ISSN: 2630-5720 | E-ISSN: 2687-346X
HAYDARPAŞA NUMUNE MEDICAL JOURNAL - Haydarpasa Numune Med J: 53 (1)
Cilt: 53  Sayı: 1 - 2013
ARAŞTIRMA MAKALESI
1. 
Hastanelerde Ortopedik Tıbbi Malzemelerin Satın Alınması, Depolanması ve Kullanılmasi ile İlgili Sorunlar ve Çözüm Önerileri
The Problems And Solution Proposals Regarding Purchase, Storage And Use Of The Orthopaedic Medical Supplies In The Hospitals
Aygül Yanık, Mücahit Görgeç
Sayfalar 1 - 11
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırma; hastanelerde ortopedik tıbbi malzemelerin satın alınması, depolanması ve klinikte kullanılması aşamalarında yaşanan sorunları belirlemek, çözüm önerilerini ortaya koymak ve ortopedik malzemelere odaklanmanın nedenlerini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmada yüzyüze görüşme ile çalışmacılar tarafından hazırlanan anket yöntemi kullanılmış ve 2011 yılında uygulanmıştır. Araştırmada tesadüfi örnekleme yöntemi seçilmiş ve anketi eksiksiz yanıtlayan 181 kişi örneklem olarak belirlenmiştir. Eksik doldurulan 9 anket değerlendirmeye alınmamıştır. Ankette beşli Likert ölçeği uygulanmış ve anketin değerlendirilmesinde SPSS 15,0 istatistik yazılımı kullanılmıtır.
BULGULAR: Araştırma kapsamına; ortopedi ve travmatoloji hekimleri ve satınalma ile depo sorumluları dahil edilmiştir. Asistanlar kapsam dışında bırakılmıştır. Anketi, araştırma konusunda deneyimli yetkililerin doldurması sağlanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Genel olarak ortopedik malzemelerin klinikte kullanılması aşamasında %72.4, satın alınması aşamasında %66.9 ve depolanması aşaması nda %52.5 oranında sorun yaşandığı belirlenmiştir. Bu sorunlara yönelik farklı çözüm önerileri tespit edilmiştir. Ortopedik tıbbi malzemelere odaklanmanın en önemli nedeni, hizmet kalitesini arttırmak olarak belirlenmiştir. Araştırmanın üst yönetimin ortopedik tıbbi malzemelerle ilgili yönetsel kararlarında destekleyici olacağı varsayılmaktadır.

2. 
Yoğun Bakım Ünitesinde Yatak Başı Yükseltme Takibi Ve Eğitimi Sonuçları
Head Elevation In Intensive Care Unit
Cüneyt Saltürk, Nalan Adıgüzel, Gökay Güngör, Suat Solmaz, Raziye Sancar, Necla Örnek, Rüya Evin, Özlem Moçin, Merih Balcı, Semra Batı Kutlu, Zuhal Karakurt
Sayfalar 12 - 15
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) yatak başı yükseltme ventilatör ilişkili pnömoniden (VİP) korunmak için kolay ve etkili yöntemdir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda YBÜ’nde bu uygulamanın her gün hatırlatılmasının uygulamaya katkısı olup olmadığını araştırmayı amaçladık.
BULGULAR: İleriye dönük kohort çalışma 22 yataklı göğüs hastalıkları YBÜ’de Aralık 2010 ve Ocak 2011 de yapıldı. Çalışma yürütücüleri dışında ünitedeki diğer çalışanların gözleme dayalı çalışmadan haberi yoktu. Aralık ayında her gün sabah 08: 00 de ve akşam 17: 00 de 22 YBÜ yatağı için hasta başlarının 30–45 derecede veya düz olup olmadıkları kayıt edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ocak ayında her gün yatak sorumlu hemşirelerine yatak başı yükseltmesi söylendi ve 08: 00 ve 17: 00? de yatak başı durumu tekrar kayıt edildi. Enfeksiyon hemşiresi her iki ayda VİP olgularını kayıt etti. Aralık ayında 1 hastada VİP gelişti ve 12. gün yaşamını yitirdi. Ocak 2011 de 3 VİP, 1 aspirasyon pnömonisi ve 4 hasta toplam 64 gün YBÜ de yatırıldı, 1 hasta yaşamını yitirdi. YBÜ’lerinde yatak başı yükseltilmesi gereği her gün, belli saatlerde, nöbet şifti değişiminde hatırlatılması uygun olmayan yatak baş pozisyon sayılarını azaltır. Bu yöntem YBÜ kalış gününü kısaltır, ülke gelirine katkı, enfeksiyona bağlı mortalitede azalma sağlar.

3. 
Şanlıurfa Siverek Bölgesindeki Helicobacter Pylori Pozitifliği Oranı Ve Intestinal Metaplazi Ile Arasındaki İlişki
Relationship Between Helicobacter Pylori Positivity Rate and Intestinal Metaplasia Ile in Şanlıurfa Region of Siverek
İlkay Tosun, Tuğrul Çakır
Sayfalar 16 - 19
GİRİŞ ve AMAÇ: İntestinal metaplazinin Helicobacter pylori enfeksiyonu ile sıkı bir birliktelik gösterdiği, Helicobacter pylorinin intestinal metaplazi patogenezinde kolaylaştırıcı rol oynadığı birçok kaynakta bildirilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmanın amacı Siverek bölgesindeki Helicobacter pylori sıklığını belirlemek ve intestinal metaplazi ile birlikteliğini saptamaktır.
BULGULAR: Toplam 157 olguya ait endoskopik biyopsi materyalini retrospektif olarak değerlendirdik.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Helicobacter pylori 69 (%43,9) hastada pozitif olarak saptandı. Helicobacter pylori earlığı ile intestinal metaplazi arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı.

4. 
Mamografi-Sonografik Bi-Rads Skorlarının Patoloji İle Korelasyonu
Pathologic Correlation Of Mammographic-Sonographic Bi-Rads Scores
Mehmet Oğuzhan Ağaçlı, Zeynep Gamze Kılıçoğlu, Mehmet Masum Şimşek, Kaan Meriç, Naciye Kış, Fügen Vardar Aker, Hikmet Karagüllü
Sayfalar 20 - 28
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, hastanemizde mamografi ve ultrasonografi ile tespit edilen ve sonrasında patolojik değerlendirilmesi yapılan lezyonların BI-RADS skorları ile patolojik sonuçlarının karşılaştırılması, her kategori için sensitivite, spesifisite, pozitif ve negatif prediktif de¤erlerin hesaplanması, bulguların literatür ile karşılaştırılması ve kliniğimizin performansının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza Mayıs 2008 ve Aralık 2010 tarihleri arasındaki 32 aylık dönemde, Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Kliniği mamografi ünitesine başvuran 9703 olgunun mamografi tetkikleri ve ek olarak yapılan ultrasonografileri dahil edildi. Bu incelemeler ile tespit edilen ve sonras›nda kliniğimizde biyopsi uygulanan ya da hastanemizde opere edilen lezyonların patolojik sonuçları ile BI-RADS skorları karşılaştırıldı.
BULGULAR: Patolojik tanı verilen toplam 419 hastadan kategori 1, 2, 3 grubunda yer alanlar benign yani hastalık açısından radyolojik olarak negatif kabul edildi. Benzer şekilde kategori 4 ve 5 grubunda yer alanlar ise radyolojik olarak malign yani pozitif kabul edildi. Kategori 1, 2 veya 3 grubunda yer alan toplam 175 hastadan 169’u benign, 6’sı malign idi. Kategori 4, 5 grubunda ise toplam 244 hastadan 136’sı benign, 108’i malign idi. Bu şekilde yapılan gruplamalar patoloji sonuçları ile karşılaştırılarak sensitivite, spesifisite, doğruluk, pozitif prediktif de¤er(PPD) ve negatif prediktif değer(NPD) hesaplandı. Kategori gruplaması için sensitivite % 94,5, spesifisite % 55,4, pozitif prediktif değer % 43,0, negatif prediktif değer % 95,6 olarak bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda elde edilen sensitivite, spesifisite, pozitif prediktif değer ve negatif prediktif değerler literatürdeki benzer çalışmalar ile uyumlu bulunmuştur. Ayrıca çalışmamız sırasında, benign olarak kategorize edilmelerine karşın klinisyenlerin talebiyle çok sayıda hastaya yapılan biyopsilerin, beklendiği gibi benign sonuçlar verdiğini ve bu durumun zaman, emek ve maliyet artışına neden olduğunu gördük. Yani BI-RADS uygulamasının sadece radyoloji kliniği tarafından değil, meme hastalıklarının tanı ve tedavisinde rolü bulunan diğer dallara mensup hekimler tarafı ndan da benimsenmesinin yöntemin etkinliğini artıracağını düşündük.

5. 
Akciğer Apseli Olgularımızın Özellikleri
Features Of The Patients With Lung Abscess In Our Clinic
Murat Yalçınsoy, Sevinç Bilgin, Sinem Güngör, Bilgen Begüm Afşar, Belma Akbaba Bağcı, Esen Akka
Sayfalar 29 - 34
GİRİŞ ve AMAÇ: Son yıllarda pnömoni tedavisinde erken ve etkili antibiyotiklerin kullanımı ile akciğer apselerin insidansı azalsa da, hala nadir olarak görülmektedir. Bu çalışmada, kliniğimizde nekrotizan akciğer enfeksiyonlarına bağlı, piyojenik bakterilerle oluşan, akciğer apsesi tanısı alan olguların etyolojik ve klinik özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2002–2008 yılları arasında Süreyyapaşa Hastanesi 3. kliniğinde, 11 akciğer apseli ( K/E = 2/9, yaş ortalaması: 44( 23-65 yıl )) olgu geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: En yaygın risk faktörü pnömoni tedavisinin gecikmesi, diyabet ve yaştı (sırasıyla: n= 4, 3, 3). En sık semptom öksürük-balgam ve halsizlikti (sırasıyla: n=9, 6). Apselerin radyolojik yerleşiminde fark yoktu. Bakteriyolojik çalışmalar etkeni belirlemede yardımcı olmadı. Ayırıcı tanı ve bakteriyolojik örnekleme amacıyla bronkoskopi kullanıldı (n=9 ). Tedavide, genellikle 4 haftadan 4 aya kadar uzayan sürelerde, amoksisilin-sulbaktam ve/veya clindamisin kullanıldı. Tüm olgular klinik ve laboratuar olarak düzelirken; radyolojik olarak 5 olguda tam düzelme, 5 olguda sekelli düzelme görüldü. 1 olguda radyoloji aynı kaldı, cerrahi gerektiren vaka olmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak; kliniğimizde takip edilen akciğer apseli olgularda etkeni saptamada yetersiz kalınsa da ampirik tedavi ile başarılı sonuçlar alınmıştır.

6. 
Yozgat İlinde Gebelerin Doğum Şeklinin Pelvik Taban Üzerine Olan Etkileri Hakkındaki Bilgi Düzeyleri
Knowledge Levelof Pregnants Living In Yozgat Province About The Effects Of Birth Type On Pelvic Floor
Mustafa Kara
Sayfalar 35 - 38
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, Yozgat’ta yaşayan gebelerin normal vaginal doğum ve sezaryen seksiyonun pelvik taban sağlığı üzerine olan etkilerini anlama düzeylerini belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimize Temmuz 2011-Ocak 2012 arasında başvuran toplam 322 hasta göre bu kesitsel çalışmaya dahil edildi. Hastalar maternal eğitim düzeylerine göre dört gruba bölündü. Grup 1 hiç okula gitmeyen kadınlardan oluşuyordu. Grup 2’deki hastaların ilköğretim diploması vardı. Grup 3’teki kadınların lise diploması vardı. Grup 4 üniversite mezunu deneklerden oluşuyordu. Katılan kadınlara yüz yüze görüşme metodu ile ayrıntılı bir anket uygulandı. Hem demografik bilgiler hem de deneğin vaginal doğum ya da sezaryen seksiyo sonrası pelvik tabanın durumu hakkındaki bilgileri değerlendirildi.
BULGULAR: Anne eğitim düzeyi ile gebelerin doğum şeklinin pelvik taban üzerine olan etkileri hakkındaki farkındalıkları arasındaki ilişki araştırıldı. Deneklerin eğitim düzeyi arttıkça vaginal doğum ya da sezaryen seksiyonun üriner inkontinansı artırıp artırmadığı sorularına ‘hayır’ yanıtlarının yüzdesi de anlamlı şekilde artmaktaydı (p<0.05). ilginç bir şekilde, hastaların %65.9’u pelvik taban kas egzersizlerinin mesane ve/veya barsak problemlerini azaltmaya yardım edip etmediği sorusuna ‘evet’ dedi (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamıza katılan hastalar doğum şekli ne olursa olsun, gebelik sonrası üriner inkontinansı n arttığını ifade ettiler. Pelvik taban kaslarını kuvvetlendirici egzersizlerin doğum sonrası üriner ve/veya fekal inkontinansı azaltıcı etkisi olduğuna inananlar anlamlı şekilde daha fazlaydı.

7. 
Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Takip Edilen Prematüre Bebeklerimizin Değerlendirilmesi
The Evaluation Of The Premature Infants Followed At Neonatal Intensive Care Unit
Şirin Güven, Hülya Saner, Ahmet Sami Yazar
Sayfalar 39 - 44
GİRİŞ ve AMAÇ: Son 20 yılda, perinatal ve neonatal tıp alanındaki gelişmelere paralel olarak prematüre doğan bebeklerin yaşam oranları artmıştır. YDYBÜ’de yatarak takip edilen gestasyon yaşı 36 hafta ve altında olan 59 prematüre bebek alındı ve bu bebeklerin demografik özellikleri, klinik bulguları ve prognozları değerlendirildi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: En yüksek mortalite oranları doğum ağırlıkları 999 gr altında (%31,5) ve gestasyon yaşı 28 hafta ve altı olan olgularda (%26,3) saptandı. Olguların ventilatörde (SIPPV/SIMV+VG) kalma süreleri 4,52±10,2 gün, CPAP süreleri ise 1,5±2.12 gün idi.
BULGULAR: Tüm olgularda BPD oran› %6,7, 28 haftanın altındaki bebeklerde %15,8 idi. Doğum ağırlıklarına ve gestasyon yaşına göre BPD gözlenme oranları arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Doğum ağırlıklarına ve gestasyon yaşı 28 hafta ve altı olan olgularda IVK (evre 2-3) oranı anlamlı düzeyde yüksekti (p<0,01). PR oranı %6,7, 1000 gr altındaki olgularda %18,8 idi. PR oranı 500-999 gr arasında olan olgularda anlamlı şekilde yüksek saptandı (p: 0,027).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, YDYBÜ’mizde takip edilen 28 hafta ve 1000gr altındaki bebeklerde sağkalım oranları yüksektir, ayrıca BPD, PR, İVK ve NEK gibi erken neonatal komplikasyon oranları düşüktür.

8. 
Haydarpaşa Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesinde Son Iki Yilda Arteriyel Ve Venöz Tromboz Saptanan Hastalarda Faktör V Leiden Sıklığı
Factor V Leiden Mutation Prevalence In Patients With Arterial And Venous Thrombosis In The Last Two Years
Toluy Özgümüş, Müjdat Kahraman, Tolga Gümüşkemer, Mustafa M. Güldü, Ozan Durmaz, Alper Bayrak, Eray Yıldız, Pınar Ata Eren, Funda Türkmen
Sayfalar 45 - 50
GİRİŞ ve AMAÇ: Faktör V Leiden (FVL) gen mutasyonu, tromboza eğilim yaratan genetik risk faktörleri arası nda en sık görülenlerden biridir. Bu çalışmada son iki yılda Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine tromboz saptanan olgularda, FVL gen mutasyonunun sıklığını, arteriyel ve venöz tromboz ile ilişkisini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Gözlemsel, olgu- kontrollü, retrospektif olarak tasarlanan çalışmaya, 2008-2010 tarihleri aras›nda nöroloji, genel cerrahi, iç hastalıkları kliniklerinde yatarak veya ayaktan izlenen, arteriyel ve/veya venöz trombozu klinik olarak saptanan ve radyolojik yöntemler ile de trombozu kanıtlanmış ve FVL gen mutasyonu tetkiki yapılmış olgular alındı. Periferik kandan DNA izolasyonu sonrası nda FVL 1691 nükleotid mutasyonu Real-time PCR yöntemi ile çal›fl›ld›. PCR’› takiben 100-300 ngr genomik DNA kullan›larak erime e¤risi analizi ile mutasyon varlığı değerlendirilmiştir. Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için NCSS (Number Cruncher Statistical System) 2007&PASS 2008 Statistical Software (Utah, USA) programı kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmaya 67 trombozlu olgu ve kontrol grubu olarak 22 olgu alındı. Trombozlu grubun yaş ortalaması 42,94±14,52 (Ortalama ± 1 Standart Sapma), cinsiyet dağılımı 37 (%55,2) kadın, 30 (%44,8) erkek iken; kontrol grubunun yaş ortalaması 42,09±11,19 (Ort. ± 1SD), cinsiyet dağılımı 13 (%59,1) kadın, 9 (%40,9) erkek şeklindeydi. Çalışmamızda 67 trombozlu olgunun 18(%26.9)inde, 22 kontrol grubunun 5(%22.7)’inde FVL mutasyonu pozitif bulundu. Trombozlu grupta FVL mutasyonu pozitif saptan 18 olgunun 16(%23.9)’s›nda FVL heterozigot mutant, 2(%3)’sinde ise homozigot mutant bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: FVL mutasyon sıklığı ülkemizde, gen polimorfizminden söz ettirecek kadar yaygın olmakla birlikte tek başına heterozigot mutant varlığı, santral/periferik, gerek arteryel, gerekse venöz tromboz için bir risk faktörü gibi görünmemektedir. Olgu sayısının az olması nedeni ile homozigot mutant olguların tromboz risk değerlendirilmesini yapamamakla birlikte, FVL gen mutasyonunun varlığında, tromboz riski ilave diğer genetik ve edinsel risk faktörlerine bağlı gibi görünmektedir.

OLGU SUNUMU
9. 
Stiffen Sendromlu Olguda İki Taraflı Humerus Anatomik Boyun Kırığı ve Osteonekrozis
Bilateral Humeral Anatomical Neck Fracture And Osteonecrosis In Patient With Stiffman Syndrome: A Case Report
Mehmet Kerem Canbora, Atilla Polat, Kemal Gökkuş, Mücahit Görgeç
Sayfalar 51 - 54
Nöbet sonrası iki taraflı humerus anatomik boyun kırığı geçirilmesi ve sonrasında osteonekroz gelişmesi çok az görülen bir durumdur. Bu yazıda her iki omuz bölgesinde çıkık olmaksızın hareket kısıtlılığı ve ağrı ile başvuran, radyolojik değerlendirmesinde her iki humerus anatomik boyun kırığı tespit edilen ve çok kısa süre içinde her iki humerus bağında osteonekroz gelişmiş olan 33 yaşında erkek hasta sunuldu. Tonik-klonik nöbetlerin eşlik ettiği “Stiffman sendromu” (SMS) tanısı konulan hastaya öncelikle sağ omuz için parsiyel protez uygulandı. Sol taraf için cerrahi planlanan hastada tekrarlayan nöbetler yeni bir giriflime izin vermedi. Genel vücut katılığı ve sistemik sorunlar nedeniyle hasta kaybedildi. Belirgin travma ve dislokasyon olmayan anatomik boyun kırıklarının ayırıcı tanı sında nöbetle ilişkili sendromlar göz önüne bulundurulmalıdır.

10. 
Bilateral Aksiller Aksesuar Meme Dokusu
Bilateral Axillary Accessory Breast Tissue: A Case Report
Murat Tan, Şefik Köprülü
Sayfalar 55 - 57
Aksesuar meme seyrek nadir olarak görülmektedir. Asemptomatik kitleler veya kol hareketlerinin kısıtlanması veya ağrı gibi belirtiler ile karşımıza çıkabilir. Meme hattı boyunca yada meme hattı dışındaki yerlerde bulunması durumunda tanısal zorluk nedenleri arasındadır. Aberran meme dokusu bulunan hastalara malignite ihtimali, fonksiyonel şikayetler ve kozmetik sebeplerde göz önünde bulundurarak, erken dönemde eksizyonel biyopsi uygulanmalıdır. Bu olgu sunumumuzda bilateral aksiler yerleşim gösteren bir olgu nedeniyle aksesuar meme konusu gözden geçirilmitir.

11. 
Filled Tümör (Sistosarkoma Filloides)
Phyllodes Tumor: A Case Report
Murat Tan, Şefik Köprülü
Sayfalar 58 - 63
Sistosarkoma phyllodes nadir bir meme tümörüdür. Tümör fibroepitelyal veya epitelyal ve stromal hücre bileşenidir. Bu tümörler genellikle iyi huyludur. Fibroadenomdan gelen phyllodes tümörü ayırt etmek için spesifik bir belirti veya radyolojik görüntü yoktur. Bu nedenle tanı için histolojik inceleme şarttır. Tedavinin en önemli bileşeni geniş cerrahi eksizyondur: Mastektomi sadece yeniden eksizyonlara rağmen normal doku elde edilemez ise gereklidir. Aksilla tutulumu nadir olup, rutin aksiller diseksiyon endike değildir. Neyse ki, bu tümörlerin çoğu iyi huylu ve hastalığın yerel tekrarını önlemek en önemli faktör olduıu gerçeği göz önüne alındığında, serbest doku yayılımı cerrahisinde meme koruyucuda maksimum alan işleme alınır.Bu olgu sunumunda, meme koruyucu cerrahi uygulanan kadın hastada benign sistosarkoma phyllodes tanısı sunulmaktadır.

12. 
El Bileğinde Lipoma Arboserens
Lipoma Arborescens Of The Wrist: Case Report
Tuba Özdelice, Korcan Aysun Gönen, Murat Tonbul, Aliye Yıldırım Güzelant, Öner Serdaroğlu
Sayfalar 64 - 66
Lipoma arboresens, etyolojisi bilinmeyen nadir bir intra-artiküler lezyondur. Genellikle dizde yerleşir. Sinoviyal membranın yaygın villöz proliferasyonu, subsinoviyal membranın ve subsinoviyal yağ dokusunun hiperplazisiyle karakterizedir. Yavaş gelişen ağrısız şifllik en sık bulgudur. Bu makalede lipoma arboresens için nadir bir lokalizasyon olan el bileği yerleşimli olgu sunulmuştur.

LookUs & Online Makale