ISSN: 2630-5720 | E-ISSN: 2687-346X
HAYDARPAŞA NUMUNE MEDICAL JOURNAL - Haydarpasa Numune Med J: 53 (2)
Cilt: 53  Sayı: 2 - 2013
DIĞER
1. 
Front Matter

Sayfalar I - III

ARAŞTIRMA MAKALESI
2. 
Lateral Tarsal Şerit Tekniği Ve/Veya Çevirici Sütürlerin Involüsyonel Entropium Tedavisindeki Etkinliği
The Effectiveness of Lateral Tarsal Strip Procedure and/or Everting Sutures for the Repair of Involutional Entropium
Aslı Değer Vural, Baki Kartal
Sayfalar 67 - 71
GİRİŞ ve AMAÇ: İnvolüsyonel entropiumun cerrahi yolla tamirinde lateral tarsal şerit tekniği ve/veya döndürücü sütürlerin kullanılmasının işlem başarısızlığı ve komplikasyon oranlarını saptamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kasım 2010 ve Mart 2012 dönemleri arasında iki merkezde alt kapak entropionu tanısı ile cerrahi tedavi uygulanan 20 hastanın (65-75 yaşlar arası, ortalama 70.85) 27 göz kapağına ait kayıtları geriye dönük olarak taranmıştır. Operasyon sonrası hastalar 4-18 ay takip edilmişlerdir. Başarısızlık ameliyattan sonra entropionun tekrarlaması olarak değerlendirilirken komplikasyonlar ise yetersiz düzelme, sütür açılması, skleral açıklık, subkonjonktival hemoraji ve/veya ektropium gelişmesi olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Hastalar uygulanan cerrahi tekniğe göre 3 gruba ayrıldı: Grup 1 sadece lateral tarsal şerit tekniği uygulanan (n=11 hastada 11 göz kapağı), Grup 2 sadece döndürücü sütür uygulanan (n=3 hastanın 6 göz kapağı) ve Grup 3 ise hem lateral tarsal şerit hem de döndürücü sütür uygulanan (n=6 hastanın 10 göz kapağı) hastalar yer aldı. Başarısızlık oranları sırası ile Grup 1’de 0/11 göz kapağı; Grup 2’de 2/6 göz kapağı (aynı hastada) ve Grup 3’de 0/ 10 göz kapağı olarak saptanmıştır. Komplikasyonlar ise şöyledir: Grup 1, 2 ve 3 için sırası ile yetersiz düzeltme (1/11, 0/6 ve 0/10), sütür açılması ve fistül oluşumu (1/11, 0/6 ve 0/10), subkonjonktival hemoraji (0/11, 2/6 (aynı hastada) ve 0/10) olay/göz kapağı olarak kaydedilirken skleral açıklık ve ektropion gelişmesi hiçbir grupta saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ünvolüsyonel entropion tamirinde lateral tarsal şerit tekniği ve döndürücü sütürün birlikte uygulanmasının her iki tekniğin tek başına kullanıldığı duruma göre işlem başarısını artırdığı gibi postoperatif dönemde komplikasyon gelişme sıklığını da azaltabileceği gösterilmiştir.

3. 
Kurumsal Bağlılık İle İş Tatmini Arasindaki İlişki ve Sosyodemografik Özelliklerin Etkileri Üzerine Bir Uygulama Örneği
A Study On The Relationship Between Organizational Loyalty and Job Satisfaction Level and Their Effects On Sociodemographic Features
Aygül Yanık, Aslı Ekin, Selma Söyük
Sayfalar 72 - 86
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışanların kurumda başarılı, mutlu ve üretken olabilmesinin önemli etkenlerinin başında, kuruma bağlılığı ve işinden duyduğu tatmin yer alır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu araştırma; hastane çalışanlarının kurumsal bağlılığı ile iş tatmini düzeylerini, bunlar arasındaki ilişkiyi, sosyodemografik özelliklerin kurumsal bağlılık ve iş tatmini üzerine etkilerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma İstanbul’da Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 2010 yılında yapılmış olup, tanımlayıcı ve çıkarımsal niteliktedir.
BULGULAR: Veriler yüzyüze anket yöntemi ile toplanmış ve ankette beşli Likert ölçeği kullanılmıştır. Tesadüfi örnekleme yöntemiyle, 1350 çalışandan oluşan araştırma evreninden 460 çalışan örneklem olarak seçilmiş ve eksiksiz yanıtlanan 451 anket değerlendirmeye alınımıştır. Verilerin analizinde SPSS for Windows 15.0 paket programı kapsamında bağımsız örneklerde T testi, tek yönlü varyans analizi uygulanmış, farklılıkların tespitinde Tukey ve Scheffe yararlanılmıştır. Değişkenler arasındaki ilişki korelasyon analizi ile test edilmiştir. Çalışanların kurumsal bağlılıkları ile iş tatminleri incelendiğinde; ortalama olarak duygusal bağlılığı 2.96, devamlılık bağlılığı 2.91, normatif bağlılığı 3.2, genel kurumsal bağlılığı 3.05 ve içsel iş tatmini 3.24, dışsal iş tatmini 2.70, genel iş tatmini 3.03 bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastane çalışanlarının kurumsal bağlılıkları ile iş tatminleri orta düzeyde olup, birbirleri arasında ilişki ve etkileşim vardır. Hastanede, çalışanların kurumsal baılılığını ve iş tatminini arttırıcı çalışmalar yapılması gerekmektedir. Araştırmanın benzer araştırmalara yön vereceği ve üst yönetimin kararlarını destekleyeceği tahmin edilmektedir.

4. 
Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserli Hastalarda Beyin Metastazi Saptanmasinda Nörolojik Semptomlarin Tanıya Katkısı
The Contribution Of Neurological Symptoms On Detecting Brain Metastasis In Patients With Non Small Cell Lung Cancer
Ayşin Durmaz, Hüseyin Cem Tigin, Murat Kıyık, Çiğdem Başkara, Saadettin Çıkrıkçıoğlu
Sayfalar 87 - 91
GİRİŞ ve AMAÇ: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) tanısı almış olgularda beyin metastazı taraması öncesinde yapılan nörolojik semptom sorgulamasının tanıya katkısını araştırmayı planlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı konulan 152 olgu çalışmaya alındı. Tüm hastalar nörolojik açıdan sorgulandı. Tüm hastalara beyin MR çektirildi. Beyin metastazı olanlar tespit edilerek nörolojik semptomla beyin metastazı arasındaki ilişkiye bakıldı.
BULGULAR: Olguların 17’sinde (%11.2) beyin metastazı saptandı. Olguların 134’ünde (%88.2) nörolojik semptoma rastlanmazken; 18’inde (%11.8) nörolojik semptom mevcuttu. Nörolojik semptomların varlığının beyin metastazı için duyarlılığı %44, özgüllüğü %90, negatif prediktif değeri %92, pozitif prediktif değeri %47 olarak saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Nörolojik semptom varlığının negatif prediktif değerinin yüksek olmasına rağmen nörolojik semptomu olamyan erken evre akciğer kanserlerinde tek metastaz yerinin beyin olabilmesi nedeniyle KHDAKevrelendirmesinde beyin MR’ın semptomlu, semptomsuz tüm evrelerde rutin olarak kullanılması gerektiğini düşünüyoruz.

5. 
Basil Pozitif Tüberküloz Olgularının Tedavi Sonuçlarının Değerlendirilmesi
Evaluation of The Treatment Results of Bacillus Positive Tuberculosis Cases
Belma Akbaba Bağcı, Sinem Güngör, Bilgen Begüm Afşar, Murat Yalçınsoy, İlknur Dilek, Esra Usta Bülbül, Olga Çelenk Akkan, Esen Akkaya
Sayfalar 92 - 97
GİRİŞ ve AMAÇ: Tüberküloz, uzun süre tedavi gerektiren kronik bir hastalıktır ve tüm dünyada önemli bir halk sağlığı sorunu olmayı sürdürmektedir. Tüberküloz basilinin kaynağı hasta kişilerdir. Basilin solunum yoluyla bulaşması nedeniyle hastalığın kontrolü zordur. Tüberkülozun kontrolünde önemli olan, hastalığın erken teşhis edilmesi, tanı konulan olguların tedavi edilmeleri ve kür sağlanmasıdır. Çalışmamızda merkezimize başvuran basil pozitif olguların tedavi sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza Şubat 2002 Mayıs 2003 tarihleri arasında Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne tüberküloz tanısı ile yatırılan, balgamda ARB (+) olan 145 hasta dahil edildi. Her hasta için demografik veriler ve 6 aylık takipte hastalığın klinik, radyolojik ve bakteriyolojik gidişini gösteren takip formları dolduruldu. Daha sonra hastalar ilgili servislerin takip ve tedavilerine bırakılarak tedavilerinin 2. ve 6. aylarında yeniden görüldü. Tedavi sonuçlarının raporlanmasında ortak bir terminoloji kullanmak adına WHO tarafından belirlenen 6 temel tedavi sonuçları kullanıldı.
BULGULAR: Hastaların 99’u erkek (%68,3), 46’sı kadındı (%31,7). Yaş ortalaması 35,6 ± 13,7 (1572) idi. Hastaların %64.1’i (n=93) evli, %35,9’u (n=52) ise bekar yada dul idi. Eğitim düzeylerine bakıldığında, büyük bir bölümü ilkokul mezunu idi. Hastaların %49’u (n=71) düşük gelirli olup %11.7’sinde (n=17) eski tüberküloz öyküsü vardı. Hastalardan birinin tedavisinin üçüncü ayında iken septik flok ile ex olduğu saptandı. Onun için tedavi sonuçlarının değerlendirilmesinde çalışma dışı bırakıldı. Hastaların % 70,1’i (n=101/144) tedavilerini merkezimizde tamamladılar. Bu hastaların % 42,7’sinde (n=68/144) mikrobiyolojik kür sağlanırken % 22,9 (n=33/144) hasta tedavilerini tamamladılar. Merkezimizde takip edilen hastalarda tedavi başarısı % 70,1 (n=101/144) olarak saptandı. % 7,6 (n=11/144) hastanın tedavilerini terk ettikleri görüldü. Nakil giden 23 hastaya telefonla ulaşıldığında tadavilerini tamamladıkları öğrenildi. Bu hastalar da dikkate alındığında merkezimizde yapılan bu çalışmada tedavi başarısı % 86,1 (n=124/144) olarak saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda hedeflenen tedavi başarısı yakalanmış olmakla birlikte özellikle riskli gruplarda doğrudan gözetimli tedavi uygulaması ile daha başarılı sonuçlar alınacağı kanısındayız.

6. 
Bronşektazi Olgularımızın Değerlendirilmesi
Evaluation of our cases with bronchiectasis
Bilgen Begüm Afşar, Belma Akbaba Bağcı, Murat Yalçınsoy, Sinem Güngör, Halil İbrahim Yakar, Olga Akkan, Mevhibe Esen Akkaya
Sayfalar 98 - 103
GİRİŞ ve AMAÇ: Bronşektazi, orta çaplı bronşların duvarlarındaki elastik ve musküler yapıların destrüksiyonuna bağlı olarak kalıcı dilatasyonu ve distorsiyonu ile karakterizedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda 2008-2010 yılları arasında Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. klinikte yatışı yapılan bronşektazi tanılı 48 olgunun dosya verileri geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların yaşları, cinsiyetleri, başvuru yakınmaları, fizik muayene, laboratuvar, radyolojik bulguları, ek hastalıkları ve tedavileri kaydedildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yaş ortalaması 44.60±18.1, K/E oranı 22/26 (sırasıyla %45.8, %54.2) olan olguların en sık başvuru yakınmaları nefes darlığı (%79.2), öksürük (%77.1), balgam (%66.7), en sık fizik muayene bulgusu raller (%68.7), yüksek çözünürlüklü toraks bilgisayarlı tomografide (YÇBT) en sık tutulan bölge sol alt lob (%29.2), en sık komplikasyon enfekte bronflektazi (%54.2) idi. Günümüzde; uygun aşılama programları, tüberküloz kontrolü, solunum yolları enfeksiyonlarının erken tanı ve tedavisi ve iyileşen yaşam koşulları ile bronşektazi prevalansının giderek azalacağı kanısındayız.

7. 
Çocuklarda Seftriakson Kullanımına Bağlı Safra Taşı Oluşumu
Ceftriaxone Associated Biliary Pseudolithiasis in Children
Hakan Sarbay, Şirin Güven, Selime Aydoğdu
Sayfalar 104 - 106
GİRİŞ ve AMAÇ: Seftriakson çocukluk çağında sık olarak kullanılan bir üçüncu jenerasiyon sefalosporindir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Seftriakson kullanan hastalarda biliyer psododolitiyazis (geçici safra taşı) olüflümu bildirilmektedir.
BULGULAR: Çalışmamızda menenjit ve pyelonefrit nedeni ile seftriakson tedavisi başlanan ve ultrasonda safra taşı saptanan 8 hasta (2 erkek, 6 kız, ortalama yaşları 4,5 yaş) değerlendirildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tüm hastalar 50- 100 mg/kg/gün 2 eşit doza bölünmüş seftriakson ile tedavi edildi. Psödolitiyazis geliştikten sonra seftriakson tedavisi kesildi, takiplerinde bütün olgularda 25-38 gün arasında psödolitiyazis tamamen düzeldi. Sadece 3 hastada kusma ve karın ağrısı vardı, diğer hastalar asemptomatik idi. Seftriakson kullanımına bağlı psödolitiyazis nadir değildir, gereksiz ameliyat ve konsultasiyonları kaçınmak amacı ile pediatri ve radyoloji uzmanları tarafından akılda tutulmalıdır.

8. 
Varis Dişi Akut Üst Gastrointestinal Sistem Kanamalarında Rockall Skorlaması ve Skorlamanın Prognozla Olan İlişkisi
Rochall Scoring System In Acute Nonvariceal Upper Gastrointestinal Bleeding And Its Association With Prognosis
Kadir Kayataş, Emel Berber, Meral Uluköylü, Refik Demirtunç
Sayfalar 107 - 113
GİRİŞ ve AMAÇ: Varis dışı akut üst gastrointestinal sistem (GİS) kanaması öntanısıyla yatırılan, Rockall skorlama sistemine göre sınıflanan hastaların prognozlarının bu sınıflama sistemi ile korelasyonunu ve bu sistemin klinik kullanılabilirliğini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza, hastanemiz iç hastalıkları servisine varis dışı akut üst GİS kanama tanısıyla yatırılan 16 yaş ve üzeri 111 hasta dahil edildi. Hastaların tamamı ayaktan başvuran ve yatarak tedavi edilen hastalardı. Hastaların genel özellikleri, başvuru şikayetleri, fizik muayene bulguları, endoskopi bulguları, eşlik eden hastalıkları, kullandıkları ilaçlar, laboratuar bulguları ve endoskopik tedavisi kaydedildi. Hastanede yatış süresi, yapılan kan transfüzyonu miktarı, endoskopik ve/veya cerrahi tedavi uygulanan hasta sayıları kaydedildi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 111 hastanın % 38’i (42) kadın, %62’si (69) erkekti. Yaş ortalamaları kadınlarda 64,21 yıl, erkeklerde 55,42 yıl ve toplam hastada 58,74 yıl idi. Hastalardan 2 tanesi ex oldu. Rockall skoruna göre hastaların ortalama yatış süresi (Rockall 1’de 2,83 gün; 2’de 3,56 gün; 3’de 4,15 gün; 4’de 5,12 gün; 5’de 5,83 gün; 6’da 7 gün; 7’de 11,13 gün), ortalama eritrosit süspansiyonu replasmanı sayısı (Rockall 1’de 2,29 ünite; 2’de 2,20 ünite; 3’de 3,06 ünite; 5’de 3,08 ünite; 6’da 3,67 ünite; 7’de 5,25 ünite; 8’de 6,50 ünite; 11’de 14 ünite), endoskopik müdahale sayısı (Rockall 1’de 1; 2’de 1; 3’de 2; 5’de 3; 7’de 6 müdahale) olup bu parametreler Rockall skoru artış ile paralel artış göstermiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Rockall skorlama sisteminin varis dışı akut üst gastrointestinal kanama tanısı ile klinikte takip edilen hastaların prognoz ve mortalitelerini belirlemede yararlı,klinik uygulamada kullanılabilir bir sistem olduğunu gördük.

9. 
Key Hole Apendektomi Tekniğinin Sonuçları
Results Of Keyhole Appendectomy Technique
Orhan Bat, Cengiz Eriş, Bülent Kaya
Sayfalar 114 - 116
GİRİŞ ve AMAÇ: Apendektomi dünyada en sık uygulanan cerrahi operasyonlardandır. Minimal invaziv bir yöntem olan keyhole apendektomi tekniğini 25 hastaya başarı ile uyguladık. Bu çalışmamızın sonuçlarını sunuyoruz.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Akut apandisit tanısı alan hastalar çalışma süresince opere edildi. Obez hastalar ile preoperatif dönemde perforasyon ya da plastron tesbit edilen hastalar çalışma dışı bırakıldı. Tüm hastalarda akut apandisit tanısı anamnez, fizik muayene, laboratuar tetkikleri, tüm batın USG ve tüm batın tomografisi tetkiklerinin sonuçlarına göre kondu.
BULGULAR: Keyhole apendektomi tekniği 27 hastaya uygulandı. Hastaların 18’si erkek, 9’u kadın idi. Ortalama yaş 28 olup 15 ile 32 arasında değişmekteydi. Toplam 27 hastanın 25’inde keyhole apendektomi tekniği başarı ile uygulandı. İki hastada yara yeri enfeksiyonu 1 hastada cilt altında hematom görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Keyhole apendektomi genç, nonobez hastalarda estetik avantajları yüksek bir apendektomi tekniğidir.

OLGU SUNUMU
10. 
Behçet Hastaliğında Yüzeyel Femoral Arterin Spontan Psödoanevrizmasının Noninvaziv Yöntemlerle Tanısı
Noninvasive Diagnosis Of Superficial Femoral Artery Pseudoaneurysm In Behcet’s Disease
Aylin Okur, Emine Çölgeçen, Ertuğrul Mavili, Afra Yıldırım, Murat Korkmaz
Sayfalar 117 - 120
Behçet hastalığı, nedeni bilinmeyen, vaskülit ile seyreden multisistemik inflamatuar bir hastalıktır. Arteriyel tutulum daha nadir olup, sıklıkla anevrizma şeklindedir. Vasa vasorumların inflamatuar obliterasyonuna sekonder psödoanevrizma gelişebilir. Behçet hastalığında minör travmalar dahi psödoanevrizma oluşturabileceği için olabildiğince invaziv işlemlerden kaçınmak gerekir. Sunumumuzda, yüzeyel femoral arterinde psödoanevrizma bulunan bir Behçet hastalığı olgusunun Renkli Doppler Ultrason (RDUS) ve Bilgisayarlı Tomografik Anjiyografi (BTA) gibi noninvaziv yöntemlerle konulan tanısı tartışılmıştır.

11. 
Eozinofilik Fasiit (Shulman Sendromu)
Eosinophilic Fasciitis (Schulman Syndrome)
Emine Çölgeçen, Yalçın Erdoğan, Nilsen Yıldırım Erdoğan, Aylin Okur, Murat Korkmaz, Dilşad Amanvermez Şenarslan, İlhan Günaydın
Sayfalar 121 - 123
Eozinofilik fasit (EF) nadir görülen ve etiyolojisi tam olarak bilinmeyen inşamatuvar bir hastalıktır. Periferal kanda eozinofili ve özellikle ekstremitelerde skleroderma benzeri deri endurasyonları bu hastalığın karakteristik özellikleridir. Genellikle genç erkeklerde, nadiren yaşlı kadınlarda ve çocuklarda görülür. Bu yazıda üst ekstremitelerinde ağrı ve sertlik şikayetleri ile başvuran, karakteristik klinik özellikleri ve histopatolojik bulguları ile EF tanısı konulan ve sistemik steroid tedavisine iyi yanıt veren 45 yaşındaki kadın olgu sunulmuştur.

12. 
Progresif Seyirli Nekrotizan Henoch-Schölein Purpurasi Olgusu
Necrotizing Henoch Schonlein Purpura With Progressive Course: Case Report
Zehra Esra Önal, Duygu Bayoğlu, Ayşen Aksoy Genç, Tahir Kermen, Çağatay Nuhoğlu, Özgür Kasapçopur
Sayfalar 124 - 126
Henoch-Schönlein purpurası primer olarak deri, eklem, gastrointestinal ve renal tutulum gösteren, çocukluk çağının en sık görülen vaskülitik hastalığıdır. Nadiren atipik ve progresif seyir gösterebilir. Renal ve gastrointestinal tutulumu olmayan 14 yaşındaki erkek hastamızın hızla ilerleyen dermatolojik bulguları romatolojik ve trombotik süreçleri düşündürmüştür. pANCA, cANCA, ENA ve tromboz panellerinin negatif bulunması yanı sıra cilt biyopsisinin lökositoklastik vaskülitle uyumlu bulunması progresif seyirli Henoch Schönlein Purpurası tanısını destekledi. 3 gün pulse steroid metil prednizolon (30 mg/kg), 2 seans hiperbarik oksijen tedavisiyle lezyonlar hızla gerilemiştir. Sonuç olarak olgumuzda olduğu gibi progresif seyirli vakalarda yüksek doz steroid ve hiperbarik oksijen tedavisiyle olumlu yanıt alınabileceğini düşünmekte ve önermekteyiz.

13. 
Kontrolsüz Oral Antikoagülan Kullanımına Bağlı Gelişen Spontan Rektus Kılıfı Hematomu
Spontaneus Rectus Sheath Hematoma Due To Uncontrolled Oral Anticoagulant Therapy: Report Of A Case
Tuba Atak, Tunç Eren, Ali Özemir, Süleyman Orman, Haydar Yalman, Rafet Yiğitbaşı, Orhan Alimoğlu
Sayfalar 127 - 130
Rektus kılıfı hematomu, nadir görülen ancak akut karın ile karıştırılabilen klinik bir durumdur. İyi bir anamnezi takiben yapılacak dikkatli bir fizik muayene ve uygun görüntüleme yöntemleri ile doğru tanı konulması gereksiz laparotomilerin önlenmesinde önemlidir. Bu yazıda atrial fibrilasyon nedeniyle 3 ay önce oral antikoagülan tedavi başlanan ve rektus kılıfı hematomu gelişen 80 yaşında bir olgu sunulmaktadır.

LookUs & Online Makale