebesian Sinusoidleri Birlikteliği Togetherness with ST Elevated Myocardial Infarction and Persistent Thebesian Sinusoids Adem Bekler, Emine Gazi, Ahmet Temiz, Burak Altun, Ahmet BarutçuSayfalar 202 - 205 Epikardiyal koroner arterler ile ventriküller arasında direkt bağlantı sağlayan koroner arter fistülleri çoğunlukla herhangi bir nedenle yapılan koroner anjiyografi sırasında tespit edilmekte ve koroner çalma sendromuna neden olarak iskemiye yol açabilmektedir. Biz burada, akut inferior miyokard enfarktüsü ile başvuran ve yapılan primer perkütan koroner girişim için yapılan koroner anjiografide sirkumflex ve sol ön inen arterden sol ventriküle fistüle neden olan kalıcı Thebesian sinusoidleri tespit edilen 65 yaşındaki bayan bir vakayı sunmayı amaçladık. |
11. | Apendiks Mukoselinin Laparoskopik Eksiyonu: İki Olgu Sunumu Laparoscopic Excision of Appendix Mucocele: Two Cases Report Buşra Burcu, Tuba Atak, Mustafa Demir, Oktay Yener, Orhan AlimoğluSayfalar 206 - 209 Apendiks mukoseli; nadir görülen, potansiyel risklere sahip, lümende mukus birikimiyle karakterize bir patolojidir. Ameliyat öncesi kesin tanısı zordur. Operasyon bulgularına ve patolojik incelemeye bağlı olarak tedavisi appendektomiden sağ hemikolektomiye kadar uzanır. Bu yazıda; karın ağrısı ile tarafımıza başvuran, mukosel tespit edilerek başarıyla laparoskopik appendektomi uyguladığımız iki olguyu sunmayı amaçladık. |
12. | Conn Sendromunda Venöz Örnekleme Sonrası Laparoskopik Sol Sürrenalektomi Left Laparoscopic Adrenalectomy in Conn’s Syndrome After Venous Sampling Öztekin Çıkman, Ömer Faruk Özkan, Hasan Ali Kiraz, Hacer Şen, Gürhan Adam, Faruk Özkul, Şükrü Taş, Umut Ercan, Muammer KaraayvazSayfalar 210 - 213 Primer Hiperaldosteronizm; Aldosteron hormonunun adrenal kortexten genellikle soliter adenom veya bilateral adrenal hiperplaziye bağlı otonom aşırı salgılanması, plazma renin aktivitesinin (PRA) baskılanması ve bunun sonucunda da hipertansiyon ve hipopotasemi ortaya çıkmasıdır. 30-50 yaş kadınlarda daha sık olduğu bildirilmektedir. Cerrahi tedavi planlanan hastalara, adrenal venöz örnekleme (AVÖ) önerilmektedir. AVÖ unilateral hastalığı bilateral hastalıktan ayırmada altın standart olarak görülmektedir. Çalışmamızda, kliniğimizde ilk kez yapılan venöz örnekleme sonrası tanısı konulan sürrenal adenomu olgusunun sunulması amaçlanmıştır. |
13. | Uzun Etkili Kalsiyum Kanal Blokeri Zehirlenmeleri Intoxications of Long Acting Calcium Channel Blockers Volkan Hancı, Rahşan Dilek Okyay, Özer Kandemir, Hilal Ayoğlu, Bülent Serhan Yurtlu, Feray Tavukçu, Işıl Özkoçak TuranSayfalar 214 - 219 Giriş: Özkıyım amaçlı verapamil intoksikasyonu olan iki olguda kalsiyum kanal blokerleri intoksikasyonu ve tedavisinin irdelenmesi amaçlanmıştır. Olgu 1: Toplam 5,04 gr verapamil ve 56 mg trandolapril peroral alınımından 14 saat sonra hastaneye getirilmiş. Genel durumu kötü, bilinci konfü, arteriyel tansiyon 60/30 mmHg, kalp atım sayısı 65.dk-1’di. Dopamin, dobutamin, adrenalin ve kalsiyum infüzyonu, nazogastrik lavaj ve aktif kömür başlandı. Olgumuza 3 mg glukagon uygulandı. Pacemaker sonrası plazmaferez uygulanırken kalp atım sayısının 45.dk-1’ya düşmesi ve desatüre olması üzerine entübe edildi. Kardiopulmoner resüsitasyona (CPR) başlandı ve CPR’ın 2. saatinde femoral ven-femoral arter yoluyla ekstrakorporeal dolaşım uygulandı. 10 saat ekstrakoorporeal dolaşımda kalan, plazmaferezi devam eden, kalsiyum replasmanı süren hasta, intraaortik balon pompası ve maksimum dozda inotropik ve vazokonstrüktör destek ile ekstrakorporeal dolaşımdan çıkartıldı. Maksimum dozda inotropik desteğe rağmen arteriyel tansiyon değerleri düşen, trombositopeni, ARDS, renal yetmezlik tablosu gelişen hasta kabulünün 5. günü arrest oldu. CPR’a cevap vermedi, exitus olarak kabul edildi. Olgu 2: Toplam 3,6 gr verapamil peroral alımından 12 saat sonra hastaneye getirilmiş. Genel durumu orta, bilinç açık, arteriyel tansiyon 60/30 mmHg, kalp atım sayısı 44.dk- 1’di. Nazogastrik lavaj, aktif kömür ve dopamin infüzyonu başlandı. Kalsiyum replasmanı yapıldı. Pacemaker takıldı. Hemoperfüzyon uygulandı. İlaç alımından 15 saat sonra, arteriyel tansiyon değeri 50/30 mmHg, kalp atım sayısı 30.dk-1 olan, bilinci kapanan ve kardiak arrestgelişen hasta entübe edildi. CPR`a başlandı ve yanıt alındı. Kalsiyum infüzyonuna devam edilen hasta mekanik ventilatörde takip edildi. Tekrar kardiak arrest gelişen ve CPR uygulanan hastanın ilaç alımından 17 saat sonra idrar çıkışı başladı ve arteriyel tansiyon değeri 24. saatte 120/50 mmHg’a yükseldi. 5,5 saat hemoperfüzyon uygulandı. Yoğun bakımda 2. gününde vitalleri stabilleşen hasta 15. gününde extübe, 50. gününde taburcu edildi. Sonuç: Kalsiyum kanal blokeri zehirlenmeleri yaşamı tehdit eden komplikasyonlara neden olabilecek, acil ve agresif destek ve antidotal tedavi gerektiren zehirlenmelerdir. Agresif resüsitasyon, plazmaferez, intraaortik balon pompası ve ekstrakoorporeal dolaşım uygulamalarının da destek tedavide yeri vardır. |