ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Ektopik Gebelik Olgularında Risk Faktörleri Ve Tedavi Yöntemleri Risk Factors and Treatment Modalities in Ectopic Pregnancy Cases Alim G. Kuşgöz, Nurettin Aka, A. Deniz E. Coşkun, Gültekin Köse, E. Can TüfekçiSayfalar 1 - 5 GİRİŞ ve AMAÇ: Ektopik gebelik tespit edilen olguların başvuru şikayetleri, risk faktörleri ve tedavi yönetimleri açısından retrospektif analizini yapmak. YÖNTEM ve GEREÇLER: Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde ektopik gebelik tanısı alıp tedavi edilen toplam 59 hasta retrospektif analiz edildi.Tüm olgular ektopik gebelik etiyolojisinde rol oynayan risk faktörleri açısından ve kliniğe başvuru şika- yetleri açısından değerlendirildi. Cerrahi ve medikal tedavi alan hastalar, tedavi başarıları, ultrasonografik bulguları ve kan değerleri açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmada hastaların yaş ortalaması 32±6.0 idi. Hastaların başvuru şikayetleri vajinal kanama(%32.2), pelvik ağrı (%28.8), vajinal kanama ve pelvik ağrı bir arada (%27,1), sadece adet rotarı (%5,1) ve acil servise hipovolemik şok tablosu ile getirilen (%5.1) dir. Olguların %40,7 ‘sinde özgeçmişlerinde özellik saptanmazken, %13,6’sı pelvik inflamatuar hastalık,%1,7 ’si geçirilmiş tubal cerrahi, %11,9 ‘u ektopik gebelik öyküsü, %15,3 ‘ü rahim içi araç (RİA) kullanımı, %1,7 ‘si levanorgestrelli RİA kullanımı,%1,7’si uterin anomali, %13,6’sı ise geçirilmiş sezaryen operasyonu öyküsüne sahipti. Hastaların %54,3’üne Metotreksat tedavisi verildi, %3,4 hasta spontan takip edildi, %40,7 ‘sine cerrahi uygulandı. Tek doz Metotreksat tedavisi verilen gruptan 6 hastaya ikinci doz Metotreksat teda- visi verildi, 2 hastada tedaviye cevap alınamayıp cerrahi yapıldı. Toplamda Metotreksat tedavisi %93.7 hastada etkili bulundu. BULGULAR: TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma grubumuzda geçirilmiş pelvik inflamatuar hastalık ve RIA kullanımı en sık karşılaşılan risk faktörleri olarak bu- lunmuştur. Tedavi yöntemleri içerisinde de, iyi seçilmiş vakalarda Metotreksat tedavisi konservatif tedavi imkanı sağlayan, olduk- ça başarılı bir yöntem olarak bulunmuştur. |
2. | Serebral Palsi: Sosyodemografik Ve Klinik Özellikler Cerebral Palsy: Sociodemographic and Clinical Features Kürşat Bora Çarman, Çoşkun Yarar, Arzu Ekici, Sibel Laçiner Gürlevik, Sevgi Yimencioğlu, Ozan Koçak, Burca Ayvacı, İlhan Işık, Didem Arslantaş, Ayten YakupSayfalar 6 - 10 GİRİŞ ve AMAÇ: Serebral palsi (SP) çocuk nöroloji pratiğinde yer alan önemli hastalıklarında biridir. Retrospektif olarak yapılan bu çalışmamıza hastalarının demografik ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Son on iki ay içerisinde en az bir kez takip ve kontrol muayenesi yapılan 134 SP hastası dahil edildi. Ortalama yaşları 6.73 ± 3.45 yıl saptanan hastaların %38.1’i kızdı. Hastaların %15.7’si prematür olarak doğmuştu. Serebral palsi tipinin 123 hastada spastik ve olguların 18’inde tek taraflı serebral palsi olduğu belirlendi. BULGULAR: SP hastaların büyük çoğunda kaba motor işlev ölçeği seviye 5 olarak değerlendirildi. Hastaların %54.5’ü epileptik nöbet geçirmekteydi ve %32.8’inde ağır zeka geriliği mevcuttu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak serebral palsinin sosyodemografik ve klinik özelliklerinin belirlenmesi hastalığın patofizyolojisinin anlaşılması ve multidisipliner bir yaklaşımla tedavi edilmesi bakımından önemlidir. |
3. | Kawasaki Tanılı Olguların Retrospektif Değerlendirilmesi Retrospective Evaluation Of Patients With Kawasaki Syndrome Nurdan Erol, Yusuf İzzet Ayhan, Hilal İmamoğluSayfalar 11 - 15 GİRİŞ ve AMAÇ: Kawasaki sendromu; çogunlukla 5 yaştan küçük çocukları tutan, etyolojisi bilinmeyen, küçükorta çaplı damarları etkileyen çocukluk çağı vaskülitidir. Tedavi edilmediğinde % 25 oranına kadar koroner damarları da etkileyen ve giderek daha iyi tanınan bir hastalıktır. Bu çalışmada; çocuk kardiyoloji polikliniğimizde takip edilmekte olan Kawasaki olgularımızı retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kawasaki tanısı almış ve çocuk kardiyoloji polikliniğinde dosya açılıp takip edilen olguların dosyalarından olgulara ve hastalığa ait bilgiler retrospektif olarak olarak incelendi. BULGULAR: Çalışmaya alınan 69 olgunun 45 (% 65) erkek, 24 (% 35) kız idi. Olguların hastalığa yakalanma yaş ortalaması 40;4 ay ±2,3 (2- 144ay) idi. Kawasaki tanı kriterlerinde kullanılan belirtilerin tamamına sahip olgu sayısı 25 (% 36) idi. Bu kriterlerden ateş, tüm olgularda görülen tek semptomdu. Hastalık sırasında 30 (%46) olguda ekokardiyografi bulgusu vardı. Bunların 22’sinde (% 30) koroner tutulumu vardı. Koro- ner tutulumu gösteren olguların 7 tanesinde sol koroner arter, 4 tanesinde sağ koroner arter, 11 tanesinde her iki koroner arterde tutulum görüldü. Bu olguların 7’sinde (% 10) takipte koroner tutulum devam etti. Olguların 45(%69) ’ında IVIG tedavisi 10 günden önce verilmişti. Olguların laboratuvar bulguları tartışıldı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Tanı için kesin diyagnostik laboratuvar bulgularının olmaması, tanıda gecikme ve inkomplet olguların olması ve koroner tutulumunun olması bu hastalığın önemini artırmaktadır. |
4. | İstanbul Küçükçekmece Göl Havsabı (Bathonea) II.Alan İskeletlerinin Adli Antropolojik Değerlendirilmesi Forensic Anthropological Evaluation of II. Area Skeletes in İstanbul Küçükçekmece Ömer Turan, Hasan Demirel, Aksel ÖzdemirSayfalar 16 - 21 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada İstanbul Avcılar ve Küçükçekmece ilçelerinde yer alan Küçükçekmece Gölü havzasında “arkeolojik kazılarda, mezarların açılması ve çıkarılan insan buluntularının adli antropolojik sonuçlarının, kimliklendirme ve ölüm nedenlerinin belirlenmesi hedeflenmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çıkarılan 15 farklı bireye ait iskeletlerin 5’inin erişkin erkek, 4’ünün erişkin kadın, 4’ünün çocuk, 2’sinin fetus olduğu değerlendirilmiştir. 15 iskeletin boy ölçümleri %93 oranla, yaş aralığı tespitleri ise %100 oranla yapılabilmiştir. BULGULAR: Çalışmada elde edilen kategorik veriler kikare testi ile nonparametrik veriler Mann Whitney U testi ile değerlendirilmiş olup veriler ortalama ve standart sapma olarak verilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Birey sayısının net belirlenmesi, cinsiyet, boy ve yaş tayininde yüksek tespit oranlarına ulaşılmasında mezarların kazı öncesi tahmini olarak yerlerinin tespit edilmesi, iskeletlerin bir mezarlık içinde gömülmeleri, mezar boylarının ölçülebilmesi, mezarların araştırmacı gözetiminde açılması, mezar başında ölçümlerin yapılması ve insitu olarak iskeletlerin pozisyonlarının gözlenebilmesi katkı sağlamıştır. |
5. | Gleason Skoruna Etki Eden Parametreler Kulllanılarak Transrektal Prostat Biopsi Sonuçları İle Radikal Prostatektomi Spesmenlerinin Uyumunun Değerlendirilmesi Evaluation Of The Agreement Between Histopathology Results Of Transnrectal Biopsy, And Radical ProstatecTomy Specimens Using Parameters Effecting Gleasın Scores Özgür Haki Yüksel, Aytaç Şahi&775;n, Ahmet Ürkmez, Ayhan Veri&775;tSayfalar 22 - 27 GİRİŞ ve AMAÇ: Prostat kanserine yönelik olarak tedavi planının oluşturulmasında en önemli parametrenin Gleason skoru olduğunu bilmekteyiz. Çalışmamızın amacı Gleason skoruna etki eden parametreleri gözden geçirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza, Fatih Sultan Mehmet Eğitim Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniğinde 2008 ve 2016 yılları arasında transrektal ultrason (TRUS) eşliğinde ince iğne prostat biyopsisi ile prostat kanseri tanısı alıp, radikal ret- ropubik prostatektomi (RRP) yapılan toplam 114 erkek hasta dahil edildi. Hastaların yaş, biyopsi öncesi prostat spesifik antijen (PSA) düzeyleri, biyopsi öncesi vücut kitle indeksi (VKİ), biyopsi işlemine başlamadan TRUS ile ölçülen prostat volümleri ile TRUS eşliğinde yapılmış olan prostat biyopsileri sonucu elde edilmiş patoloji sonuçları ve cerrahi işlem sonrası patoloji sonuçları retrospektif olarak incelendi. Karşılıklı uyumun değerlendirilmesinde kappa katsayısı kullanıldı. BULGULAR: Tüm olgularda biyopsi ve cerrahi spesmenleri arasında orta düzeyli (%38.3) uyum görülmektedir (Kappa uyum katsayısı: 0.383; p: 0.001; p<0.01). Toplamda olguların %66.7’sinde (76/114) sonuçlar uyumlu bulunmuştur. PSA, prostat volümü, yaş ve VKİ ayrı ayrı değerlendirildiğinde de bu uyumun buna paralel olarak %60 ile %70 arasında değiştiği gözlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Literatürde bu uyuma yönelik çok sayıda çalışma ve buna paralel olarak çok geniş aralıkta oranlar mevcuttur. Bizim çalışmamızda da literatürle uyumlu sonuçlar mevcuttur. Ancak Gleason skoruna etki eden parametreler ayrı ayrı değerlendirildiğinde benzer uyum oranları gözlense de tek değişkenli analizler ile nomogramlara eklenebilecek yeni parametrelerin bulunabileceğini düşünmekteyiz. |
6. | Glasgow Prognostik Skorunun Transrektal Prostat Biyopsisi Sonuçlarını Öngörmedeki Yeri Predictive Value Of Glasgow Prognostic Score On Transrectal Prostate Biopsy Results Özgür Haki Yüksel, Çağlar Yıldırım, Ahmet Ürkmez, Serkan Akan, Aytaç Şahi&775;nSayfalar 28 - 34 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda, inflamasyon tabanlı ve minimal invaziv prognostik bir gösterge olan Glasgow prognostik skoru (GPS)’ nun, prostat iğne biyopsisi öncesi prostat kanserini öngörebilme değerini saptamayı ve bu sayede prostat iğne biyopsisinin olası komplikasyonlarını azaltıp kansere spesifikliğini arttırabilmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Prostat spesifik antijen (PSA) düzeyi 4-10 mg/dl arasında olan, rektal tuşede malignite şüphesi olmayan, prostat iğne biyopsisi yapılan toplamda 160 hasta içerisinden patoloji sonucu prostat adenokarsinomu gelen 30 hasta ve geri kalanlar içerisinden patoloji sonucu kronik prostatit olarak raporlanan hastalardan rastgele seçilen 30 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların işlem öncesi serum PSA, Creaktif protein (CRP), albümin düzeyi, prostat hacmi, vücut kitle indeksi (VKİ), uluslararası prostat semptom skorları (IPSS) ve diğer komorbiditelerin varlığı (diyabet, hipertansiyon, koroner arter hastalığı) belirlenip raporlandı. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 60 hastanın yaşları 56 ile 75 yıl arasında değişmekte olup, ortalaması 66.05±5.48 yıldır. Gruplara göre olguların yaş ortalamaları, serum PSA ve CRP düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0.05). Kronik prostatit (KP) grubunun serum albümin düzeyi ortalaması, prostat kanseri (PK) grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti (p: 0.005; p<0.01).Bunun yanında PK grubunun GPS ortalaması, KP grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptandı (p: 0.008; p<0.01). TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu öncü çalışmada serum total PSA düzeyi 4-10 mg/dl arasında olan ve rektal tuşede malignite şüphesi olmayan hastalarda, prostat iğne biyopsisi yapma kararı verilirken GPS yüksekliğinin kanser tanısını öngörebilme yeteneği olabileceğini gördük. Bu çalışmanın sonuçlarını dikkate alarak günümüzde geçerliliği kanıtlanmış bu prognostik parametrenin diyagnostik kullanımına ilişkin çalışmaların önü açılabilir. Bu sayede kimi komplikasyonları ve yanlış tanı olasılıkları olabilen prostat iğne biyopsisinin gerçekten kanser olan hastalara uygulanma oranının artabileceğini düşünmekteyiz. |
7. | Angina Pektoris Hhastalarında Enflamatuvar Sitokunlerin Rolünün Araştırılması Investigation Of The Role Of Inflammatory Cytokins In Patients With Angina Pectoris Tolga Yakar, Refik DemirtunçSayfalar 35 - 41 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada kararsız angina pektoris hastalarında enflamasyonun rolünün ortaya koyulması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 23 kadın ve 49 erkek hasta olmak üzere toplam 72 hasta alınmıştır. Hastalar kararlı-angina pektoris (n=29) ve kararsız-angina pektorisi (n=43) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Her bir grupta duyarlılığı yüksek C-reaktif protein (hs-CRP), fibrinojen, interlökin-6 (İL-6) düzeyleri ölçülerek her iki grup arasındaki farklar araştırıldı. BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 57.3±8.1, vücut kitle indeksi ortalaması 27.5±3.1 idi. Kararsız angina pectoris’li hastaların hs-CRP, fib- rinojen ve İL-6 seviyeleri (sırası ile; 16.68±10.8 mg/dL, 451.2±119.8 mg/dl, 21.2±13.3 pg/mL) kararlı-angina pektoris’li hastalarda ise (sı- rası ile 6.61±4.4 mg/dL, 383.7±109.6 mg/dl, 7.5±2.8 pg/mL) göre daha yüksekti (tamamı için p<0.05). Ayrıca fibrinojen ve hs-CRP arasında (r=), fibrinojen ve İL-6 arasında (r=), İL-6 ve hs-CRP arasında (r=) anlamlı bir korelasyonlar bulundu (p<0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma sonucunda kararsız-angina pektorisin gelişiminde inflamasyonun önemli rolünü gösteren önemli bulgular elde edilmiştir. |
8. | 2-16 Yaş Sağlıklı Türk Çocuklarında İdrarda Kalsiyum, Magnezyum, Fosfat, Ürik Asit Ve Kreatinin Atılımları Urinary Excreations of Calcium, Magnesium, Phospahate, Uric Acid in 2-16 Years Old Healthy Turkish Children Behçet Şimşek, İsmail İşlekSayfalar 42 - 47 GİRİŞ ve AMAÇ: Üriner sistem taş hastalığı, hematüri, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu gibi hasta- lıkların patogenezinde rol alan minerallerin idrar atılımlarının, ülkelere, yaşa, cinsiyete ve diyet alışkanlıklarına göre değiştiği bildirilmiştir. Türk çocukları için ilgili mineral atılımlarını bildirir bir referans tespit çalışmasına rastlanmamıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, Türkiye’de ilk olarak, Samsun ilinde yaşayan 2-16 yaş grubu sağlıklı çocuklarda 24 saatlik ve sabah ilk idrar örneklerinde kalsiyum, magnezyum, fosfat, ürik asit, kreatinin atılımla-rının standart referans değerlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. BULGULAR: 2-16 yaşında 203 sağlıklı çocuk (88 kız, 115 erkek) çalışmaya alınmıştır. Söz konusu minerallerin diyetle alımları ve sa- bah ilk idrar ve 24 saatlik idrar örneklerindeki atılımları arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bulgular: İdrarda kalsiyum atılımı 50p ve 95 p değerleri sırasıyla 2.60 ve 6.73 mg/kg/gün; magnezyum için 1.16 ve 2.43 mg/kg/gün; fos- fat için 19.21, ve 37.11 mg/kg/gün; ürik asit için10.21 ve 19.71 mg/kg/gün; kreatinin için 20.61 ve 29.58 mg/kg/gün idi. Çalışmaya katı- lan çocukların %3.4’ünde asemptomatik hiper- kalsiüri, %4.4’ünde hiperürikozüri tanımlanmış- tır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Minerallerin diyetle alımları ile idrar atılımları arasında anlamlı ilişki gösterilememiştir. Mine- rallerin sabah ilk idrarındaki atılımları ile günlük idrarda atılımları arasında anlamlı ilişki göste- rilememiş; sabah ilk idrarının 24 saatlik idrarın yerini tutamayacağı belirlenmiştir. |
OLGU SUNUMU | |
9. | Karın Ağrısı Semptomu İle Başvuran Hastada Nadir Bir Etyoloji İzole İdiopatik Hiperkalsiüri A Rare Etiology in A Patient Admitted For Abdominal Pain Syndrome Isolated Idiopathic Hypercalciuria Adem Yaşar, Belma Yaşar, Muhittin AtarSayfalar 48 - 49 İdiyopatik hiperkalsiüri (İH), serum kalsiyum değerinin normal, idrarla atılan kalsiyum miktarının fazla olması ile karakterize, çoğu hastada semptomsuz seyretmesi nedeniyle tanıda atlanılan, ancak ilerleyen dönemlerinde tekrarlayan üriner sistem patolojilerine sebep olan bir hastalıktır. Tekrarlayan karın ağısı olan çocuklarda akılda tutulması gereken bir hastalık olması nedeniyle sunduk. |
10. | Negatif Basınçlı Yara Terapi Sistemi İle Tedavi Edilen Karın Duvarı Nekrotizan Fasiit Olgusu Necrotizing fasciitis of the abdominal wall due to pseudomonas aeruginosa enfection successfully treated by negative pressure wound therapy Emre Günay, Hacı Hasan Abuoğlu, Hacı Mehmet Odabaşı, Erkan Özkan, M. A. Tolga MüftüoğluSayfalar 50 - 55 Nekrotizan fasiit, subkutan dokunun ve fasyanın enfeksiyonu olup, hızlı ilerleyen ve geniş açık yaralarla sonuçlanabilen bir hastalıktır. “Et yiyen bakteriler” olarak bilinen mikroorganizmaların yol açtığı nadir ve ağır bir enfeksiyon tablosudur. Hayatı tehdit eden ve yüksek mortalite ile seyreden bir durumdur. Nekrotizan fasiitin diabet hastalığı ve kronik alkol bağımlılığı olan kişilerde daha sık geliştiği gözlenmiştir. Acil cerrahi debridman, bu hızlı ilerleyen hastalığın yönetiminde esas tedavi modalitesidir. Cerrahi debridmandan sonra genellikle geniş bir açık yara kalır ve bu yarayı kapatmak için ikincil bir cerrahi girişim gerekir. Yara yatağının genellikle kirli ve unstabil olmasından dolayı iyileşme uzun sürer ve ikincil müdahale gecikir. Negatif basınçlı yara terapisi, doku perfüzyonunu artırıcı ve yara ödemini azaltıcı etkisinden dolayı kronik yaraları kontrol etmek için kullanılmaktadır. Biz bu olgu sunumu ile uygun anbiyotik ve cerrahi debridman, negatif basınçlı yara terapisi ve geç dönemde cerrahi rekonstrüksiyon ile tedavi edilen bir karın duvarı nekrotizan fasiit vakasını sunmayı amaçladık. |
11. | Travma Sonrası Batın İçi Yayılım Nedeni İle Laparoskopik Cerrahi Uygulanan Kist Hidatik Hastası: Olgu Sunumu A patient with cyst hydatid operated laparoscopically due to intraabdominal rupture after trauma: A case report Nuriye Esen Bulut, Mehmet Mahir Fersahoğlu, Fatih Kılıç, Bülent KayaSayfalar 56 - 59 Kist hidatik ülkemizde sık görülen bir hastalıktır.En sık karaciğer ve akciğer dokusuna yerleşen ekinokoklar çoğunluk kronik bir enfeksiyona sebep olur. Son yıllarda özellikle cerrahi tedavide laparoskopik işlemler ön plana geçmiştir.Yine travma sonrası batın içine yayılım nadir görülen ancak ciddi bir durumdur.Bu olgu sunumunda travma sonrası batın içi yayılım gerçekleşmiş kist hidatik olgusu ve laparoskopik tedavisi sunulmuştur. |
12. | 30 Haftalık Prematüre Doğan Ambigus Genitalia’nın Eşlik Ettiği Kromozom 13 Ring Olgusu A premature infant who is 30 weeks gestational age with Ring Chromosome 13 and Ambiguous Genitalia: A case report Selçuk GürelSayfalar 60 - 62 Kromozom Ring 13 sendromu; bir çift 13. Kromozomunun sadece birinin kısa kolunda meydana gelen bir grup gen kaybı sonrası, uzun ve kısa kollarının birleşerek halka şeklini alması ile bazı gelişimsel ve morfolojik değişimlerin görüldüğü bir hastalıktır. Bu hastalık klinik olarak 1968 yılında gösterilmiş olsadailk defa genetik analizlerinin yapılmasından sonra tanımlanabilmiştir1. (Resim 1) Gelişim sürecinde gecikme, beslenme bozuklukları, özellikle ayakta olmak üzere iskelet anomalileri, yüksek damak, anüs anomalileri, küçük alçak çene, böbrek anomalileri, kalp bozuklukları, normal olmayan beyin yapısı ve anormal göz yapısı gibi belirtiler bu hastalığa eşlik etmektedir2. Bizim olgumuz; aralarında akrabalık bağı bulunmayan 28 yaşındaki anne ile 30 yaşında ki bir babanın ilk çocuklarıdır. 30 haftalık olarak C/S ile erken doğumla meydana gelen bebekte doğduğu zaman prematürite+ RDS’sinin yanında imperfore anüs, ambigusgenitalia ve prenatal dönemde saptanan kardiak ve serebralanomalilermevcuttu. İlk yapılan gözlemlerde kromozom 13 sendromunun mevcut olduğu düşünülmüştür. Bu çalışmanın amacı; sunulacak olan olgumuzla hastalığı literatür ışığında tekrar gözden geçirmektir. |